JoomlaLock.com All4Share.net

MÜMİNİN FİRASETİ

Müminin Firaseti

Müminin Firaseti - Veysel Özsalman

Sayı : 127 - Temmuz 2018

 

Müminin Firaseti

 

Aynı yerde durup aynı manzarayı seyretsek de gördüklerimizin birbirinin aynı olma ihtimali yok denecek kadar azdır. Arzularımızın, alakalarımızın, beklentilerimizin, ihtiyaçlarımızın yanında fiziki ve ruhi yapımız, içerisinde yetiştiğimiz kültür, aldığımız eğitim gibi aslında bizi biz yapan sayısız âmilin tesiriyle etrafı idrak ve anlamada birbirimizden farklılık gösteririz. Sabit olduğuna adımız kadar emin olduğumuz eşya dünyasında hal böyleyken şahsi ve içtimai mevzuların idrak edilmesindeki farklılık daha derin ve kesindir.

“Bakmak ve görmek arasındaki fark” olarak da ifade edebileceğimiz bu durum bizim eşya ve hadiselere yüklediğimiz manayı, hayatı nasıl idrak ettiğimizi, meselelere nasıl yaklaştığımızı ortaya koyar. Herkesle birlikte baktığımız eşya, manzarada yahut hadiselerde dikkatimizi çeken unsurlar, yakaladığımız detaylar aslında bizim kim olduğumuzu da söyler.

Kendimizi tarif etmemiz istenilse yahut kim olduğumuz sorulsa, en basit şekliyle gördüklerimizi, işittiklerimizi, aldığımız koku ve tatları, bunlar içerisinde hafızamızdan uçup gidenlerin ardından bizde kalanları düşünerek cevap versek, herhalde hata etmiş sayılmayız. Hatta bu ölçüyle sadece kendimizi tanıyıp bilmekle kalmaz Cenabı Mevla’nın nazarındaki durumumuz hakkında da bir fikre ulaşabiliriz. Nitekim bir hadis-i kudside mealen; “Kulumu sevince gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olurum. Artık o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür.” buyrulmuştur. O halde benim gözüm neyi görüyor, kulağım neyi işitiyor, ayağım beni nereye götürüyorsa ben onla-rın bir toplamıyım ve bu faaliyetlerimde Hakk’ın rızası ne boyuttaysa O’nun ile aramdaki münasebette ve yakınlık da o düzeyde olacak demektir.

Cenabı Hak bir kulun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olunca artık o gözün, kulağın, elin, ayağın hileyle, hurdayla, haramla, malayaniyle alakası, teması mümkün olur mu? Bu işlerle irtibatı kalır mı? Elbette ki hayır. Zaten kulluktan maksat da bu neticenin meydana gelmesini sağlamak, Mevla ile birlikte bir hayat sürmek, O’nun müsaade ettiğini görmek, duymak, konuşmak ve düşünmek demek değil midir?

Başka bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sav): “Müminin firasetinden korkun! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” buyurmaktadır. Peki, nedir müminin bakışındaki firaset? Teleskop gibi yıldızlarda olup bitenleri seyredebilmesi midir? Röntgen cihazı gibi insanların içini görebilmesi veya sonar sistemler gibi yerin altındakileri bilebilmesi midir? Yahut da birçoğunun kafayı takmış olduğu akıllardan ve kalplerden geçenleri okuyabilmek midir?

Cenabı Hak nasip eder ve izin verirse elbette ki görünmez olanı görmek de ve bilinmez olanı bilmek de mümkündür. Nitekim “Allah dostunun yanında kalbinize sahip çıkın” denilmiştir. Bu ikaz olur da içimizden uygunsuz bir şey geçer, Allah bunu o kuluna bildirir ve mahcup oluruz diyedir. Fakat müminin bakışındaki firaset sadece bu dar çerçeve içerisinde düşünülmemelidir. Bu firasetten ka-sıt sadece yerin altındakileri, gök yüzündekileri, duvarların arkasındakileri yahut kalplerde gizli olanın bilinmesi olmasa gerektir. Bu firaset, evvela insanın burnunun dibinde gerçekleşen ve herkese ayan olan hadiselerin doğru kavranabilmesini, her türlü meselede önce Hakk’ın rızasının gözetilmesini ifade etmektedir.

Bugün meselelerimizin tamamının bir çıkmaza girmesinin temelinde yatan sebep bu firasetli bakışa sahip olamamamızdır. Hem ferdi hem de ümmet olarak muzdarip olduğumuz meselelerimizde Cenabı Hakk’ın asıl muradını gözetecek, bizi çözüme ulaştıracak, bütün hayatı kuşatacak firasetli bakışlara ulaşılamamış yahut var olanlar görmezden gelinmiştir.

Ferdi meselelerde modernlik, aklilik, dünyevilik, menfaatçilik canımıza okurken ümmet meselelerinde kavmiyetçilik, batı hayranlığı ve teslimiyetçilik meselelere sağlıklı bakmamızın önündeki engellerdir. Bütün bunlar Hakk’ın nuruyla bakmaya engel olan birer perde mesabesindedir.

Bugün Müslümanlar ümmetin ve kendi şahsi meselelerine batının gözün-den bakıp çözüm üretmeye, sorunlarını bu vasıtalarla aşmaya azmediyorlar. Hayatı onlar gibi yaşayıp anlamaya, meselelere onların yöntemleriyle çözüm bulmaya çalışıyorlar. Müslümanlar meselelerine artık firasetle, Allah’ın nuruyla değil “batı gözlüğüyle” bakmaya gayret ediyorlar. Eğer aksi olsaydı günlük şahsi meselelerden tutun da Müslüman coğrafyadaki acı ve zulmün çözümü için, asıl müsebbibi onlar olmasına rağmen, batı dünyasından medet ummazdık.

Eğer Allah’ın (cc) nuruyla bakıyor olabilseydik Kur’an’a, hadislere, peygambere bakış açımız şimdiki gibi olmazdı. Kur’an herkesin gönlüne göre anlam yüklediği bir mesaj, peygamber görevi sadece mesajı iletmek olan bir insan olarak algılanmaz ve hadisler inkar edilmezdi. Bu hayati mevzular batılı müsteşriklerin bakış açısıyla okunup anlaşılmaya çalışılmazdı.

Eğer firasetle bakılabilseydi meselelere tescilli Allah ve din düşmanlarıyla aynı safta duran, onların yaptıklarını hoş görebilmek için türlü bahaneler üreten Müslümanların türememesi gerekirdi. Allah’ın nuruyla bakılmış olunsaydı yanlışın yanlış olduğunu en başından kabul eden ve söyleyen, menfaati için hakikati çarpıtmayan Müslümanların sayısı daha fazla olurdu.

Görmek, işitmek, tatmak ve diğer bütün hissi sağlayacak organların sağ-lam ve hakikatin tamamen gözler önünde olmasının mevcut durumun doğru bir şekilde anlaşılması için yeterli olmadığını görüyoruz. Devrin her türlü illüzyon ve halüsinasyonundan kendimizi korumak mecburiyetindeyiz. Hakikatin bilgisine en saf ve katışıksız haliyle ulaşabilmek için onu kabul ve idrak edecek bir kalbe sahip olmaya yahut İmam Gazali’nin tabiriyle “kalp gözünün” açık olmasına ihtiyaç vardır.

Gafillerden olmamak, ayan beyan ortada olan hakikati bırakarak başka yollara sapmamak için mümin firasetine sahip olmak ve Allah’ın nuruyla bakabilmek gerekmektedir. Her meselede örneğimiz, “gökteki yıldız” diye övgüye mazhar olmuş sahabe-i güzin hazeratı bu hususta da bize önderlik etmiş ve yolu göstermiştir. Onlar (ra) ayakkabılarının bağcıklarına kadar Peygamber Efendimiz’e (sav) sormuş ve hayatlarını bu doğrultuda yaşamışlardır. 

Biz de en basit haliyle bu yolu takip ederek yani Efendimiz’e (sav) ittiba ederek meselelerimizi Hakk’ın (cc) rızasına uygun şekilde halledebiliriz. Bu sebeple onun izinden gidenleri, salihleri, Allah dostlarını arayıp bulmalı, onların meclisinde bulunmaya gayret etmeli meselelerimizi onlarla birlikte halletmeliyiz. 

Cenabı Hak bizleri kendi rızasından ayırmasın. (Âmin)

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort