JoomlaLock.com All4Share.net

ŞERİAT TARİKAT İLİŞKİSİ

Şeriat Tarikat İlişkisi

Şeriat Tarikat İlişkisi - Vahdettin Şimşek

Sayı : 114 - Haziran 2017

 

Şeriat Tarikat İlişkisi

 

Muhterem kardeşlerim; bu ayki yazımızda şeriat ve tarikat kavramlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini incelemeye çalışacağız. 

Asrı saadetten sonra tabiin ve tebe-i tabiin büyükleri tarafından sahabe efendilerimizden talim ederek yaşanılmaya ve kendilerine gelen taliplere izah edilmeye çalışılan bir İslamî yaşantı olgunlaşmaya başlamıştı. O dönemde şu şeriattır, bu tarikattır gibi ayrımlar görülmemişti. Saf temiz İslam anlayışı genel manada hâkimdi. Yani Efendimiz’in ashabını görüp onlardan gördüklerini ve öğrendiklerini hayatlarına tatbik eden, ya da onları görüp onlara tabi olanların yaşamış oldukları bir İslam anlayışı hâkim idi. Daha sonraki zamanlarda müçtehid imamların, takva imamlarının, hadis alimlerinin, akidedeki sapmaları gören akaid alimlerinin ihtiyaca binaen ortaya koyduğu mezhepler, meşrepler, tasavvufi yollar (tarikatlar), kelamî ekoller müslümaların hayatında yer almaya başladı. İşte bu kavram farklılıkları bundan sonra ortaya çıkmaya başladı. Bu safhadan sonra da İslam alimleri bazı meseleler hakkında değişik tasnifler yapmaya başladılar. 

Dolayısıyla bu ayki yazımıza konu olan şeriat ve tarikat kavramları, devamı olarak hakikat ve marifet kavramları özellikle tasavvuf camiasında kullanılmaya başlandı. İlk zamanlarda hiçbir sorun yoktu. Çünkü özellikle tabiin ve tebe-i tabiin döneminin büyük alim ve velileri -Hasan Basrî (ra), Cüneyd Bağdadi (ra), Cafer Sâdık (ra)- ve bunları takip eden kümmelin-i evliya şeriat, tarikat, hakikat, marifet sıralamasını tamamen ahlaki özellikleriyle ortaya koymuşlardır. Bunu yaparken de mesela şeraitten tarikata geçiş gibi bir anlayışla yapmadılar. Şeriatın emirleriyle mükemmelen amel eden bir mümin için tasavvufun güzellikleri açılır anlayışı ile bu kavram tasniflerini yapmışlardır.

Daha sonraki dönemlerde ve özellikle günümüzde ise sanki tarikata girmiş ve biraz amel etmiş şahıslar şeriatı geçmiş gibi algılanıyor. Yani tasavvufi hayatı benimsediğini söyleyenlerin şeraitle amel etmelerinin kabukla uğraşmaları gibi anlaşılmıştır. Hele hakikate, marifete erdiği zehabına kapılmışsa onu hiçbir şer’i emir, tasavvufi edep bağlamamaktadır. 

Peki, meselenin aslı nedir? Gerçek manada İslam’ı hayatına yansıtmış, ümmete bu manada önder olmuş büyüklerimiz bu konuda neler buyurmuşlar, bu meseleye nasıl bakmışlar?

Öncelikli olarak şeriat nedir? Bunun açıklığa kavuşturulması lazımdır.

Ömer Nasuhi Bilmen “Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu” adlı mükemmel eserinde bu ıstılahı ayrıntılı biçimde şöyle açıklıyor:

“Şeriat, din lisanında, Cenab-ı Hakk’ın, kulları için vazetmiş olduğu dini, dünyevi ahkamının heyet-i mecmuasıdır (bütünüdür). Bu itibarla şeriat, din ile müradif (aynı) olup, hem ahkam-ı asliye denilen itikadiyâtı, hem ahkam-ı fer’iye-i ameliye denilen ibadet, ahlak ve muamelatı ihtiva eder.”

Asrımızın en büyük müfessirlerinden olan Elmalılı Hamdi Efendi’nin “Hak Dini Kur’an Dili” isimli pek kıymetli tefsirindeki şeriat tarifi de şöyledir:

“Lügatte bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda, insanların hayat-ı ebediyyeye ve saadet-i hakikiyyeye ulaşması için, Allah Teala’nın vaz u teklif ettiği ahkam-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bilistiare ıtlak edilmiştir ki, din demektir.”

Büyük müceddid İmam-ı Rabbani (ks) ise:

“Dilin yalan söylememesi ve doğru konuşması şeriattır. Kalpten yalan düşüncesini uzaklaştırmak, eğer zorlayarak ve çalışarak olursa tarikat, eğer zorlanmaksızın müyesser olursa hakikattir.” buyuruyorlar.

Şeriat; kelime manası olarak büyük ve geniş cadde demektir. Yani çok şeritli otobanları düşünelim. Şeriat bu otoban mesabesindedir. Dolayısıyla şeriat hiçbir müminin hudutlarını aşmaya hakkı olmadığı bir büyük caddedir. Mezhepler, meşrepler bunların hepsi bu caddenin şeritleri gibidir. Hiç bir İslamî anlayış kendisine bunun dışında bir yol çizemez. İmam Efendi (ks) hazretleri: “Her kim şeriatın bir taşını yerinden kaldırmaya kalkarsa yerine başını koymak zorundadır.” buyuruyorlar. Bu yüzden bir insan tarikat mertebesine de, hakikat mertebesine de, marifet mertebesine de erse asla şeriat hudutlarının dışına çıkamaz. Bunu tersi şekilde anlayanlar dalalet içindedirler. 

Hâce Hazretleri de (ks) konuyla alakalı buyuruyorlar ki:

Bizim büyüklerimiz buyurmuşlar ki: “Bizim şeriatımız tarikatımızdır. Tarikatımız da şeriatımızdır.” Birbirinden farklı şeyler değil. 

Tarikat yol demektir, şeriattan daha geniş muazzam bir yol kimse düşünmemelidir. Cadde-i Kübra şeriattır. Tarikatsa; en büyük tarikat, şeriattır elhamdulillah. Bu anlamda bu şeriatın zühdünü, takvasını, verasını Kur’an’daki mübalağa tanımlaması ile “etkâ”sını anlamaya tarikat diyorsak, mesele yok. Onlar zaten şeriatla iç içe…” 

Lügavî ve ıstılahî manalarıyla ve büyüklerimizin kibarı kelamlarıyla şeriat kavramını açıklamaya çalıştık. Günümüzde gerek tasavvufi anlayışın içinde olmaya gayret eden kardeşlerimiz, gerekse de tasavvufi yaşantının aleyhinde olan kardeşlerimiz şeriat-tarikat ilişkisini yanlış anlamaktadırlar. 

Birinci kısımdakilerin ekserisi tarikatta amel edip biraz kendilerince kemalat kesp ettiklerini düşündüklerinde sanki şeriatı geçmiş gibi bir anlayış içine girmiş oluyorlar. Muhabbet adına şer-i şerifin bazı emirlerini hafife alıyorlar. Bunlarla uğraşanların zahirci olduğunu söylüyorlar. Bunun sonucunda da zaten ameli konularda zayıf olan insanlar bunu bir şey zannederek Hakk’ın emirlerini yerine getirmemeye başlıyorlar. Ehliyetsiz insanların telkinleriyle rahatlıkla harama ve hatta itikadi yanlışlıklara düşebiliyorlar. Namazı hafife alan, hatta kılmayan insanları mürşid kabul ederek onların nefislerinden gelen hezeyanlarını takva diye sahiplenebiliyorlar. O yalancı şeyhe sorduklarında da: “Biz sizin gibi değiliz, beş vakit namazı Kabe’de veya miraçta kılıyoruz!” yalanını söylüyor ve oradaki aklını ve gönlünü kiraya vermiş insanlar da bunu kabullenebiliyor. Kadınlarla birlikte oturup, onlara ellerini öptüren zalimleri kutup, ğavs, mehdi olarak kabul edebiliyor. 

İkinci kısım müslümanlar ise bunlara bakarak ehli tasavvufu şirkle, cahillikle, şeriata muhalefetle suçlayabiliyor. Belki bu sapıklara bakarak bunları söyleyebiliyor, fakat müslümanın zandan kaçınması gerektiğini düşünerek, yanlışları ön plana çıkmış bu yolun doğrusu nedir, diye araştırmıyor. Bunlara bakarak hemen şirk, küfür damgasını yapıştırıyor. Dolayısıyla da bu güzide yolun büyükleri olan evliyaullah hazeratına düşmanlık ederek Allah Teala hazretleriyle arasını açıyor.

Bakınız büyük muhaddis, sûfi, fakih tacü’l-islam Ebu Bekir Muhammed b. İshak Buhari Kelabazi (ks), Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Taarruf isimli eserinde şöyle buyuruyor:

 

“Sufiler Allah Teala’nın kullarına farz, Rasulullah’ın vacip kıldığı hususların âkil ve baliğ olan her müslüman üzerine farz, vacip zaruri ve lüzumlu olduğu bu gibi hususları tatbik etmede geri kalmanın ve bu konularda ihmalkar davranmanın hiç kimseye hiçbir şekilde caiz olmadığı mevzuunda ittifak etmişlerdir. Onlara göre en yüksek mertebelere vasıl olan, en üstün dereceleri ele geçiren en şerefli makamlara sahip bulunan ve en yüce mevkilere ulaşan sıddık, arif ve evliya bile dini hükümleri yerine getirme hususunda gevşek ve ihmalkar davranma hakkına ve yetkisine sahip değildirler 

Allah’ın helal kıldığı bir şeyin haram veya haram kıldığı bir şeyin helal veya yasakladığı bir şeyin mübah olması gibi şeriatla ilgili hükümlerin geçersiz sayılacağı bir makam insanlar için mevcut değildir. Özür ve meşru sebeplerden dolayı dini hükümlere riayet edilmemesi hali ise bütün müslümanlarca ittifakla kabul edilmiş ve şeriat tarafından hükme bağlanmış bir husustur.”

Nakşibendi yolunun son devir kutuplarından olan Abdurrahman-ı Tahi (ks) hazretleri 17. Mektubunda Molla Abdulkadir isimli talebesine buyuruyor ki:

Mümkün olan herhangi bir şekilde şeriatı aşmayan ve şeriat dairesinden çıkmayan şeylere tevbe talep etmeye gayret göstermek lazımdır. Asıl maksat şeriatı tebliğ etmektir. Allah Teala Rasulü’ne (sav) “Sana indirileni tebliğ et.” (Maide 67) diyor. Bu da şeriatın hükümleridir. Allah (cc), Rasulullah (sav) için şöyle buyuruyor:

“De ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran 31)

Allah (cc) yine şöyle buyuruyor: “İnsanları Allah’a çağıran iyi iş yapan ve ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir.” (Fussilet 33)

Bir şeyin size zarar vermemesi için Allah (cc) size şöyle buyuruyor:

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr 7)

Ğavsu’l-Azam Abdulkadir Geylani’nin (ks) tarikat silsilesinin kendisiyle sona erdiği Seri es-Sakati’den (ks) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

“Tasavvuf üç şeyin manasının ismidir.

1.Sufinin marifet nuru, verasının nurunu söndürmez. İrfanı arttıkça ameli fazlalaşır.

2. Kitap ve sünnetin zahirine ters düşen batini ilimler konuşulmaz.

3.Allah’ın haram sırlarını aşan kerametleri barındırmaz.”

Yine mürşidimiz canımız cananımız Hâce Hazretleri (ks) konuyla ilgili buyuruyorlar ki:

“Niye suç mu olur şeriatçı biri tarikata da girse şeriatta bildiklerini tarikat berzahında da amele dökse, yaşasa, ahlakını güzelleştirse, kalbini tasfiye etse, ruhunu alayı illiyyine ulaştırsa, nefsini tezkiye etse. Bunlar şeriatın içinde olmayan bir şeyler mi? Şeriat da yok mu bunlar? Peki, tarikatta şeriat yok mu? Hangi mürit, hangi ihvan, hangi derviş -ne diyorsanız- hayat ölçülerini Kur’an’dan almıyor. Hak-batıl mevzularını, helal-haram mevzularını, mahrem namahrem mevzularını, nikah-talak mevzularını, bey’ ve şir’a ticaret mevzularını, bunlar için hangisi şeriata muhtaç değil? Yani hangi tarikatın böyle kendine özgün bir hukuku var tarikat hukuk belirlemek için değildir. Bir hukuk sistemi değildir. Tarikat var olan, mevcut olan İslam hukukunu en güzel şekilde uygulayan müessesedir. Tarikatın görevi budur. Tarikat insanı şeriatın dışına çıkarmaz. “Yani şeriat kışır, ben bunu aşarım.” diye bir şey yok. Tarikat seni şeriatın içinin İçine çeker. Şeriatta seni sabiteleştirir. Titizlik kazandırır sana. Dikkat yeteneğini dikkat anlayışını binlere katlar.”

Görülüyor ki, meseleye ehliyetli ve aklı ve kalbi selim büyüklerimizin pencerelerinden baktığımızda şeriat ve tarikat arasında insanı mükemmele sürükleyen kopmaz bir bağ vardır. Yine büyüklerimiz buyurmuşlar: “Şeriatsız bir tarikat zındıklık, tarikatsız bir şeriat da ahmaklıktır.” İki mübarek yol arasında farklılık gözetmek, birbirlerinden ayırmak insanı ne hakikate ne de marifete götürür. Hak olduğunu zannettiğimiz ve yıllarca emek verdiğimiz gayretlerimiz bizleri şeytanın çöplüklerine götürebilir. Bunun içinde gerçek Allah dostlarının ve onların yollarını takip eden ilim ehlinin sohbetlerini terk etmememiz gerekir. Şeriatı da tarikatı da onların dizlerinin dibinde talim ve tatbik etmeye gayret etmemiz gerekir. Bunu başarırsak Rabbimizin yardımının da bizimle olacağının bilinciyle dünya hayatımızı cennete çevirebiliriz.

Cenab-ı Hak bizleri her zaman dostlarıyla ve onların sevenleriyle hemdem kılsın. 

Amin...

 

Yazar: Vahdettin Şimşek

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort