JoomlaLock.com All4Share.net

TESLİM OLUŞ YA DA TESLİM ALINIŞ

Hamd âlemlerin Rabbi olan; Rahman olan, Rahim olan, Afuv ve Gafur olana…

Sonsuz selât ve selamlar Hakk’ın Habibi, Hâce-i Kâinat, Eşref-i Mahlûkat       Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’e olsun.

Bu yazımızda Efendimiz’in (sav) döneminde yaşanan iki hadiseyi naklederek o günden bu güne irşadı, tasarrufu anlamaya çalışacağız.

Birinci rivayette olayın kahramanı Umeyr bin Vehb el-Cühami (ra) ile ilgili, şöyle nakledilir:

Bedir vak’ası olduktan sonra, Umeyr bin Vehb el-Cühami, Safvan bin Ümeyye ile Bedir Savaşı’nda uğradıkları hezimeti konuşuyorlardı. Umeyr bin Vehb’in oğlu bu savaşta esir düşmüştü. Safvan, işimiz karıştı, dedi. Umeyr bin Vehb de doğru söylüyorsun, bundan sonra yaşamanın tadı kalmadı. Eğer borçlarım olmasaydı ve çoluk çocuğumun perişan olmasından korkmasaydım, Muhammed’i öldürmek için Medine’ye giderdim. Çünkü Muhammed Medine pazarında yalnız başına dolaşıyormuş ve herkesle konuşuyormuş. Ayrıca oğlum orada esir olduğu için, bir bahanem de var, dedi. Bunun üzerine Safvan, borçlarını ben ödeyeyim. Çoluk çocuğunun geçimini de üzerime alayım. Yeter ki sen bu işi yap, dedi. Böylece anlaştılar. Safvan, Umeyr’in yol hazırlığını yaptı. Kılıcını da bileyip, zehirli su verdi. Umeyr, bu sır aramızda kalsın. Sakın kimse farkına varmasın diye tembih ettikten sonra, Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Medine’ye varınca, mescidin önünde hayvanından inip, bineğini bağlayıp, kılıcını kuşandı. Resûlullah’ın (sav) yanına gitmek üzere yürüdü.

O sırada Ömer bin Hattab (ra) bir cemaat ile birlikte oturuyordu. Ümeyr’i görür görmez, bu köpeği tutun! O Allah’ın düşmanıdır. Bedir savaşında kavmini bizimle savaşmaya teşvik ediyordu. Bizim ordumuzun az olduğunu kavmine haber veriyordu, dedi. Bunun üzerine onu yakaladılar. Hazreti Ömer, Resûlullah’ın (sav) huzuruna gidip, durumu arz etti. Resûlullah “Onu getirin.” buyurdu. Hazreti Ömer bir eliyle Umeyr’in kılıcının bağını takıp boynuna bağladı ve sıkıca tuttu. Bir eliyle de kılıcının kabzasını tuttu. Böylece Resûlullah’ın (sav) huzuruna götürdü. Ensardan bazılarına da, Resûlullah’ın önünde oturun ve bunun saldırmasını engelleyin, dedi. Resûlullah (sav) bu durumu görünce “Ey Ömer onu salıver.’’ buyurdu. Sonra “Yaklaş Ey Umeyr! Niçin geldin?’’ dedi. Oğlum esir olmuştu onun için geldim, dedi. Resûlullah (sav) “Doğru söyle, doğruyu söylemedikçe kurtulamazsın.” buyurdu. O yine esir oğlu için geldiğini söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (sav): “Safvan bin Ümeyye ile oturup, Bedir Savaşı’nın hezimetini konuşmadınız mı? O senin borcunu ve ailenin geçimini üzerine aldı, sen de Beni katletmek için gelmedin mi? Sen Beni öldürmek için geldin! Fakat Allahu Teâlâ seni maksadına kavuşturmadı.” buyurdu.

Umeyr bunları işitince hakikati anladı ve Sen Allahu Teâlâ’nın Resûlü’sün. Şimdiye kadar cahilliğimden seni inkâr etmişim. Zira bu işi benden ve Safvan’dan başka kimse bilmiyordu. Bunu sana ancak Allahu Teâlâ haber verdi ve beni Müslüman olmakla şereflendirdi, diyerek Müslüman oldu.         Resûlullah (sav): “Kardeşinize İslamiyet’in hükümlerini ve Kur’ân-ı Kerim’i öğretiniz.” buyurdu. Umeyr bir müddet sonra Mekke’ye dönmek için müsaade istedi. Mekke’ye döndükten sonra pek çok kişi onun sayesinde Müslüman olmakla şereflendi. (Şevahid-ün Nübüvve M. Abdurrahman Câmi s.143)

İkinci rivayette, Kabbas bin Eşyem el-Kenani (ra) başından geçeni, Müslüman oluş hikayesini şöyle anlatmaktadır:

Bedir Savaşı’nda müşrikler tarafında idim. Müslümanların az oluşu ve bizim askerlerimizin, süvarilerimizin çokluğu hala gözümün önündedir. Bizim askerlerimizin her birinin nereye baksam kaçıştıklarını görünce içimden kendi kendime böyle bir şey görmedim. Savaştan ancak kadınlar kaçar, dedim. Sonra ben de kaçıp Mekke’ye döndüm.

Bir müddet sonra gönlüme İslamiyet’in merakı düştü. Medine’ye gideyim bakayım Muhammed (sav) neye davet ediyor, bir göreyim, dedim. Medine’ye varınca    Resûlullah’ın nerede olduğunu sordum. İşte mescidin gölgesinde ashabı ile oturuyor, diyerek gösterdiler. Yaklaşıp selam verdim ve ashabı arasında onu bildim. Bana “Ey Kabbas! Sen Bedir Savaşı’nda ben böyle bir şey görmedim. Savaştan ancak kadınlar kaçar diyen kişi değil misin?” buyurdu. Bunun üzerine ben şahadet ederim ki sen Allahın Resûlüsün. Zira o sözü dilimle söylemedim, içimden geçirdim ve hiç kimseye de açıklamadığım bir sırdı. Eğer sen Allahu Teâlâ’nın Resûlü olmasaydın, kalpteki sırra muttali olmazdın, dedim. Mübarek elini tutup biat ederek, Müslüman oldum. (Şevahid-ün Nübüvve M. Abdurrahman Câmi s.144)

Birinci rivayette artık kaçış olmayacağını anlayan Umeyr’in hidayet öyküsü nakledilir. Burada iki kişi arasında geçen, başka herhangi bir kimsenin bilmediği ve hiç kimseye söylememek üzere sözleşilen bir durum vardır. Kalbi kin ile dolu olan Umeyr, Cenâbı Peygamber’i (sav) öldürmeye kasdetmiştir. Geride bıraktığı kimselerden de artık endişe duymaması nedeniyle gözü karalık yapmaya niyetlenmiştir. Hz. Ömer’in (ra) mezkûr şahsı Medine’de görmesi üzerine aldığı tedbirler üzerinde durulması gereken bir durumdur. Evet, Cenâb-ı Hak (cc), Efendimizi (sav) korumaktadır. Fakat kul yapması gerekeni yapmaktan geri durmamalıdır. Elhamdülillah ki sahabe efendilerimiz Yahudilerin Hz. Musa’ya (as) dedikleri gibi “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz bekleyenlerdeniz.” demelerinin tam aksine “Ey Allah’ın Resûlü! Sen denizi göstersen yemin olsun ki denize dalarız!” demişler, “Anam babam sana feda olsun!” sözüyle sevgilerini dile getirmişler. O’na sormadan kapısının önünde nöbet beklemişler veya Hz. Ömer (ra) efendimizin yaptığı gibi bir tehlike sezdiklerinde hemen tedbir almışlardır. Bir taraftan kendi gücüyle Umeyr’i sıkıca tutması, bir taraftan Efendimiz’in (sav) önüne Ensar’dan birkaç kişiyi koruyucu olarak koyması bu bakımdan çok önemlidir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) hem Efendimiz, sahibimiz hem de emanetimizdir. Cenâbı Hak O’nu katına alıncaya kadar dostu, yaranı olmak. O’na sahip çıkmak, korumak hem dostluğun hem de kulluğun gereğidir. Yarın Mevlâmız (cc) “Siz de geçmiş ümmetler gibi yaptınız. Benim sevdiğime, peygamberime neden sahip çıkmadınız?” buyurursa ne cevap verebiliriz?

Ümmeti Muhammed tarih boyunca hep bu imtihandan geçmiştir. Cenâbı Hak (cc), Efendimiz’den sonra da hikmeti, hakikati taşıyacak varisler seçmiş ve onlarla muhatap olmuştur. Ümmete de bu varisi ekmel olan zatlara sahip çıkmak, hizmet etmek emredilmiştir. Dört halifeden sonra Hz. Hüseyin (ra) olsun, Hz. Zeynep annemiz olsun (rha), Hz. Zeynel Abidin (ra), Hz. İmam Caferi Sadık (ra) olsun bütün Ehli Beyt’e ya da İmam-ı Azam (rh.a), İmam-ı Ahmed b. Hanbel (rh.a), İmam Şafi (rh.a) gibi imamlara veya sonraki dönemin seyyidi, sülehası, mürşidi Hz. Pir Abdulkadir Geylânî (ks), Hz. Hasan Şâzelî (ks), Hz. Şahı Nakşibend (ks) gibi zatlara sahip çıkmak, hizmet etmek ümmetin imanı, vicdanı, vefası ve dolayısıyla imtihanı idi. “Annenin çektiği çile kızına çeyizdir.” atasözü misali Hz. Ömer efendimizin ve ashabı kiramın başardığı teslimiyet ittiba ve aşkla hizmet idi. İşte bunlar, ashabın ümmete mirası idi.    

Bu rivayette ikinci husus, yalnızca iki kişinin bildiği bir sırrı Cenâbı Peygamber (sav) Efendimiz’in o kişiye bildirmesidir. Burada bir teslim alınış söz konusudur. Efendimiz’in onca sözü, sohbeti, doğrudan ya da dolaylı ulaşan mucizeleri tesir etmemiş, bu insan tebliğin on üç yıllık Mekke döneminde Müslüman olmamış, hatta müşrik-münkirler safında aktif olarak yer almış, Bedir’de savaşmış, Müslümanlara karşı yine kin dolu olarak Hz. Peygamber’in huzuruna gelmiştir. Fakat Efendimiz’in Mekke’deki görüşmeyi ve planlarını açıkça belirtmesi, onu elden ayaktan düşürmüştür.

“Doğruyu söyle, doğru söylemedikçe kurtulamazsın.” ifadesi teslim alınıştan önce iradeye son çağrıdır. Kişinin kendi iradesiyle, tercihiyle iman etmesi asıl istenen şeydir. Fakat yine yalanda ısrar edince hakikat yüzüne vurulur, artık daha yapacak bir şey kalmamıştır, teslim olmaya mecburdur.

İkinci rivayetteki Kabbas b. Eşyem el-Kenani adlı kişinin sırrı daha derindedir. O, içinden geçirdiği bir duygunun, düşüncenin yüzüne vurulması ile karşı karşıyadır. Gerçi iman kıvılcımı onun içinde yanmaya başlamıştır. İslamı merak etmeye ve dini Efendimiz’den öğrenmeye Medine’ye gelmiştir. Fakat o da hiç kimseye söylemediği, sadece içinden geçen bir düşüncenin dile getirilmesi ile teslim alınmıştır.

Bu yöntem Kâinatın Efendisi (sav) Efendimiz’den sonra varis-i ekmelleri tarafından da kullanılmıştır. Kişinin kalbinin mutmain olabilmesi için, ona ait çok özel bir duygunun, durumun dile getirilmesi söz konusudur. İnsanın iradesinin ve tercihinin haktan yana olabilmesi için mutmain oluş önemlidir. Bu durum manevi eğitimin sonraki dönemlerinde de geçerlidir. Hatta Hz. Peygamber (sav), Hz. Ömer’e haber göndererek, “Bak daha önce şöyle şöyle söylemiştim, dediğim oldu gördün mü?” gibi ifadelerine Ömer efendimizin “Ey Allah’ın Resûlü! Kendinizi yormayın biz sizin peygamberliğinize iman etmişiz!” mukabelesi nakledilir.

Peygamber Efendimiz’den sonra irşadı devam ettiren varislerde bu mutmainlik ilişkisi devam etmiştir. Halife Hz. Ebu Bekir zamanında Enes bin Malik (ra) Peygamber Efendimiz’i rüyasında hurma yerken görür. O’ndan hurma ister. Efendimiz birer birer arttırarak dokuz hurma verir. Uykusundan uyanan Hz. Enes mescide gider sabah namazını kılar. Halife Hz. Ebu Bekir’in hurma yediğini görür. Ondan hurma ister o da birer birer arttırarak dokuz hurma verir. “Daha arttır!” isteğine “Eğer Hz. Peygamber arttırsaydı biz de arttırırdık.” cevabını alır.

Dört halifeden sonra eksen kayması başlamış, hilafet saltanata dönüşmüş, ümmet içerisinde kalbî mutmainliği Peygamber varislerinde değil farklı fikir ve düşüncelerde ya da maddi tercihlerinde aramaya başlayan insanlar fitne-fücurun kaynağı olmuşlardır. Harici, Mutezili, Şii ekolleri gibi akımların temel çıkış nedeni, irşad merkezini, Peygamber varisini tanıyamamak veya bilerek sahip çıkmamaktan kaynaklanmıştır.

Osmanlı döneminde elhamdülillah Şeyh Edebali (ks) Hazretleri’nin attığı tohum hem Osman Gazi’nin gönül toprağında yeşermiş hem o büyük çınar 700 yıl boyunca -inkıtaa uğrasa da- meyvelerini vermeye devam etmiştir. Cumhuriyet sonrasında yaşanan kuraklık, çöl ortasında vahalar şeklinde evliyaullah gayretleriyle devam etmiştir. Büyüğümüz Hâce Hazretleri’nin “Küfür bitmez, kıyamete kadar devam edecektir ama zulmün ömrü 100 yıldır!” hadisi şerifinin, mütalaası çerçevesinde buyurdukları “Sultan Abdülhamit’in 1909’da tahttan indirilişi, 2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi zulmün bitişinin yaklaştığına” dair bir işaret olarak ifade edilmiştir.

Vahalar çölün yeşile dönebilmesi için daima bir umut olmuştur. Eğer bizler bugünün Peygamber varisi insanı kâmilinden istifade ile gönül topraklarımızın rahmet yağmurları ile yıkanması, hakikat ve marifet tohumları ile tohumlanmasına yönelirsek Mevlayı Müteal Hazretleri bu topluma yine izzet, yine nusret edecektir. Cenâbı Hak bunu kolaylaştırsın. Âmin. Velhamdulillahi Rabbil âlemin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort