JoomlaLock.com All4Share.net

SIFAT, ZÂTIN NE AYNI NE DE GAYRIDIR

Hâce Hazretleri’nin (ksa) âhir zamanın önemli sıkıntılarından bir tanesi olarak gördüğü, kimilerince fürûat denilebilecek kadar basit algılanan, ancak temelinde ciddi akîdevî problemler olan, özenti ile değişik şekillerde yozlaştırılarak Müslümanlar açısından imânî ve ahlâkî çöküntünün en belirgin göstergelerinden bir tanesi olan “tesettür”ü bu ayki sayımızda yine Hâce Hazretleri’nin (ksa) işaretleriyle ele almaya çalışacağız.

Mes’elemiz kimileri tarafından münferiden ele alınması gerekmeyen, müstakilen işlemeye ve irdelemeye ihtiyaç duyulmayan bir konu ise de, bizce bir bütünün vazgeçilemeyecek bir parçası, içimizdeki güzelliğin yahut çirkinliğin dışımıza yansıması ve İslâm’ı algılama ve yaşama gayretinin ya da umursamazlığın sembolüdür.

İmanın, elinde tutan için dünyada yakıcı bir kor, elinden bırakan için ise ebedî hüsran olacağı bir vakitte yaşamaktayız. Öyle ki dünyada bu sıkıntıya razı olup hevâ ve hevesinden Rabbi’nin rızası için vazgeçen kimseyi Efendimiz (sav) yaklaşık bin beş yüz sene öncesinden “kardeşlerim” diye taltif etmiş, bu dünyada huzur; ukbada rıza ve visâl ile müjdelemiştir. Ali efendimizin (kv) “Dünya onların, ukbâ bizim olsun.” ifadesinde de vurguladığı hakikati unutarak hayatı sadece dünyadaki “uyku”dan ibaret zannedenler için ise hem bu dünyada dar bir geçim hem de din gününde hüsran vardır.

Öncelikle şu hakikati, altını çizerek ifade etmek gerekir ki bizim burada işleme gayreti içerisinde olduğumuz mevzuu ismi bile frenk menşe’li olan türban değil, hakikati setretme/örtme, örtünme olan Rabbimiz’in emri, İslâm’ın şiarı olan tesettürdür. İkisinin özellikle Müslümanlar tarafından tefrik edilmesi gerekir. Çünkü bunların aynı şeymiş gibi kabul edilmesi mes’elenin zaten içini boşaltmak için yeterlidir. Biz türbanın her çeşidini şiddetle reddetmekte, tesettürün ise Allah’ın emri ve mü’minler için olmazsa olmaz bir ölçü olduğunu ısrarla vurgulamaktayız.

Sıfat, zâtın ne aynı ne de gayrıdır, buyurmuş büyüklerimiz. Cenâbı Hakk’ın bizi yükümlü tuttuğu ibadetlerin şeklî bir cihetinin oluşu, Efendimiz’in (sav) hadisi şeriflerinde de “Küp içindekini sızdırır.” buyrulması zâhir ve bâtın hayatımızın bir bütün olarak ele alınması gerektiğini bize bildirmek için yeterlidir. Onun için “Kalbimiz temiz bizim. Önemli olan iç güzelliğidir. İçimize bakın, dışımıza değil.” gibi ifadelerin kuru birer safsatadan ibaret olduğu aşikârdır.

Buna bir de gûyâ dini otorite olarak adlandırılan kimselerin tesettürle ilgili ayet ve hadisleri, sahabe efendilerimizin icmaını hiçe sayan uygulamaları eklenince hadise iyice içinden çıkılmaz bir hâl almaktadır. Bunlar mes’eleyi çözmek adına ayet ve hadisleri çarpıtarak hükümlerini hafifletmekte (kendilerince yumuşatmakta), bunun neticesinde de özellikle tehdit ve ukûbata dair kısımların muhatabının kalmaması sonucuyla ümmet-i Muhammed’i karşı karşıya bırakmaktadır. Böyle olunca da İslâm, emirleri ve nehiyleri ile havada kalmakta, zaten dini yaşama ve yaşatma gayreti olmayan muhatablar özgürleştirilmektedir!..

Bu özgürleşme(!), korkunun kaldırılması ile birlikte âdeta terazinin dengesi bozulmuş. İnsanlar ceza olgusunun yokluğuna iyice inandırılmış, korkulacak bir durum olmadığı gibi ümîd edilecek hayırlı bir neticenin varlığına da inanç günden güne zayıflamıştır. Havf ve recâdan iyice el etek çekmiş insan artık fütursuzca yaşamaya başlamış, hâl böyle olunca da öncelikle insanların en kolay ifsad edilebileceği tarafları olan şehveti artırmak adına tesettür dejenere edilmiştir.

Hâlbuki hiçbir ibadet yoktur ki onu emreden Rabbimiz, o ibadetin şeklini de bildirmemiş olsun. Zaten problemin kaynağı da burada. Kimsenin ibadetin varlığı noktasında bir sıkıntısı yok. Sıkıntı ibadetlerin yapılış şekilleri ile alâkalıdır. Yani ibadet edecek olan, ibadeti arzuladığı gibi yapmak istemekte; Allah’a ibadet ederken bile hevâ ve hevesinden ödün vermek işine gelmemektedir. Terbiye edilmemiş insanın kendi vehimlerine, hevâ ve hevesine kulluğu da işte budur. Böyle bir insan Rabbi’ne kulluk ettiği zannında iken hakikatte neye kulluk ediyor acaba?

Bugün kimilerinin tesettür/örtü için söylediklerini bir hatırlayalım; “Mesele örtünmekse bunun zaman ve mekâna, örf ve adetlere göre değişik şekiller almasında bir sakınca yoktur. Bizler rengârenk elbise ve örtülerimizle İslâm’ın aydınlık yüzünü gösterebiliriz. Bunu yaparken de içerisinde bulunduğumuz çağa ayak uydurmayı ihmal etmemeliyiz. Hatta kendi modamızı da oluşturmalı, hazırladığımız defile ve yayınlarla bu modayı İslâmî kesim içerisinde yaymalıyız.” Tesettür bu ifadelerde olduğu gibi çarpıtılmakta, adeta kişinin gönül arzusuna bırakılmaktadır. Bu da hem kendisinin bu özgürlükleri vermek için yetkili olduğunu iddia eden hem de uygulayıcılar açısından kibirlerinin açık göstergesidir.

Hâlbuki bizim uymamız gereken örneklerin cümlesi asrısaadettedir. Bugün İslâm’ın ön gördüğü tesettürü öğrenmek isteyenler bunun şeklini, cinsini, hâsılı her şeyini o vakitten öğrenmek durumundadır. Fıtratı gereği meyletmesi, uyması gereken bir uygulama/moda varsa bu ne idüğü belirsiz bir benzeyiş değil; her yönüyle Resûlullah’ın (sav) süzgecinden geçmiş, Allah’ın emrine uygun olmalıdır. Aksi takdirde bunun İslâm’la bir ilgisi ve alakası yoktur.

Ayeti kerimelere ve Efendimiz’in uygulamalarına baktığımızda evvela kadının içeride giydiği kıyafetle dışarı kıyafetinin ayrı olması gerektiğini gayet açık bir şekilde görebiliriz. Kadın evin içinde Allahu Teâlâ’dan, ruhâniyetlerden, meleklerden, görünen ve görünmeyen varlıklardan hayâ ile örtüsüne dikkat ettiği gibi dışarı çıkarken de bundan daha fazla ihtimam göstererek kem gözlerden ve namahrem kimselerden sakınmalıdır.

Ayeti kerimede, bu örtünmeden ellerin, yüzün ve topuklardan aşağı ayakların istisna tutulduğu malum. Fakat Efendimiz’in (sav) âhireti şereflendirmesinden sonra Hazreti Âişe, Hazreti Ali, Hazreti Ömer ve Hazreti Abdullah ibni Abbas gibi büyük sahabiler bir araya gelerek içtihad edip buyurmuşlar ki; “Resûlullah dünyasını değişti. Artık devir fitne devridir. Bunun için kadınlar ellerini, yüzlerini ve ayaklarını da kapatmalıdır.” Dikkat edelim bin beş yüz sene öncesi için fitne zamanıdır buyurmuşlar, ya şimdi? Fitneden o kadar eminiz(!) ki âdeta elimizi, kolumuzu sallayarak dolaşıyoruz.

Yine, örtünme emri geldiğinde Medine sokaklarının siyaha büründüğü rivayetleri de malum. Zaten ayeti kerimede cilbâbın (baştan ayağa tüm vücudu kapatan elbise) ifade edilmesi de bu örtünme şeklinden Cenâbı Hakk’ın hoşnûd olduğunun izharıdır. Annelerimiz dışarıda gezerken genç oldukları anlaşılmasın, bu mânâda bir yanlış düşünceye mahal vermeyelim diye bellerini büküp, seslerini değiştirmişler. Çünkü onlar Efendimiz’in “Allah önce baktırana, sonra bakana lânet eder.” hadisi şerifini hiç unutmamışlar.

Bugün bizim durumumuz böyle mi? Hâlbuki örtü bugün tesettürden çıkıp, güzel, alımlı ve çekici görünmenin İslâmî biçimi olarak algılanmaya başlanmış. Kendilerini göstermek için kırıla döküle yürümeleri, ziynetleri belli olsun diye ayaklarını yere vurarak yürümeleri Allah tarafından men edilmişken; bugün ayak sesleri görüntülerinden önce bize ulaşmakta, parfüm kokuları ise yanımızdan geçtikten metrelerce sonra bile alınmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’in bütün emirlerinde olduğu gibi örtü ile ilgili emirlerinde en güzel açıklayıcısı ve en mükemmel uygulayıcısı Hazreti Peygamber (sav) ve O’nun güzide ashabı olmuştur. Ancak anlamak istemeyene bir şey anlatmak çok zor. Hani atalarımız bazen “deveye hendek atlatmayı” daha kolay görmüşler ya. Hadise tamamen öyle. Bu insanlara Efendimiz’in ve bu dinin birinci dereceden muhatablarının uygulamaları/görüşleri ifade edilince de onların birer örf olduğunu ve o zamanın insanlarının yaşadıkları mekâna ve zamana ait olduğunu dile getirmekten çekinmiyorlar. Şu hakikat iyice anlaşılmalı ki İslâm, meşru olmayan hiçbir örfü hoş görmemiştir. Dolayısıyla hem o gün için hem de bugün için gayrimeşru örflerin mazur görülmesi mümkün değildir. Efendimiz’in (sav) uygulamaları, Cenâbı Hakk’ın emirlerindeki muradıdır, hikmetin açığa çıkmasıdır.

Bizler ne yapıyorsak yapalım Rabbimiz’in rızası için yapmalıyız. Yalnız O’nu memnun etmek ve hoşnûd etmek yegâne hedefimiz olmalı. Onun için bizim büyüklerimiz “İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî-Ey Allahım! Benim kasdım Sen’sin ve taleb ettiğim şey Senin rızandır.” ifadesini dilimize pelesenk etmişlerdir. Bu Efendimiz’in (sav); “Ameller niyetlere göredir.” hadisi şerifinin adeta tefsiri gibidir. Yani niyetimiz bu olmalı, dolayısıyla hareketimiz de bu minvalde bulunmalıdır. Eğer Rabbimiz’in emirlerini bu ciddiyetle ve Sultânu’l Enbiyâ Efendimiz (sav) tarafından ortaya konan uygulamalarına benzeterek yapabilirsek yerine getirdiğimiz her taat bizi dine rapteder. Hud Sûresi’ndeki ayeti kerimede de Rabbimiz “Emrolunduğu gibi” buyurarak itaatin Zâtı’nın muradı doğrultusunda olmasını bizzat bildirmektedir.

Biz Rabbimiz’in emirlerini, Hazreti Peygamber’in sünnetine ve büyüklerimizin içtihadlarına göre yerine getirelim de bize kim ne derse desin. Bu hiç önemli değil. Önemli olan Allahımız’ın bizim hakkımızda ne buyuracağı. Birileri bize gerici desin, yobaz desin, şunu desin, bunu desin. Büyüklerimiz buyurmuşlar ya; “Ak koyun, kara koyun geçitte belli olur.”

Parmağımızdaki yüzüğe, ismimize kadar karışan dinimiz örtü gibi bir meselede bizi kendimize bırakır mı? Üstelik sadece bayanlar için değil, erkekler için de farziyeti olan mühim bir ibadette. Ancak hakikatten kopunca sûnî şeyler bizi oyalamakta maalesef.

Dinimizin bizden istediği vecibelerden bir tanesi olan tesettür hususunda Kur’ân’dan okuduklarımız, kitaplardan gördüklerimiz, büyüklerimizden işittiğimiz ve toparlayarak burada aktarmaya gayret ettiğimiz her şey mü’minleri ziyadesi ile sevmemiz ve onların selametini canu gönülden arzulamamızdan ileri gelmektedir.

Bunun için dinin emirlerini ve sünneti seniyyeyi en doğru şekliyle anlamamız; Allah ile aralarında takvâ, mahlûkat ile aralarında tevâzû, dünya ile aralarında zühd ve nefisleri ile aralarında mücâhede bulunan ilmiyle âmil râsih ulema sayesinde olacaktır. Günümüzde de yaklaşık olarak bin beş yüz seneden beri devam edegelen kâdim geleneğin temsilcileri ile irtibat bizi doğru yola sevk edecektir. Onlar bize Kur’ân ve sünnetin birer teletuar gibi yanlarımızda bulunduğu ve Hazreti Peygamber’in sarığının takip edilecek bir pusula gibi önümüzde durduğu bir hayatı tavsiye ederler.

Bizler Rabbimiz kendilerine ayetleriyle öğüt verdiği halde onlardan yüz çeviren kimselerden olmak istemiyoruz. Allahu Teâlâ’nın emirlerine, Efendimiz’in nasihatlerine ve büyüklerimizin tavsiyelerine kulak vererek zalimlerden olmamaya azmedeceğiz. Kalpleri kudret parmakları arasında evirip çeviren Rabbimiz bizi bu menzilde muvaffak kılsın ve sevdikleri hürmetine bağışlasın inşaallah. Âmin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort