JoomlaLock.com All4Share.net

ÜÇ DUA

Hamd âlemleri yaradan, kudret ve merhamet sahibi Allah Teâlâ’ya olsun.

Selât ve selâm ise Mevlâmız’ın insana en büyük hediyesi, âlemlere rahmet, mü’minlere şefkat kaynağı olan Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (sav) olsun.

Bu ayki yazımızda, Hâce Hazretleri’nin (ksa) bir süre önce Kocaeli/Derince, Kasr-ı Ârifân Derneği’nde yapmış olduğu bir sohbette kısaca aktardıkları bir rivayeti açmak istedik. Peygamber Efendimiz’in (sav), ashabına anlattığı, Buharî-Müslim gibi sahih kaynaklarda nakledilen ve hayli meşhur olan bu rivayeti Hâce Hazretleri ile daha önce müzakere-mütalaa etmiştik. Bugüne, yaşadığımız toplum içerisindeki olaylara bakış ve çözüm noktasında çok önemli  mesajlar içerdiğinden bu kıssayı biraz açarak paylaşmayı uygun gördük.

Geçmiş milletlerden üç kişinin başından geçen bir olayı Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (ra) Peygamber Efendimiz’den (sav) şöyle rivayet ediyor:

Resûlullah (sav) buyurdular ki; Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) Geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında; “Bizi bu kayadan, salih amellerimizi şefaatçi kılarak Allah’a yapacağımız dualar kurtarabilir!” dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi; “Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum.” derken şafak söktü:

“Ey Allahım! Bunu senin rızan için yapmışsam, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!”

Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi. İkinci şahıs şöyle dedi; “Ey Allahım! Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim, kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada; ‘Allah’ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!’ dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.”
“Ey Allahım! Eğer bunları senin rızayı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar.”

Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.

Üçüncü şahıs dedi ki; “Ey Allah’ım! Ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve;
‘Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!’ dedi. Ben de:
‘Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git, bunları al, götür!’ dedim. Adam:
‘Ey Abdullah, benimle alay etme!’ dedi. Ben tekrar:
‘Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git, hepsini al, götür!’ diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.”

“Ey Allahım! Eğer bunu Senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!” dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler. [Buhârî, Enbiya 50, Büyü’ 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Dâvud, Büyü’ 29, (3387).]

Efendimiz’den (sav) rivayet edilen kimi farklı vecihlerde yağmur nedeni ile mağaraya sığınıldığını da ifade edilmekte.

Bu rivayete ulema birçok yorum getirmiş, birçok fıkhî hüküm çıkarmışlar. Geçmiş milletlerin yaşadığı tecrübelerden ders alınması,  kıssaların aktarılarak eğitimde kullanılması, salih amellerin vesile edilerek Allah’tan yardım istenebileceği, yağmur duasında da salih amellerin vesile edilebileceği, anne babanın çocuklara tercih edilmesi, Allah adı anıldığında şehvetten uzaklaşmanın Hak katındaki değeri, çalışanların hukukuna riayet etmek, yiyecek karşılığında işçi çalıştırmak, tövbenin önemi, emanete riayet,  salih kimselerin kerametlerinin hak olduğu, emanet mal ile ticaret yapılırsa kârın mal sahibine ait olacağı yahut (İmamı Âzam efendimizin görüşü) kârın çalıştırana ait olacağı ancak kârın tasadduk edilmesi… gibi.

Hâce Hazretleri (ksa) bu rivayet üzerine sohbet ederlerken; Efendimiz’in (sav), üç kişi örneğinden hareketle bir toplumun önündeki kayanın kaldırılması ve toplumun felah bulması için dikkat edilmesi gereken üç şeyin; ana baba hakkı, zinadan sakınma ve çalışan hakları olarak belirttiğini söylemişlerdi. Efendimiz’in işareti ve Hâce Hazretleri’nin benzetmesi ile bugünün hastalıklarının tespiti ve tedavisi bize öğretilmekteydi bu kıssa vesilesiyle.

Rivayetteki kişi sayısının üç olması zaten cemaat-toplum mânâsında anlamaya elverişlidir. Efendimiz’in (sav) buyurduğu; “Üç kişi olursanız içinizden birini emir tayin edin.” ya da cuma namazı için en az sayının (Hanefi fıkhına göre) üç olması örneklerinde olduğu gibi.

Dara düşmüş, zorda kalmış bir toplumun çıkış yolu arayışında bu üç hukuka riayet etmesi vurgulanıyor. Bu yazımızda birinci hukuk anne baba hakkı, aile ortamı üzerinde durmak istiyoruz. Bu örnekteki salih zat, şafak sökmesine kadar anne babasının uyanmasını bekleyen, onlara içirmek için elinde süt kabı olduğu halde sabahlayan, en önemlisi kendi çocukları ayaklarının arasında açlıktan kıvranırken dahi anne babasını önceleyen bir anlayışa sahip. Bu anlayış Cenâbı Hakk’ın hoşuna gidiyor. Bu tavırdaki ihlâs kapıyı aralıyor.

Kur’ân-ı Kerim’de çocuklarınızı sevin diye bir hüküm yok. Çünkü çocukları sevmek fıtrattandır. Herkes kendi parçasını, kendine ait olanı sever. Tam tersine ait olduğumuz, parçası olduğumuz şeyi anne babamızı sevmemiz bize emredilmektedir. Biz zahirde anne babamıza, hakikatte ise yaratıcımız olan Rabbimiz’e aidiz. O bize kendi ruhundan üfleyerek; “İnsanlar ı’yalim(ailem)dir.” buyururken birinci derecede çocuklarımıza değil ebeveynimize ilgi göstermemiz gereğini emreder. İnsan sahip olduğu kadar değil ait olduğu kadar kıymet kazanır. Anne babaya teşekkür etmeyen Allah’a şükredemez; “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine ‘öf’ bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle, onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse Sen de onları esirge!’ diye dua et.” (İsra Sûresi 23/24)

Anne babasına hizmeti önceleyen kişinin belli ki Cenâbı Hakk’ı bir tanıyışı var. Eğer Hak Teâlâ’yı o yönü ile tanımasa şafak sökene kadar beklemeyi bir ibadet, Hakk’a sunuş olarak gerçekleştiremez. Üstelik çocukları ayaklarına sarılıp ağlarken bunu yapamaz. Zaten anne babasını koruyup kollamayı ibadet bilinci ile sürekli yaptığını belirtmektedir. Veysel Karânî Hazretleri’nin annesine hizmeti misali. Karânî  Hazretleri de Mevlâ ile bir vuslat hâli yaşamasa mümkün müdür ki Kâinatın Efendisi’ne (sav) bunca aşkı-yanışı varken O’nun yanına gelmesin. Bu salih zâtın da böyle bir yönü olduğu anlaşılıyor.

Bu örnekteki zâtın diğer hallerinin dört dörtlük olduğuna dair bir rivayet yok, fakat ebeveynine hizmetini tamamen gönül rızası ile yapması ve bunu sunuşa dönüştürmesi kayanın aralanmasına vesile oluyor. Şunu da anlıyoruz ki darda kalan bir toplumda çıkış için herkes aynı seviyede olmaz, aynı kapıyı açtıramaz. Her kulun Mevlâsı ile farklı bir ilişkisi vardır. “Nefisler adedince  Allah’a  giden yol vardır.” hikmetince bu salih kişi anne babaya hizmet ile Hakk’ın rızasını yakalamıştır.

Elindeki süt kapları ile şafak sökünceye kadar beklemesi de çok ilginçtir. Bu salih kişi “bekleme ibadetini” bilen bir kişidir. Efendimiz (sav) kendisine buluşma sözü veren kişiyi aynı yerde tam üç gün beklemiş o kişi gelmeyince onu bularak; “Bana eziyet verdin.” buyurmuştur. Abdulkadir Geylânî Hazretleri ile  Hz. Hızır’ın kıssası malumdur. Hz. Hızır’ın  “Bekle!” sözü üzerine Geylânî Hazretleri bir yıl beklemiş, ikinci gelişinde “Hâlâ bekliyor musun?” deyip geleceğini söyleyerek tekrar gitmiştir. Üç yıl sonra dönüp geldiğinde Abdulkadir Geylânî Hazretleri’nin (ks) aynı yerde sabırla beklediğini görünce Hz. Hızır ona “Senin benden alacağın bir şey yok.” diyerek ayrılıp gitmiştir. Bir diğer örnek ise Ğavs Hazretleri’nin (ks) üstadı Şah-ı Hazne (ks) tarafından bırakılmasıdır. Bir yere seyahat ederlerken Ğavs Hazretleri’ne; “Molla Abdülhakim, in!”  buyururlar. Hz. Ğavs hiç tereddüt etmeden araçtan iner, dağ başında, o ıssız yerde indiği şekli ile hiç kıpırdamadan bekler. Saatler sonra ihvan arkadaşları Şah-ı Hazne’ye Ğavs Hazretleri’ni hatırlatırlar.    “Gidin , getirin. Bakın bakalım, nasıl duruyor?” buyurur. Hz. Ğavs’ı  almaya geldiklerinde, arabadan indiği o ıssız yerde kıpırdamadan bekler halde bulmaları herhalde sülûkunu ikmal ettiği an olsa gerek.

İslam eğitiminin temel ibadetlerinden hac vazifesinde, Arafat’ta Vakfe (durmak, beklemek) de bu meyanda iyi anlaşılması gereken bir rukündür. Yalnız bu bekleyişlerin bütününde içten tazarru ile yalvarış-yakarış-yöneliş olduğu da muhakkaktır. Beklemek asla pasif bir duruş değildir. Vücuda sükunetin hakim olması için azaların sakin, hareketsiz bir hâl alması zorunluluktur. İnsanın kendisi ile baş başa kalabilmesi için sessiz, hareketsiz kalması, hele bunu gecenin dinginliği içinde yapması Mevlâ-yı Müteal Hazretleri’nin lütuf ve ikramlarına mazhar olunması için en uygun ortamdır.

Hâcegân büyüklerinin “Rabıtayı kediden öğrendik.” buyurmaları misali, kedi nasıl hedefine odaklanır beklerse bu salih kişi de elinde süt kabı anne babasının baş ucunda onları uyandırmaya kıyamadan beklemektedir. “Anne babanın yüzüne bakmak ibadettir.” hikmeti de bu bağlamda düşünülürse bu hizmetten kim bilir ne kadar haz almış olmalı ki şafak sökene kadar süren bir bekleyiş rivayet ediliyor.

Anladığımız  kadarı ile kişinin salahı ve toplumun hidayeti için birinci sırada anne baba hukuku gelmektedir. Çünkü “Cevami-ül kelim-Az söz çok mânâ” özelliği olan Hakk’ın Habibi, ümmetin sahibi Efendimiz’in (sav) birinci sırayı anne baba hukukuna vermesi de manidardır. Çünkü insanın fıtratını şekillendiren birinci ortam aile ortamıdır. Bu ortamın Cenâbı Hakk’ın rızasına uygun olarak tanzim edilmesi gerekir. Zahiren çocuklarına sert-katı davranan bir baba görüntüsü verilse de bu tutum Mevlâ’nın hoşuna giden salih bir amele dönüşmektedir. Demek ki çocuklara eğitim verilirken gözyaşı bizi doğru davranıştan alıkoymamalıdır. Ataların dediği “Merhametten maraz doğar.” ifadesi herhalde burada geçerlidir. Aile ortamı içerisinde çocuk sevgiyi kullanarak şımarabilir. İtaatsiz-isyankâr bir tutum geliştirebilir. Çocuk, kendi istek ve arzularının üstünde belirli prensipleri görürse iradesi erken yaşlarda şekillenecek;  heva merkezli değil rıza merkezli tercih onun şahsiyetinde netleşecektir. Burada şu yanlış anlaşılmamalıdır; baba, çocuklarının hakkını ana babasına vermemektedir. Çocukların yiyeceği ayrılmıştır, fakat ebeveynine ikram etmeden onlara yedirmeyi uygun bulmamaktadır. Çocuklar aç bırakılmamakta, sadece ertelenmektedir.

Gerçi sahabe efendilerimizde görülen misafire ikram ederek kendilerinin aç yatması olayı daha büyük bir tercihtir. Öyle ki Cenâbı Hakk’ın hoşnutluğunu gayrete getirmiş, ayeti kerime ile teyid edilerek, o gecenin sabahında Efendimiz (sav)  aileyi müjdelemiştir. Bu isar ahlâkıdır ki  kendi muhtaç olduğu halde misafirine yedirip içirmektir.

Elhamdülillah, önceki ümmetlerin salihlerinin başardığı şeylerin fazlasıyla sahabe efendilerimizde olduğunu görmek de bizim için gurur verici bir şeydir ve bu durum ümmetin sahibinin büyüklüğünü gösterir.

Hele Hz. Cabir’in (ra), evlat sevgisi ve Efendimiz’in (sav) misafirliğe gelişi arasındaki tercihi vardır ki bu akılla izah edilebilir bir şey değildir. Bu ancak fedadır, sevdadır, aşktır. Özetle, iki çocuğu da o gün ölen Hz. Cabir ve hanımı, Efendimiz üzülmesin diye çocukların üstünü örterek Efendimiz’i (sav) sofraya davet eder. Fakat üç sefer mazerete, üç sefer Hz. Cebrail (as) “Çocukları da sofraya çağır ya Resûlallah!” diyerek Efendimiz’in (sav) elini tutar. İş ortaya çıkınca Efendimiz (sav) bu fedaya karşılıksız kalmaz, mübarek ağzının suyundan çocukların kesik boynuna sürerek ikisini de hayata döndürür.

Sonuç olarak,  bireysel kemâlat açısından olsun, toplumsal hidayet açısından olsun anne baba hukuku  çok önemlidir. Efendimiz’in (sav) ifadesi-işareti ile bu hukuk birinci sıradadır. Diğer iki rivayeti sonraki yazımızda açmaya çalışacağız inşaallah.    

Cenâbı Hak, Hâce Hazretleri (ksa) tarafından bizlere öğretilen bu hikmetleri anlamayı, teslimiyetle, muhabbetle yaşamayı nasip etsin. Ana babamızı affeylesin. Bizleri Kendine kul, Habibi’ne gül, ümmetine yol eylesin...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « İKİNCİ DUA SEVDİRİLEN ÜÇ ŞEY »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort