JoomlaLock.com All4Share.net

MEZHEP BİLİNCİMİZ

1) EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMÂAT
(Sünnet ve Cemâat Ehli)

Bilindiği üzere Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat’ın hem itikadî hem de amelî/fıkhî boyutu vardır. Ancak biz, kategorize etmeden her iki alanı aynı kapsamda ele almaya çalışacağız.

A - “SÜNNET” KAVRAMI    
Lügat yönünden yol, gidiş, davranış ve âdetlerin iyi ve kötüsüne şümûlü bulunan1 ‘sünnet’ kelimesi, değişik kalıp ve terkipleriyle, gerek Kur’ân-ı Kerîm, gerekse hadîs-i şerîflerde karşımıza çıkmaktadır. Biz, bu terkipleri içeren âyet ve hadîs metinlerini, çalışmamızın sınırını aşar endişesiyle, buraya almıyoruz. Kaldı ki, bu bölümde Ehl-i Sünnet’in sistematik ilmî tedkîkini yapmaktan ziyade, bu konudaki pratik bilgilere yer vereceğiz.

Allah’ın kâinattaki değişmeyen, hâkim kanunlarına, hikmet ve tâatının yoluna sünnetullâh,2 Resûlullâh’ın sîret ve yoluna sünnet-i Resûlullâh3, ashabın ictihâd ve özellikle Râşit Halîfeler’in tatbikatlarına da ashabın sünneti denilmektedir.4 Fakat, günümüzde -başlangıçta olduğu gibi- sünnet kavramından anlaşılagelen mâna -lügat mânalarını da korumuş olmakla birlikte- sadece Peygamberimizin (as) yolu, gidişat ve uygulamaları olmuştur. O’nun uygulamaları da hep Allâh’ın emirleri istikametinde olduğuna göre, kelimenin lügatte görülen “kötü yol, gidiş” anlamları ıstılahta kaldırılmıştır.5 Buna göre sünnet, dîni tebliğ ve beyân etmekle görevli bulunan Hz. Peygamber’in İslâm’ın temel konularını anlama ve benimseme tarzıdır.6 Kelâm ilminde ise sünnet kavramı, bid’atın karşıtı olarak kullanılır.7 Ehl-i Sünnet dediğimiz zaman anlaşılması gereken şey ise, bu sünnete, yine o sünnetin rûhuna  aykırı olmadan tâbi olan kimselerdir. “Sağlam ve doğru inancı benimseyenler” mânasına gelen Sünnî kavramının kullanılması ise ilk devirlere rastlamaktadır (H.95).8

B- “CEMÂAT” KAVRAMI

Bilindiği gibi, İslâm’da birlik ve beraberlik esas olup ayrılık/tefrika yerilmiştir. Bu birlik, ümmetin siyasî birliğidir. Bu ifâdedeki cemâat kelimesiyle de ümmet birliğini/vahdetini temsil eden ekseriyet otoritesi kasdedilmektedir. Yani Cemâat Yolu, ilk devir Müslümanlarının ekseriyetinin yoludur.9 Şu hâlde, Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat’tan maksat, Kitab ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan sakınmış, Allâh’ın dîninde cidâl ve münakaşaya sevk eden akla değil, referansını Kitab ve Sünnet’ten alan delile sarılmış olan Sünnet ve Topluluk Bağlılarıdır. Bunlar Hz. Peygamberin (as), bir hadîsinde10 73 Fırka içerisinden istisna ederek ‘kurtuluşa ereceğini’ haber verdiği fırka (fırka-i nâciye)’dır. Ne var ki Peygamber (as), nübüvvetinin bütün bir ümmeti, hatta tüm insanlığı kuşatıcı özelliğine uygun olarak, o fırkayı ismen belirtmemiş, sadece vasfını vermekle yetinmiştir. Kurtuluşta olmanın bu belirleyici kimliği cemâat’tır. O da Peygamberimiz’in genel anlamda belirleyerek “Benim ve ashabımın üzerinde bulundukları yolda olanlar”11 tarzında açıklığa kavuşturduğu topluluktur.12 Şu hâlde cemâat ya da fırka-i nâciye, yani kurtuluşa eren fırka, Hz. Peygamber (as) ile O’nun ashabının yolunu izleyenler, bir başka anlatımla sünnet yolu üzerinde olanlardır. Çünkü Kur’ân ve Sünnet yolunda olanlar cemâat’i, cemâat da fırka-i nâciye’yi temsil etmektedir.13 Ama ne var ki, Peygamberimizin bu genel ve esnek ifadesinden dolayı, İslâm tarihinde ortaya çıkan ekollerin hepsi fırka-i nâciye’yi kendilerinin temsil ettiklerini iddia etmişler, karşı fırkada yer alanları ise yanlışlık ve dalâlette olmakla suçlamışlardır.14 İtikad alanında ortaya çıkan ekollerin prensip ve görüşleri incelendiği takdirde,  görülecektir ki bu sahada Kitab ve Sünnet’e gerçekten bağlı kalan, bu iki kaynakta mevcut, akaide ait delilleri İslâm’ın temel prensiplerine ve rûhuna uygun bir şekilde yorumlayan, özellikle sem’iyyât (vahye dayalı bilgiler) bahislerinde nassa teslimiyet gösteren, Ehl-i  Sünnet olmuştur.15

Ehl-i Sünnet, bid’at ekollerinin aksine ashabı kirâmın hepsine hürmet ve sevgiyle bağlı kalmış, onları hayırda önder bilmiş, rivâyetlerini kabul etmiş, dînin diğer sahalarında olduğu gibi, inanç konusunda da Allâh Resûlü’nden sonra onların yolunu benimsemiştir. Buna göre hadîsteki “Benim ve ashabımın yolunu izleyenler” ifadesine en çok yaklaşan ve bu pâyeye en çok yakışan Ehl-i Sünnet olmuştur.16 Diğerleri ise, Ehl-i Sünnet’in temsil ettiği İslâm’ın genel yapısına aykırı birtakım fikirler ortaya attıkları için ayrı bir ekol oluşturmuşlardır.17

C- “EHL-İ SÜNNET” KAVRAMI NASIL ORTAYA ÇIKTI?            

Ehl-i Sünnet terkibi birden bire ortaya çıkmış değildir. Tedricen çıkmış, son şeklini alması için de birkaç asır gerekmişti. Başlangıçta yeni fikir ve telakkileri benimseyen Müslümanları bid’atçı sayan muhafazakâr tâbiatlı an’anavî bir dîn anlayışına bağlanan çoğunluk, ‘selef’ ve ‘selef-i sâlihîn’ dedikleri sahâbe, tâbiîn ve etbâuttâbiînin izini aynen takip etmenin gereğini hararetle savunuyorlardı. Bu Müslümanlar başlangıçta kendilerine Ehl-i Sünnet ve’l Hadîs, Ehl-i Sünnet ve’l Eser gibi isimler vermekteydiler. Zamanla bu isimlerin hepsi unutulup gitti ve Ehl-i Sünnet ve’l cemâat tâbiri yerleşip kaldı. Bu şekilde kullanışa ilk defa Ebu’l Leys Es-Semerkandî’nin (ö.373/983) Fıkhu’l-Ekber Şerhi’nde rastlanmaktadır.18
Bilindiği üzere Hz.Peygamber (as) zamanında, dolayısıyla sahabe devrinde mezhep ve fırka bulunmadığından, tabiatıyla “Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat” tâbiri de ortada bulunmamaktaydı. H.1. asırda Hâriciler, Şîa, Kaderiye, Cehmiye ve daha sonra Mutezile mezhepleri ortaya çıkınca bunlara karşı olanlar kendilerine Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat demişlerdi.19

Mutezile gibi yeni yorumlara açık ve reformdan yana birtakım fırkaların ortaya çıkmasıyla muhafazakâr tabiatlı âlim ve kitleler dînin tahrif (bozulma ve yozlaşma) endişesi içerisinde, İslâm’ın ilk şeklini koruma gayretiyle bu fırkaları bid’atçı ve ehl-i dalâlet sayarak dışlamışlardır. Geniş halk kitlelerinin benimsedikleri bu an’anevî dîn anlayışına sâdık âlimler, bu sadâkatlerinden dolayı kendilerine cemâat ehli adını verdiler. Böylece Ehl-i Sünnet hareketi, bid’at ve firkat (ayrılık) hareketlerine tepki sonucu ortaya çıktı.20 Ehl-i Sünnet tâbirinde yer alan sünnet, ashabın yaygın telakkisi, cemâat da, çoğunluğun siyasî temâyülü şeklinde yorumlanmıştır. Özellikle cemâat kavramının Hz. Muaviye (ra) tarafından ortaya konulduğu ve Hz. Hasan’ın (ra) hilâfetten çekildiği 41. (661) yıla cemâat yılı denildiği nakledilmektedir.21    

Çok haklı sebeplerden ötürü ortaya çıkan Ehl-i Sünnet kavramı ile Resûlullâh (as), ashabı ve Râşit Halîfeler’in söz ve uygulama (fiil) hâlinde ortaya koydukları İslâm anlayışına sahip çıkılmış, bunun yozlaştırılması, başka dîn ve felsefî akımların tesiri altında bozulması önlenmek istenmiştir.22

Şunu hemen ifade etmeliyiz ki, zamanla kurumlaşan Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat fikri, her ne kadar ilk dönemlerinde siyasî zorunluluktan (Hz. Ali dönemi ve sonrasındaki yaşanan siyasî mücadeleler) ortaya çıkmış ise de, kelâmî (itikadî) ve fıkhî alanlarda da kendini göstermesi kaçınılmaz olmuştur. Zira siyasî ekoller kendileri için kelamî, ahlakî-fıkhî bir temel ortaya koymaya yönelmişlerdir. Çünkü İslâm’ın siyâset anlayışının temelinde zaten fıkıh vardır. Nitekim Ebû Hanife Hazretleri (ö.150/767), kelamî bir tartışma ile ilgili olarak, kendini Ehlu’l-Adl ve’s- Sünne’den biri olarak nitelemiştir.23

Halk arasında amel bakımından ‘dört hak mezhep’ diye anılan Hanefî, Malikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinin imâmları büyük çoğunluk itibariyle Ehl-i Sünnet’tirler. İtikadî bakımdan Ehl-i Sünnet dışında -meselâ Zeydî- oldukları hâlde, amelî bakımdan bu dört mezhepten birine mensup olanlar da vardır. Buna göre Ehl-i Sünnet kavramı, aynı zamanda amelî mezhepleri birbirinden -hak olanını olmayanından- ayırmak için kullanılan bir tâbirdir. Amelî bakımdan “hak mezhep” olarak tanınan dört mezhepten başka sünnî-amelî mezhepler vardır. Ancak, zaman içinde tâbileri kalmadığı, aralarındaki ihtilâflar pek cüz’î (şeklen ve biçimsel) olduğu için amelî mezheplerin sayısı fiilen dörde inmiştir, diğer bir ifadeyle dörtte dondurulmuştur.24

Bilindiği gibi dört delîl; Kitab, Sünnet, İcmâ-i Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâ’dan ibârettir. Ehl-i Sünnet mezhepleri bu delillerde ittifak etmişler, bu dört şer’î delilin yasamada asıl kaynak olduğunda hemfikir olmuşlardır. Görüş ayrılıkları ayrıntılarla ilgilidir. Tâli ve ikinci derecedeki mes’elelerde görüş ayrılığı olmuştur. Meselâ: Sağlam hadîs şartları, hadîslerin hangi şart ve konularda kaynak olduğu, icmâın imkânı v.s. gibi.                                        

D- EHL-İ SÜNNET’İN ESASLARI                         
İslâm tarihi boyunca olduğu gibi bugün de inanç sahasında isabetli yolu izlediği kabul edilen ve Müslümanların büyük çoğunluğunu sînesinde toplayan Ehl-i Sünnet’in temel prensipleri, ilk önce, tabiî olarak selef (Ehl-i Sünnet-i Hâsse) döneminde belirlenmiştir. Dolayısıyla selef bu anlamda Ehl-i Sünnet’in ilk temsilcisidir. Selef denince; sahabe, tâbiûn ve fıkhî mezheplerin oluşmaya başladığı fukaha dönemi ile ashabu’l hadîs (hadîsçiler) dönemi akla gelir. Şu hâlde Ehl-i Sünnet’i oluşturan ilk zümre Selef’tir.25

Ehl-i Sünnet’in esasları Kitab ve Sünnet’ten kaynaklanır. Her zaman Kitab ve Sünnet’le uyum hâlinde olan selim/olgun akla dayanır. Ehl-i Sünnet, aklı vahye tâbi kılıp vahiyle akıl arasında bir denge kurmak; ayrıca Kitab, Sünnet, icmâ, kıyâs gibi bütün şer’î usüllere başvurmak suretiyle doğruya ulaşma ihtimâlini yükseltmiş ve hemen hemen her konuda mutedil bir çizgide yer alıp aşırı uçlardan uzak kalmayı başarmıştır. Günümüz dünyasında Ehl-i Sünnet % 90’nın üstünde kuşatıcı güç olan Müslüman çoğunluğunun mezhebi durumundadır.26 Oysa Ehl-i bid’at’ın dayanakları, Resûlullâh’ın (as) getirdiği dinî hükümleri kendi yanlış görüş ve arzularına göre anlamak ve yorumlamak esasına dayanır. Bu sebeple bid’at ehli için ehl-i ehvâ, mübtedia ve fırak-ı dâlle27 tâbirleri de kullanılmıştır.    

Şunu ifâde edelim ki, Ehl-i Sünnet, Allâh’ın zâtı, sıfatları, âlemin yaratılışı, kader, peygamberlik, mucize ve kerâmet konularında fikir birliği içinde olmakla birlikte; bu konuların ayrıntılarında, izah ve yorumunda farklı görüşlere sahip olmuş, bu yüzden kendi arasında Selefiyye, Mâturidiyye ve Eş’âriyye olmak üzere üçe ayrılmıştır. Hicrî IV. asır başlarına kadar Ehl-i Sünnet inancının tek temsilcisi olan Selefiyye’nin nakle (âyet ve hadîse) dayanan, akla gerekli yeri vermeyen metodu ile devrin rasyonalist ve sapık mezhebi olan Mutezile’ye karşı çıkması mümkün değildi. İşte bu ihtiyaç, Mutezile’ye ve diğer bid’at mezheplerine karşı çıkacak ve onlara karşı aklî deliller ileri sürecek bir Ehl-i Sünnet kelâm sisteminin (halefiyye) kurulması sonucunu doğurdu. Bir taraftan Ebu’l Hasen el-Eş’arî (873/936), Eş’arî mezhebini28 kurarken, diğer taraftan Ebû Mansûr Muhammed el-Mâturidî (862/994) de, Mâturidî mezhebini29 kurdu. Ehl-i Sünnet’in görüşlerini bütünüyle sistemleştiren ve halefiyye (Ehl-i Sünnet-i Âmme) diye anılan iki ekol, selefiyenin aksine müteşabihler üzerinde düşünmenin, anlamaya çalışmanın ve onları muhkem âyetler ışığında tefsir etmenin bizzat Kur’ân-ı Kerîm’in mantığına uygun olduğunu ve taklitten kurtularak delilleriyle inanmanın dînin emri olduğunu kabul ederler.30

Ehl-i Sünnet’in bu üç mezhebi arasındaki görüş farklılıkları31, Ehl-i Sünnet’in temel prensiplerini oluşturan çerçeveyi ihlâl etmeyen sınırlar içinde kalmıştır. Oysa Ehl-i bid’at temel konularda dahi fikir birliği içinde olmadıkları gibi, birbirleriyle çelişen görüş içindedirler.

Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat’in ittifak ettiği temel maddeler şunlardır:
1-Kâinat hayâl ve heyûla (vehim, kuruntu)dan ibaret olmayıp onun öz ve hakikî mânasının mevcut olduğuna inanmak.
2-Kâinat bütün cüzleriyle yaratılmış olup mutlak olarak bir tek yaratıcısı vardır.
3-Allâh’ın zâtından ayrılmayan kâmil ve sâbit sıfatları bulunup -hâşâ- noksanlık şâibesinden pâk ve münezzehtir.
4-Allâh Teâlâ    bu dünyada keyfiyeti bilinmeyecek bir şekilde âhirette mü’minlere görünecektir.
5-Kader haktır. Fakat Cebriye’nin anlayışı gibi insan cansız, câmit bir varlık değildir. Onun irâdei cüz’iyyesi vardır. Kaderin de zorlayıcı bir fonksiyonu yoktur.
6-Peygamber ve mucizeleri, evliyâ ve kerâmetleri haktır.
7-Peygamberlerden başkası mâsum değildir.
8-Peygamberimiz’den (as) sonra hiçbir peygamber gelmez. Son peygamber Hz. Muhammed’dir.
9-Allâh’ın kelâmı kadîmdir. Ancak o kelâmın ifade ettiği yazı ve lafız hâdistir (sonradan var olmuştur).
10-Âhiret ve ahvâli; cennet ve cehennem, sırat, hesap, mîzan, şefaat haktır. Cennet, sâkinleri ile birlikte sonsuzdur.  
11-Dört Büyük Halîfe’nin faziletleri, beşerî anlayış itibariyle, halîfelik sırasına göredir. Ama hakikatte faziletlik derecelerini tayin etmek Allâh’a mahsustur.
12-Ehl-i Kıble tâbiri ile bilinen ve Allâh’a inanıp kıbleye karşı namaz kılan hiçbir kimseye küfür isnat etmek câiz değildir. İsnat edenin küfründen korkulur.
13-Muntazam şekilde ilâhî hükümleri icrâ ve yürürlüğünü temin etmek için bir imâma/halîfe-i rûy-i zemîne ihtiyaç vardır.32

1-İbn Esîr, En-Nihâye, c. 2, s-n-n md.; Vehbe Zuhaylî, Usûlü’l-Fıkh, c. 1, s. 450
2-Ahzab/33, 38, 62, Fâtır/35, 43, Ğâfir/40, 85, Fetih/48, 23
3-El-İsfehanî, El-Müfredât, s-n-n. md.
4-Usûlü’s-Serahsî, Eda Neş., c. 1, s. 114; M.S. Hatipoğlu, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 28
5-Mevlüt Özler,  İslâm Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s. 98
6-Bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Ehl-i Sünnet”, DİA, c. 10, s. 525.
7-Mevlüt Özler, age., a.y.
8-Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 29; Fiğlalı, Çağımızda İtikadî İsl. Mezhepleri, Saîd b.Cübeyr’in kullanışı için bk. age.,  s. 54
10-Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 34; Yusuf Şevki Yavuz, “Ehl-i Sünnet”, DİA, c. 10, s. 525
11-İbn Mâce, Kitabu’l-Fiten, Bab. 17,  Ha. 3993
12-Tirmizî, Kitabu’l-İman, Bab. 18, Ha. 2641
13-Özler, age., s. 90
14-age., s. 91
15-age., s. 92, 94
16-age., s. 96
17-age., s. 96
18-Sabri Hizmetli, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s.146-147
19-Fiğlalı, Çağımızda İtikadî İsl. Mezhepleri, s. 55; Süleyman Uludağ, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 47
20-Hayrettin Karaman, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 43
21-Uludağ, age., s. 47
Mahmud Abdullatîf Salih el-Ferfurî, Tarihu’l-Fıkhı’l-İslamî, Beyrut-1995, s. 30; Ayrıca bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Ehl-i Sünnet”, DİA, c. 10, s. 526
22- Karaman, age., s. 59
23- Fazlur Rahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, s. 70
24- Bk. age., s. 71; İzmirli, Yeni İlm-i Kelam, s. 138; Ahmet Yılmaz, Aylık Dergi (Ehl-i Sünnet Tetkikleri), s. 75
25- Özler, age.,  s. l01
26- Bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Ehl-i Sünnet”, DİA, c. 10, s. 527, 529
27- Bk. Özler, age., s. 114
28-  Birkaç konuyu hariç tutarsak, akılla nakil arasında denge kurmaya çalışan, ama genellikle kelâm, felsefe ve tasavvuf disiplinlerini birleştiren bir inanç ve düşünce ekolü olarak görülür. Değerlendirmeler için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Eş’ariyye”, DİA, c. 11, s. 454
29- Nasları ihmâl etmemekle birlikte itikadî esasların yanı sıra İslâm`ın bütün ana ilelerini aklî bilgilerle temellendirmeye çalışan; kısaca akılla nakli uzlaştırma yöntemini kullanan bir ekoldür. Bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Mâturidî”, DİA, c. 28, s. 165
30- Fiğlalı, age., s. 74

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort