JoomlaLock.com All4Share.net

NAMAZ - 1

Evet, muhteremler bugün sizlerle yine namaz üzerinde sohbetleşeceğiz. Hani bir söz var ya “Bizim çocuk bina okur, döner döner yine okur.” hesabı, ahir zaman Müslümanlarının, zamanımızın insanlarının, inananlarının titizlikle üzerinde durulması gereken bir kaç konusu var. Yani imanın muhafazası için bu konularda titizlikle durulması lazım. Bunların başında namaz geliyor. Birincisi namaz… Bütün ibadetlerin mecmuu, bütün ibadetlerin fihristesi namaz… İkincisi ahlâk… Mü’min için bugün olmazsa olmazlardan birisi güzel ahlâk. Üçüncüsü helâl rızık… Kazançta helâle dikkat etmek. Eğer bu helâl kazanca dikkat etmezsek namazı da ahlâkı da kaybedebiliriz.

Bu mevzuya gelince hatırıma geldi, Malik b. Dinar Hazretleri... Tâbiin döneminin büyüklerinden, o dönemin büyük hak dostlarından ve büyük âlimlerinden bir zat… Parayı tarif ediyorlar. “Dinar” deniliyor halen bazı İslam ülkelerinde para birimi dinardır. Buyuruyor ki: “Dinar kelimesi iki kelime ile mürekkep, iki kelimenin yan yana gelişinden oluşmuş. Nedir o? Birisi din, diğeri nar, ateş…” “Dinar” kelimenin bir parçası din, bir parçası da nar-ateş. Diyor ki “Eğer bu parayı kazanırken helâle dikkat edersen, hakkaniyetle çalışırsan din tarafı sana kalır, kurtulursun. Yok, bunlara riayet etmezsen nârı sana kalır, ateş tarafı sana kalır, yanar mahvolursun.” Basit bir tarif ama güzel bir tarif. Hakka, hukuka, helâle, harama, ilahi emre riayet edersen, dikkat edersen “dinar”ın “dini” sana kalır. Yok riayet etmezsen “nârı-ateşi” sana kalır yanarsın.

Evet, helâl rızık…  Eğer ahir zaman Müslümanları bu meselelere riayet ederse Cenâbı Hak onlara güzel kapılar açacak. Hani Efendimiz buyurmuşlar ya (asv) siz bildiklerinizle amel ederseniz Allah da sizi bilmediklerinize varis kılar, bilmediklerinizi size öğretir. İhtiyaç olan şeyleri size lütfeder.

İşte bu vesileyle bugün de yine namaz üstünde duracağız. “Hocam, Allah kabul etsin, biz namaz kılmaya çalışıyoruz, namazlarımızı kılıyoruz….” Sözüm yok, bir şey demiyorum da şimdi burada bir ölçü veriliyor. Bu ölçüyü dinleyelim, bizim namazlarımızı da bunun ile ölçelim. Demişler ya “Halep orada ama arşın burada…” Bakalım ki bu ölçülere göre biz namaz kılıyor muyuz?.. Yoksa kendimizi mi kandırıyoruz. Evet, Cenâbı Hak yardımcımız olsun…

İmam Efendimiz buyuruyorlar ki: “Namazda hem hizmet, hem kurbet, hem de vuslat vardır.” Namazda hem Allah’a hizmet var, hem Allah’a yakınlaşma var, hem de Allah’a kavuşma var. “Namaz sevdirildi.” buyuruyor Cenâbı Peygamber. “Şu fani dünyada bize belli şeyler sevdirildi. Bunlardan birisi de gözümüzün nuru namaz.” buyuruyor. Âh, namaz bize de sevdirilse… Ya Rabbi sevdir bize! Kulluğu sevdir bize. Senin yolunda olmayı, Sana hizmet etmeyi, Senin için olmayı sevdir bize Allah’ım.

Sevgisizlik zor arkadaşlar, sevmezsek yapamayız, sevmezsek başaramayız. Susuz bir hamuru yoğurabilir misin? Kuru unu alsan, ona hiç su katmadan ekmek yapmak istesen, yoğurabilir misin o hamuru, döndürebilir misin? Susuz olur mu bu iş?..

Sevgi kâinatın mayası. Sevgi uğruna yaratılmış bu kâinat. Cenâbı Hak sevmiş yaratmış. O’nun bize gelişi nasılsa bizim de O’na gidişimiz öyle olmak zorunda, başka bir yol yok. O bize muhtaç değil, bize hiçbir ihtiyacı yok. Sırf sevgi adına bizi yaratmış. Bizse ona a’dan  z’ye muhtacız ama O’nu seversek ihtiyaçlarımız karşılanacak. O bizi sevdiği gibi, biz de O’nu sevmeye gayret etmeliyiz. Tam sevebilir miyiz? Mümkün değil ama o gayret varya, o çaba varya…  

Namaz da bu sevginin alameti. Sevgiliye bir şükran borcu, O’na teşekkür, O’na minnet duygusunu ifade etmek. Bir insan düşünün birisine ciddi miktar borcu var. Borcu olmasına rağmen alacaklısını hiç arayıp sormuyor, özür beyan etmiyor, gitmiyor, gelmiyor, saklanıyor, kaçıyor… Bir de düşünki borcu var ama adam yiğit, delikanlı. Zaman zaman gidiyor az da olsa, belki dişinden tırnağından artırmış, alacaklısına diyor ki “Bu kadar biriktirebildim, beni mazur gör, beni bağışla. Şimdi bunu sana takdim edebiliyorum, elime geçtikçe de böyle vereceğim.” Tez tez gidiyor özür beyan ediyor. O alacaklının böyle bir insana karşı tavrı nasıl olur? Eğer durumu iyi ise, o alacağa ihtiyacı yoksa borçlusunun mahcubiyetini gördükçe, tez tez gelip karşısında ezildiğini gördükçe der ki “Arkadaş, ananın ak sütü gibi sana helâl olsun. Sen dürüst bir insansın. İnanıyorum ki şu anda elinde olsa bu paranın tamamını vereceksin. Yokluk senin de belini bükmüş. Biz seninle kardaşız bugün bu senin başında, ola ki yarın benim başımda. Ben sana muhtaç olabilirim. Gel bu dostluk hatırına, senin bu yiğitliğin, delikanlılığın, dürüstlüğün, halis niyetin hatırına ben bunun üstüne bir çizik çektim.” O dürüstlüğe karşılık değer değil mi? Eğer karşıdaki de vicdan sahibi, insaf sahibi ise değer.

İşte namaz böyle… Kulun Cenâbı Hakk’a minneti. Ya Rabbi, bugüne kadar bana verdiğin sayısız nimetlerin, maddi ve manevi hayatın, sıhhatin, değil kıymetini/karşılığını ödeyebilmek şükründen bile acizim. İsimlerini bile sayamam ama senin fadlın, keremin, inayetin, lütfun sonsuzdur ya Rabbi! Beni huzuruna kabul ettiğin için Sana minnettarım. Hiç değil bu teşekkürümü, bu ricamı, bu af dileğimi, bu merhamet isteğimi kabul buyur ya Rabbi! İmkânım bu kadar. Senin için daha fazla yapabilecek bir şeyim olsa her şeyi yaparım ya Rabbi! Namaz kılan insan sanki lisan-ı haliyle öyle diyor Cenâbı Hakk’a.

O iyi niyetli, samimi, halis insana karşı Mevlâ’nın tutumunu düşünün… Sultan-ı Lemyezel olan Hz. Mevlâ’mız o gün, hamile kadının hamlini düşüreceği, emzikli kadının çocuğunu bırakıp kaçacağı, annenin babanın evladını, evladın ebeveynini tanımayacağı o gün, onu mahcup etmeyecek, onu mahzun etmeyecek... O namazı ona şefaatçi olacak. O huzurdaki tevazusu/mahviyeti ona sütre olacak, onu gizleyecek, ona imdat edecek. Bunun için buyuruyor Cenâbı Hak -Bismillah-;

“Yâ eyyühellezine âmenü’sta’înû bi’s-sabri ve’s-salâh. İnnallahe mea’s-sâbirin.”

Ey imanın lezzetini almış, İslam’ın izzetini bilmiş, Kur’ân’ın hakikat deryasına dalmış, gönlünü Allah’a salmış müminler… “İste’înû” Allah’tan yardım isteyin. Allah’ın yardımı olmadan, Allah önünüzü açmaz, yo-lunuzu nurlandırmazsa hiçbir şeyde muvaffak olamazsınız. Edip eyleyen O’dur. Öyleyse O’ndan yardım isteyin. “İste’înû” istimdat edin, medet dileyin, yardım isteyin, O’nun rahmet kapısında adeta dilenin. Nasıl?  “Bi’s-Sabr” sabır hali üzere, sabırla; “Ve’s-salâh” ve namazla Allah’tan yardım isteyin.

Sabırla yardım isteyin, sabır hali üzere olun. Sabır, teslimiyeti ve kanaati birlikte getirir. Sabreden kişi kanaatkârdır, teslim olmuştur, neticeyi Allah’a bırakmıştır, sabırla bekler. Neyi bekler? Rabbinin kendisi hakkındaki ilanını, kararını, fermanını…

“İnnellahe maa’s-sabirîn” İşte bu hal üzere Allah ile beraberliği yakalar. Böyle olursanız “sizinleyiz” buyuruyor Cenâbı Hak. Misal öğlen namazında eğer bu hali kesbedememiş, elde edememişse sabırla ikindiyi bekler, vazgeçmez. Adeta ikindi namazını iple çeker ki hakkımdaki bu ferman ikindi de yayınlanır diye. Ne fermanı bu? Af fermanı, kurtuluş fermanı, saadet fermanı, “sen kulumsun” fermanı...

Bir insan düşünün dışarıdan Türkiye’ye gelmiş, vatandaşlığı yok. Pasaportunda vizesi yok, nüfus kâğıdı yok. Bu insan Türkiye’de huzurla, rahat yaşayabilir mi? Hiçbir yerde çalışamaz, bir işe giremez, sürekli kaçar göçer, saklanarak yaşar. Onun için hayatı ne kadar zorlaşır. Ama bu insanı vatandaşlığa kabul etseler, evraklarını onaylasalar sen de artık Türk vatandaşısın deseler rahat eder. Kabiliyetine/ istidadına göre bir işe girer, huzur ile çalışır, maişetini temin eder. Bu kâinat Allah’ın mülkü, eğer sana “kulum” demezse sen rahat yüzü görmezsin. Huzur olmaz, saadet olmaz, izzet, şeref olmaz… “Hocam biz öyle insanlar tanıyoruz ki paraya para demiyorlar, hiç kullukla, dinle, imanla uzaktan yakından merhabaları yok…” Rahatlar mı acaba? Ona bakın siz. Meselenin varlığı önemli değil. Rahatlar mı, huzurlular mı? -Hâşâ ve kella- Allah’sız bir insanın nesi var ki? Mal var, mülk var, para var, servet var, var, var... Netice?

Nasip olursa sana üç metre bir bez, onun da cebi yok. En sıkışık anında, en dar anında bunların sana bir faydası var mı?

Bismillah; “Ve lâ yenfeu mâlun ve lâ benun illâ men etallahe bi kalbin selim.” buyuruyor Hz. Mevlâ.

O senin güvendiğin, iftihar ettiğin, başkalarına çalım sattığın malın, mülkün, evladın, asaletin…

“Mâlun ve lâ benun” Mallar ve evlatlar soy, sop ne kadar kalabalık olursa olsun “Ve lâ yenfeu” buyuruyor Mevlâ. Adamın dünya serveti var ama üzerinde tasarruf hakkı yok. “O gün fayda vermez.” buyuruyor Cenâbı Hak, adeta onlara haciz konulur, ihtiyâtî tedbir konulur.  “illâ” ancak bir şey sana faide verir. Nedir o “men etallalle bi kalbin selim” Herkim Allah için selim bir kalp hazırlamışsa. Namazla nurlanmış, aydınlanmış, helâlle beslenmiş, doğrulukla bezenmiş bir kalp getirdinse, böyle bir kalbin varsa o gün sana faide var. O yoksa yok. Ken’an’ın babası Peygamber: Hz. Nuh… Ulu’l-Azm peygamberlerden. Nuh (as) peygamber, oğlu faidelenemiyor. “Leyse min ehleke Ya Nuh” buyuruyor Mevlâ, Hz. Nuh’a. Nuh ağlıyor, üzülüyor, yalvarıyor: “Ya Rabbi! O benim ailemdir, benim oğlumdur, benim kanımdan canımdandır.” Hz. Mevlâ buyuruyor Nuh’a; “Evet öyledir. Senden bir parçadır ama ‘Senin ehlin değildir.’ Senin inandığın değerlere inanmamıştır, senin yaşantını benimsememiştir. Hatta -hâşâ ve kella- Allah’a kafa tutmuştur. Demiştir ki “Ben yüksek dağların tepesine -misal Ağrı Dağı’nın tepesine- bir sarnıç, bir kale yaptırırım, onun içine girerim sular oraya yükselemez. Senin bu insanlığı tehdit ettiğin, korkuttuğun o sel bana zarar veremez.” Yaptırdı da. O bölgenin en yüksek dağının tepesine bir sarnıç yaptırdı, onun içine girdi üsten de bütün kapaklarını sıvattı, üstten su sızmasın. Allah insanın aklını almaya görsün kardaşlar.

“Ve izâ erâde şey’en en yekûle le hû kün fe ye kûn.” O bir şeyi dilerse/murad ederse ona çare yok, olacak. Üstünün kapaklarını da adeta bugün ki tabirle sıvattı, etrafını. Su sızmasın diye mantolattı. Allah yeryüzünde ilk suyu o sarnıcın zemininde, dağın tepesinde fışkırttı. Bir yanar dağın lav patlaması gibi düşünün, sarnıcın içinden su patladı. Kapakları çok muhkem yaptığı için çıkamadı, içinde boğuldu… Allah’ı tanımayan, Allah’ı bilemeyen insan ne biliyordur ki arkadaşlar?.. “Bel ekseruhum lâ ya’kilun” buyuruyor Cenâbı Hak. Baksanız ki onların ekserisi, o kodamanların, o övünenlerin, o topluma yüksekten bakanların, o toplum mühendislerinin, “Ekseruhum-birçoğu” “la ya’kilun –akılsızdırlar” buyuruyor Cenâbı Hak. Aklede- medikleri için iman edemiyorlar zaten. Derin düşünebilseler bu mülkün sahibini tanıyacak, kâinatın sahibini bilecek ve O’na itaat edecekler.

Akılsızdırlar “bel ekseruhum lâ ya’lemun - onların bir çoğu bilmiyorlar.” “Canım adamlar Avrupa’da, Amerika’da okumuşlar, mastır yapmışlar.” Ama Hz. Allah, “bilmiyorlar” buyuruyor. “La yeş’urun” buyuruyor. Onlar akılsız, bilgisiz oldukları gibi aynı zamanda anlayışsızlardır da, şuurları da yoktur. Anlayışları kıttır, idrak da edemezler.

Şimdi bu insanlar namaz kılmasa da mazurdurlar. Çünkü bu insanlar özürlüdürler. Namaz kime farzdı? Ef’al-i mükellefînin yani İslam’a göre bir insanın teklif ile muhatap olabilmesi için belli şartları var. Ne bunlar:

1) Müslim/Müslüman olacak. Ben, Allah’a, Hz. Muhammed’e, Kitabullah’a, ahirete iman ettim diyecek.

2) Âkil/Aklı başında olacak. İyiyi kötüyü tefrik, temyiz edebilecek kabiliyete sahip olacak.

3) Baliğ olacak. Rüştünü ispat etmiş olacak. Belli bir yaş seviyesine gelmiş olacak. Konumuz namaz olduğu için mesela erkeklerde on iki ila on beş yaş arasında olacak.

4) Hür/özgür olacak. İradesi, ihtiyarı, arzusu, bedeni hiçbir kimseye, hiçbir şeye ipotekli olmayacak.

5)Sah/sıhhat sahibi olacak. Her ibadet için geçerli değilse de bazı şartlarda aranıyor, sıhhatli olacak. O ibadeti yapabilecek sıhhate, güce, afiyete sahip olacak. Bu şartlara haiz, bu vasıflara sahip bir insana ef’al-i mükellefin deniliyor. Bu insan ilahi tekliflerle/fiillerle mükelleftir.

Misal bugünkü hukukta bir usul var: Belli şartlara haiz değilse o kişinin cezaya da ehliyeti olmuyor. Suç işleşe de ceza veri-lemiyor. İlahi mahkemede de böyle mi? İlahi mahkemede eğer belli şartlara gerçekten sahip değilse mesela, gerçekten aklı yoksa cezaya ehliyetli değil. Ama aklı var da Allahımızın Kitab-ı Kerimi’nde “Lâ ya’kilun-belki de akılsızdırlar” dediği zümreden ise ona ceza var. Deli numarası yapmaları onları kurtaramaz. Ama bilin ki onlar akılsızdırlar.

Namaz ile sabır ile Allah’tan yardım isteyin ki Allah sizinle beraber olsun ve siz de O’nunla beraber olun. Allah ile beraber olan insanın ne ihtiyacı olur ki? Yûsuf Sûresi’nin ilk ayetinde bakın Cenâbı Hak ne buyuruyor. Yûsuf bir rüya görüyor… Rüyasında on bir yıldız, ay ve güneş hepsi Yûsuf’a secde ediyor. Allah kâinatı emrine musahhar kılıyor. Cenâbı Hak bunu işin başında O’na gösteriyor, yani ödülü başta bildiriyor. Adeta Hz. Yûsuf’a buyuruyor ki; “Ey Yûsuf. Senin şimdi bir imtihanın var. Bu imtihanı/bu yarışı kazanırsan bak, netice bu.” Hz. Yûsuf on yaşında bir yarışa giriyor. Öyle böyle bir yarış değil, çok zorlu bir yarış. Kuyular, zindanlar, kölelik, dayaklar, çileler vs…

Yirmi-yirmi beş sene bu imtihan sürüyor. Otuz küsur yaşlarından sonra yıldızlar, ay, güneş geliyor secde ediyor. “ista’înû bi’s-sabri” Allah’tan sabırla yardım iste. İşte sabır bu. Şimdi bize işin başında böyle bir şey gösterilse bir namaz, iki namaz hemen üçüncüde neticeyi isteriz. Allah ile beraberlik öyle kolay mı? Başını secdeye koyduğunda nereye koyuyorsun, niçin eğiliyorsun? Bir şey görüyor musun orada? Azameti görebiliyor musun, o heybeti görebiliyor musun? Bunları da bir tarafa bıraktım o rıza kapısının eşiğini görebiliyor musun? Secde ettiğinde kendini, kendi halini görebiliyor musun?

Hakikat şehrinin kapısı, Allah’ın arslanı, Allah’ın kılıcı, velayetin sultanı Hz. Peygamber’e (as) “Harun’un Musa’ya olduğu gibi olan” Hz. Ali (Kv)  Seyyidimiz, sultanımız ne buyuruyor? “Görmediğim ma’buda ibadet etmem.” buyuruyor. Ben kuru yerlere eğilmem diyor, Hz. Ali. “Ben bu deryaya her dalışta inci, mercan isterim.” Ben yere boşuna başımı koymam, buyuruyor. Ali olmak lazım…

Hz. Cafer-i Sadık, seyyidimiz, sultanımız, namazda tez tez sara nöbeti gibi bayılırlarmış. Aşk nöbeti, aşkın nöbeti tuttu mu insanı düşüp bayılıyor. Soruyorlar; “Ey peygamberin torunu, ey ehl-i beytin gözbebeği, seni böyle bayıltan ne?" "Namazda Allah’ın, o Padişah-ı Lemyezelî’nin bana konuştuğunu işitiyorum, buyuruyor. Dayanmak mümkün mü?.."

Savm-u salâtı Hac ile sanma biter zâhid işin.
İnsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfân imiş…
diyor Hz. Niyâzî…

Ey ham sofu, böyle kuru eğilmekle, kalkmakla, günlerce aç durmakla, işinin bittiğini, namazın, orucun tamam olduğunu zannetme, diyor. İnsan olmak istiyorsan, kâmil, olgun bir Müslüman olmak istiyorsan, Ali, Cafer olmak istiyorsan sana lazım olan irfan… Sana kâmil iman lazım, sana temiz bir bilgi lazım, sana bir hakikat dairesinden ciddi bir besleniş, tertemiz bir ruhani gıda lazım…

Hakikate varmadınsa
Bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki buçuk millet
Elin yüzün yumaz değil…

diyor Yunus…

Hoca Yunus da böyle diyor… Eğer sen namazda kendini tanımadınsa; aczini, fakrini idrak edemedinse; O’nun azametini, kibriyasını, heybetini tanıyamadınsa; tavuğun yem toplaması gibi başını yere indir, kaldır. Bu kıldığın namaz değil… Yetmiş iki buçuk millet, kâinattaki insanlar dini, dili ne olursa olsun elin yüzün yumaz değil, diyor. Yani sen abdest alıyorsun onlar da elini yüzünü yıkıyorlar, kimse pis gezmiyor. Senin farkın, sen kalbini, gönlünü yıkayacaksın. Abdestteki kasıt bu...

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ - ŞUBAT 2011 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort