JoomlaLock.com All4Share.net

TAŞKESENLİ MUHAMMED SIRRI EFENDİ

TAŞKESENLİ ŞEYH

MUHAMMED SIRRI EFENDİ

(1895 – 1954)

Taşkesenli Şeyh Ahmet Efendi’nin küçük oğludur. 1895 yılında Erzurum Caferiye Mahallesi, Caferiye Camii yanındaki (şu anda yıkılmış olan) bir evde dünyaya gelmiştir. Annesi, aynı zamanda babasının amcası kızı Sariye Hanım’dır. Ailesi 1250’li yıllarda Bağdat’tan göç ederek Şam, daha sonra da ilim ve irşat vazifesi ile muhtelif yerlerde ikamet ettikten sonra 17. yüzyılda Bingöl’ün Hacılar köyüne, 1870’li yılların sonunda yine ilim ve irşat görevi ile Erzurum’a yerleşmiştir.

İlk tahsiline, Caferiye medreseleri müderrisi olan ağabeysi Şeyh Ziyaeddin Efendi’nin yanında başlamış, fıkıh, kelâm, hadis, tefsir ilimlerini burada ikmal etmiştir. Ağabeysinin vefatından sonra mantık ve Farsçayı, Tortum Müftüsü (Büyük Müftü) aynı zamanda ablasının da kocası olan Muhammed Sıddık Efendi’nin (Mehmet Bey) yanında okuyarak icazet almıştır.

Bilahare, Babası’nın halifesi, (dayısı da olan) Taşkesenli Şeyh İbrahim Efendi’ye teslim olmuş ve irşat ilmini bu zatın yanında ikmal ederek halife unvanını almıştır.

Şeyh Muhammed Sırrı Efendi; 14 yaşında iken babası vefat etmiştir. 18 yaşında iken I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine ağabeysi Şeyh Ziyaeddin Efendi’nin başkanlık ettiği, talebeleri ve müritlerinden müteşekkil milis birliği ile birlikte Sarıkamış cephesinde savaşa katılmış, genç yaşına rağmen büyük yararlılıklar göstermiştir. Bu savaşta, ağabeyi Şeyh Ziyaeddin Efendi’nin hastalanarak vefat etmesi neticesinde, gerek ailenin idaresinin kendisine kalması gerekse de Erzurum’un Ruslar tarafından işgal edilmesi, tahsil ve irşat hayatında büyük güçlükler teşkil etmiştir. Babası, bilahare de ağabeysinin müderrisliğini yaptığı Caferiye Medreseleri dağıtılmış tahsile devam imkânı kalmamıştı. Ruslar, daha ziyade de Ermenilerin Erzurum merkezdeki zulmünden çok sıkıntı çektiklerinden medreseyi Taşkesen’e, dayısı Şeyh İbrahim Efendi’nin yanına nakletmek mecburiyetinde kalmışlardı. Bütün bu zorluklara rağmen hem tahsil hem de irşat vazifesine, talebeleriyle birlikte devam etmeye çalışmıştır.

1924 - 25 yıllarındaki din âlimlerine karşı yürütülen hareketlerde tutuklanarak Erzurum’da uzun müddet hapis yattıktan sonra tahliye edilmiş ancak Erzurum dışında ikamete zorlanmıştır. Bunun üzerine Pasinler Toparlak köyünde ikamete başlamış, çok zor şartlar altında Pasinler, Narman, Tortum ve Erzurum merkez ve köylerinde ilim ve irşat vazifelerine devam etmişlerdir.

Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin devri istifadesinde tekke ve zaviyelerin kapatılması, medreselerin de ilgası ilmi sahada çalışmalarını engellemiştir. Buna rağmen çevresindekilere maddi ve manevi ilimlerle yardımcı olmaya devam etmiştir. Bu şartlara rağmen maddi ve manevi sahada onlarca ilim adamı yetiştirmiştir. Dayısının oğlu Şeyh Abdulkuddüs Efendi, büyük oğlu ve Güllü imamı Şeyh Abdurrahman Efendi, oğlu, aynı zamanda Ahkâm Tefsiri ve İbni Abidin’in mütercimi büyük âlim Mazhar Taşkesenli Hoca, amcazadesi Molla Said Efendi, bu dönemde yetiştirilmiş âlimlerden bir kaçıdır.

Şeyh Muhammed Sırrı Efendi; uzun müddet Erzurum’un muhtelif camilerinde, bilhassa Caferiye ve Kadana camilerinde merkez vaizliği yaparak da yine irşat görevine devam etmiştir. Çok sayıda görülmüş kerametleri müritleri tarafından nakledilmektedir. Müritlerinden Hacı Muhammed Gökdemir, beraberinde yaptığı bir hac seyahatini şöyle anlatmaktadır: 1950 yılında Hocam Muhammed Sırrı Efendi Hazretleri, Hacı Adil Sağlam Bey, eşi ve ben dört kişi Hacc’a gitmek üzere trenle İstanbul’a hareket ettik. Tren yolculuğumuzda, bitişik kompartımanda Erzurum 3. Ordu Komutanı tayinle İstanbul’a gidiyordu. Hocamla tanıştıktan sonra yol boyunca Hocamla hasbıhal eder ve Hocama çok hürmet ederdi. İstanbul’da Sabuncu Rıfat Evyap Bey bizi karşıladılar ve evlerine misafir ettiler. On dört gün burada kaldık. Rıfat Bey’in babası Abdurrahim Efendi büyük bir âlim idi. Erzurum’da noterlik de yapmıştı. Akşamları Hocamla ilmî sohbet ederlerdi. Daha yaşlı olmasına rağmen Hocamın karşısında devamlı dizde oturur Hocamın bütün ısrarlarına rağmen oturuşunu değiştirmez ve çokça hürmet ederdi.

4 Eylül 1950 günü “Yakub Kaptan” vapuru ile İstanbul’dan hareket ettik. İki yataklı bir odada ben ve Hocam kalıyorduk. Vapur seyahatimizin boş zamanlarında Hocam bizlere ve diğer yolcu arkadaşlara Mevlânâ Halid Hazretleri’nin Mektubât’ını okur ve bizlerle sohbet ederdi. Bize cemaatle namaz kıldırırdı. Yolculuğumuz on dört gün sürdü. Giderken Beyrut’ta bir gece kaldık. Beyrut’tan bizim vapurumuza Afganistan Şeyhülislamı ve ailesi de bindiler. Yolculuk boyunca zaman zaman Hocamla sohbet eder ve Hocama çok hürmet ederdi. Cidde’ye vardığımızda Hattat Molla Mustafa Efendi ile karşılaştık kendisi Mekke Üniversitesi’nde hocalık yapıyordu. Mekke’de kaldığımız müddette sık sık Hocamı ziyarete gelir bazen de bizi, kaldığı Beyt-i Muazzama’nın vakıf odasına davet eder hizmette bulunurdu. Mekke’de Seyyid Abdülhamid Enkavi’ye misafir idik. Arafat’a vakfeden sonra çok şiddetli bir rüzgâr çıktı ardından yağmur ve dolu başladı, yağmurun şiddeti ile ceviz büyüklüğündeki dolular tokmak gibi başımıza vuruyordu. Öyle ki bir arkadaşımızın vücudunda, doludan dolayı morluklar meydana geldi. Hac dönüşü kısa bir süre sonra vefat eden bu arkadaşımızın vücudunda o morluklar yeniden çıktı. Mina’da iki gece kaldık. Gerek Arafat’taki şiddetli fırtına ve yağmurdan gerekse hacılar içerisindeki salgın hastalıktan dolayı Hocam rahatsızlanmış idi. Mina’daki ikinci gecemizde Hocam iyice hastalandı. Namaz vakitlerinde muntazam namazlarını kılıyor sonra yatıyordu. Bu hastalığa yakalananlar Hocamdan daha çok aciz durumda idiler fakat Hocam hiç aciz duruma düşmedi. Hocamın anlına buz sürdüğüm bir sırada, diğer hastaların durumuna bakarak “Hocam da bu durumlara düşebilir mi, düşerse ben ne yaparım? Hatta vefat ederse benim halim ne olur.” diye düşünerek sessizce ağlamaya başladım. Gözleri yumuk olan Hocam: “Oğlum Muhammed neden ağlıyorsun? Benim öleceğimden mi kokuyorsun?   Korkma hastayım ama inşallah Cenâbı Hak şifamı verecektir. Ben iyileşeceğim. Ne zamanki ben sana vasiyette bulunursam yapılacak şeyler hakkında bir şeyler söylersem o zaman benim öleceğimden kork.” Bayramın 4. günü Hocam iyileşti. Kalan taşlarımızı atarak Mekke’ye indik. Sonra Medine’ye doğru yola çıktık yollar şimdiki gibi değildi. Derme çatma arabalarla toz toprak içinde üç günde Medine-i Münevvere’ye gelebildik. Hocam Türbe-i Saadet’i tarikatımıza yakışır şekilde ziyaret ederdi. Medine-i Münevvere’den ayrılırken Hocam çok üzgündü. Cidde’ye geldik Cidde’de bir-iki gün kaldıktan sonra vapura bindik. Süveyş Kanalı’nın çıkışı, Port Said limanında, vapur şirketinin geçiş için ödemediği para yüzünden bir hafta bekledik. Orada kaldığımız son gece Hocam aynen şöyle dedi. “Bu gece rüyamda Seyda Hazretleri’ni (Babaları) gördüm. Yolumuzun açıldığını bana müjdeledi. Bugün inşallah yolumuza devam edeceğiz.” O gün hareket ettik. Kıbrıs’ın güneyinden geçerek Rodos adasının yakınlarında, ikindi namazından sonra hava karardı. Çok şiddetli bir fırtına ile birlikte deniz dalgalanmaya başladı. Fırtına ve dalga ile aşırı derecede sallanan vapurda, kimse ayakta duramaz oldu. Deniz tutmasıyla da yolcuların çoğu kendinden geçmiş gibi idi. Hocam o gece sabah namazına kadar güvertenin etrafında okudu ve dolaştı. Sabah namazından sonra deniz sakinleşmeye, fırtına dinmeye başladı. O vakit Hocama: “Kimsenin ayakta duramadığı bir zamanda ayakta durmaya ve dolaşmaya nasıl tahammül ettiniz?” diye sordum. Aynen şöyle buyurdu. “Ben o kalbe kırk sene hizmet ettim, emek verdim. Beni bu kadar taşımazsa neye yarar.” Bir kaç gün sonra İstanbul’a ulaştık oradan da Erzurum’a geldik.

Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin hayatında sıkça rastladığımız bir insan vardır ki ondan, onun takvasından ve mürşidine olan bağlılığından bahsetmeden geçemeyeceğiz. O adeta Şeyhine âşıktı. Görmeden duramazdı. Deli Molla lakabıyla meşhur Molla Mehmet (Güler)’den bahsediyorum. Deli Molla ile ilgili bir kerameti Taşkesenin yaşlılarından aynı zamanda müridi rahmetli Hacı Salih Koçak şöyle anlatır:

“Şeyh Efendi, Erzurum’dan kayınbabalarının da ikamet ettiği Tuzla köyüne misafirliğe gelmişti. Şeyhimin hizmetinde bulunmak için kendisiyle beraberdim. Sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra Şeyhim vird çekmeye başladı. O anda Molla Mehmet içeri girdi, şaşırmıştım. Seher vaktinde birçok kimsenin dışarı bile cesaret edemediği şu anda, bu insanın içeriye girmesi bizleri fazlasıyla şaşırtmıştı. Nereden gelip nereye gideceğini sorduğumuzda da: “Şakşak’ta (Tekman’ın yaklaşık 20 km. güneydoğusunda bir köy) sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıktım Şeyhimin kokusunu alıyordum. Beni bu tarafa doğru çekiyordu. Onun hasretiyle yanmıştım. İstikametim Taşkesendi (Taşkesen köyü ile Şakşak köyü arası tahminen 35 km. dir.) Ancak Kırkgöze mevkiine geldiğimde bu defa o kokunun batıdan (Tuzla Köyü tarafından ) geldiğini hissettim. Allah’ıma şükür ki Hocamı burada buldum” dediğinde Şeyh Sırrı Efendinin de: “İşte bu ilahi bir keramettir.” diye söylendiğine şahit oldum.

Şeyh Muhammed Sırrı Efendi 7 Temmuz 1954 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. 59 yaşında vefat eden Şeyh Muhammed Efendi’nin türbesi Asri Mezarlığı’ndadır

Şeyh Muhammed Sırrı Efendi’nin, 7 erkek 1 kız çocuğu olmuştur. Oğullarından, Abdurrahman Efendi, Halid Efendi, Mazhar Efendi, Eşraf Efendi medrese tahsili ile sahalarında çok iyi yetişmiş birer âlim olarak çevrelerindekilere dini ve ilmi hizmetlerde bulunmuşlardır. Diğer oğulları Ömer Efendi ticaretle, Mustafa Efendi ziraatla, Fethullah Efendi siyasetle uğraşmışlardır. Fethullah Efendi (Taşkesenlioğlu) 1957-60 arası Demokrat Parti milletvekilliği, 1969-74 arası Adalet Partisi milletvekilliğini yaptı. Özellikle DP Milletvekilliği döneminde Erzurum Üniversitesi’nin kurulmasında çok büyük gayretleri olmuş, üniversitenin kuruluş kanununu teklif eden milletvekillerinden birisidir. 1960 ihtilâlinde Yassıada’ya gönderilen milletvekillerindendir.

Allah Teâla şefî-i ahir etsin.


GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 NİSAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort