JoomlaLock.com All4Share.net

TEVBE ETMEK

Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. (Nur: 31)
Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. (Bakara: 222)

Ayıpları örten ve gaybı bilen Allah’a (cc) dönüş yapmak sureti ile günahlardan tevbe etmek, salikler için seyr-u sulûkün başlangıcı ve ilk kapısıdır.

Hata yapmamak Allah’ın (cc) dergâhına yakın bulunanlara (meleklere) mahsustur. Telafi etmeksizin sadece şerre yönelmek de şeytanların tabiatıdır. Şerre girdikten sonra hayra dönmek âdemoğulları için elzem bir harekettir. Yani yaptığı kötülükten hayra dönmekle, şerrin telafisine çalışan insandır.

İnsanı şerden iki ateşten biri kurtarır: Ya pişmanlık ateşi ya da cehennem ateşi! Bu bakımdan insan cevherini, şeytanın pisliklerinden kurtarmak için ateşte yakmak zaruridir.

İşte burada (dünyada) iki ateşin en kolayını seçmek, iki şerrin en hafifini tercih etmek olanağına sahibiz. Ahirette seçme olanağımız yok. Ya burada pişmanlık ateşi ya da orada cehennem ateşi… Temizlenmenin başka yolu yok.

Tevbe; fiil, hal ve ilim terkipli üç şeyden gelişen ve birleşen bir mânâdan ibarettir. Bu terkipteki birinci madde ilimdir, ikincisi haldir, üçüncüsü fiildir.

İlim emredilenlerdeki hayrı, faydayı, güzelliği, olgunluğu ve yasaklardaki kötülüğü, zararı ve noksanlığı kavramaktır. Yani günahların kula büyük zararlar verdiğini ve sevdiği ile arasına perde olduğunu idrak etmektir.

İnsan bunu kesin bir şekilde bildiği ve kalbine gelen bir yakîn ile buna vâkıf olduğu zaman, sevdiğinden perdelenip uzaklaştığı için kalbinde bir elem meydana gelir. Eğer sevdiğinden perdelenip uzaklaşma fiili gerçekleşirse esef ve üzüntüye dalar. İşte sevdiği şeyi elinden çıkartan fiilinden duyduğu eleme nedamet (pişmanlık) adı verilir. Bu pişmanlık kalbi kapladığı zaman kalpte hal, mazi ve istikbal ile alakası olan bir durum meydana gelir.

Bu durumun hâlihazır ile olan alakası günahın terk edilmesidir. İstikbal ile olan alakası, kendisini sevdiğinden perdeleyen günahı terk etmeye ömrünün sonuna kadar azimli olmasıdır. Mazi ile olan alakası ise, gücü yettiğince elden kaçan fırsatları telafi edip kaza etmesidir.

Bu bakımdan ilim, bütün bunların başı ve hayırların doğuş merkezidir. Buradaki ilimden gaye iman ve yakîndir. İman; günahların helak edici zehirler olduğunu tasdik etmekten ibarettir. Yakîn; bu tasdiki te’kid ve takviye etmekten, şüpheyi imandan uzaklaştırmak ve kalbe hâkim kılmaktan ibarettir. Zira ahiretteki saadetin bir sebebi vardır. O da ibadet ve itaattir. Şekavetin de bir sebebi vardır. O da günah ve isyandır.

Kul tevbe ile Allah’a inabe ederse günah ve isyanlardan korunması mümkün olur. İnabenin birinci basamağı Allah’tan (cc) korkmaktır. Mümin günahının zulmetinden dolayı Allah’tan (cc) korkar. Hepimiz Allah’tan (cc) korkuyoruz, Allah’tan (cc) korkmayan mı var? diye düşünülebilir. Evet! Fısk u fücur içinde yaşayanlar bile dönem dönem işledikleri masiyetlerden dolayı hüzünlenirler. Geçmiş vakitlerini zayi ettiklerinden dolayı mahzun oldukları halde kaybettiklerini telafi etmeye yönelmeyerek, yine nefislerinin ve tabiatlarının gereği gibi hareket ederler. Allah’a (cc) inabe ederek ahlaklarını değiştirmek için gerekli ilk adım olan ariflerin sohbetlerine, meclislerine gitmezler. İşte bunların, hüzün ve esefleri yalandır. Büyüklerimiz: “Sen bir âdem görsen ki, Allahu Teâlâ’dan uzak düştüğü ve perdelendiği için ağlıyor, ancak günah ve isyanını terk edip salih amel işleme yoluna gitmiyorsa, o âdem hüzün ve ağlamasında şüphesiz yalancıdır.” buyuruyorlar. Gelin biraz insaf edelim. Yaşantımız hiç de Allah’tan korkanların yaşantısı değil.

Kul kendi acziyetini ve bu acziyeti ile beraber cesaretini, bunun yanı sıra Allah Teâlâ’nın azametini, her şeyi görüp kemaliyle işittiğini bilir ve kalbine yerleştirirse, kalbi onun günah işlemesine itaat etmez.

İnabenin ikinci basamağı Allah’tan (cc) hayâ etmektir. Kul Allah (cc) benimle beraberdir diye inandı mı, azametinden utanır. Rabbim beni görür, kalbimi bilir, hareketimi murakabe eder demekle Allah’a (cc) karşı mahcub olur. Allah Teâlâ’nın kulu ile beraberliği iki türlüdür. Birincisi umumi beraberliğidir. Ki bu Allah’ın (cc) her şeyi bilmesi ve hiçbir şeyin O’na gizli kalmamasıdır. İkincisi özel beraberliğidir. “Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara: 153) ayeti celîlesinin örneğinde olduğu gibi Allah’ın (cc) sabredenlerle, iyilik yapanlarla, takva sahipleri ile… olan beraberliği.

Eski günahlardan pişman olmak, hâlihazırda Allah’tan korkmak ve hayâ etmek, tevbede muvaffak olmanın şartıdır.

Ariflerin sohbeti ve nazarları Allah (cc) korkusu ve Allah’tan (cc) hayâ etmeyi kalbe celbeder. Bir başka ifade ile Allah (cc) erleri, kullara Allah’ı (cc) sevdirir. Kul da kendisinde gelişen bu sevgiyi korumak için Allah’tan (cc) korkmaya ve hayâ etmeye başlar. Sevgi çoğaldıkça, sevginin muhafızı olan korku ve hayâ da artar.

Allah Teâlâ’nın sevgisini ehlinden tahsil edip kalbine yerleştiren kul, O’nun sevgisinden dolayı günah ve isyanı terk eder. Zira seven bir kimse sevdiğine itaat eder. Terkin en üstünü de bu şekilde olandır. Allah’ı (cc) sevdiğinden dolayı günahı terk edip O’na itaat eden ile Allah’ın (cc) azabından korktuğundan dolayı günahı terk edip O’na itaat eden arasında, çok azim bir fark vardır.

Allah Teâlâ’nın muhabbetini gönle yerleştirmenin yolu, insanı kâmilleri sevmek ve sohbetlerinde bulunmakla mümkündür. Çünkü ehli kemalin vazifesi Allah’ı (cc) kullara, kulları Allah’a (cc) sevdirmektir.

Günah ve isyanı terk edip tevbe etmeye yönelmeye vesile olan durumlardan biri de Allah’ın (cc) nimetini ve ihsanını düşünmektir. Zira şerefli bir insan kendine iyilik edene kötülükte bulunmaz: “İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?” (Rahman:60) Buna göre Cenâbı Hakk’ın ihsanını ve nimetini düşünerek O’na karşı günah işlemekten hayâ edilmelidir. Allah’ın (cc) ihsanı ve nimetleri üzerimize yağarken, günah ve isyanımızın O’na yükselmesi ne kadar da çirkin bir durumdur. “Allah öyle bir Allah’tır ki; gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller ve meyveler çıkardı. Emir ve izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize ram etti. Akarsuları da size (faydalanasınız diye) musahhar kıldı. Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ayı ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi. O kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Eğer Allahu Teâlâ’nın nimetlerini birer birer saymak isterseniz, (ne mümkün?) siz nimetleri icmal suretiyle bile sayamazsınız. Hakikat insan elbet pek büyük bir zalim ve çok büyük bir nankördür.” (İbrahim.32-34)

Gelin zalim ve nankörlüğümüzü bırakıp “Ve enîbu ilallah/Allah’a inabe edin, Allah’a gelin.” emri şerifi gereği Allah’a inabe edelim. Yok, eğer bunu gücümüz yetmiyor ve muvaffak olamıyorsak: “Men enabe ileyye/Her kim bana inabe etmişse sende ona uy.” Emri şerifi gereği Allah’a inabe etmiş olan kâmillere uyalım, onlarla beraber olmaya çalışalım.

Rabbim bizi tevbede muvaffak eylesin ve bizleri Kendisine inabe edenlere tâbi olmaktan geri bırakmasın.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 MART SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « RIZK-I MANEVİ ALLAH’I SEVMEK »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort