JoomlaLock.com All4Share.net

MEVLÂNÂ HÂCE YAKÛB-İ SÂNİ (KS) HAZRETLERİ’NİN ANLAYIŞI VE FİKRİYATI

Hamdların ve övgülerin en güzeli yakınlığını ve muhabbetini insan-ı kâmillerin gönlünde, rızasını onların hoşnutluğunda, likasını dostluklarında ifşa eden âlemlerin Rabbine (celle celalühû) olsun. Selât-u selam vuslatı arzulayan her müminin O’nunla başladığı ve O’nda vasıl olduğu Resul-u Ekrem, Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem), O’nun sevgili âline, ashabına ve etbaına olsun.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh) zamanımızı; her asırdaki tüm kötü hasletlerin, şirklerin, tugyanların aynı anda zuhur ettiği, bütün zalimlerin, Firavunların, Nemrutların ve Ebu Cehillerin sanki anlaşırcasına buluştuğu ve insanlıktan son kez intikam almak için kin ve nefretlerini kustuğu bir dönem olarak tarif ederler. Böyle bir asırda hangi mümin ya da mümin toplulukları bunlarla baş edebilir, galip gelebilir ki? İnsanlık tarihi ashab-ı kiram kadar sadık, sevilen ve seven, feda da ve cesarette emsalsiz olan bir topluluk görmemiştir. Onlar dahi zalimlerin zulümleri karşısında: “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” diye beklerken bir taraftan bu küfür ve cehalet batağına nasıl düşmeyiz diye çırpınan bizler, nasıl olurda diğer taraftan yaratılış gayesinin rabıtası ile dosta kavuşmayı, O’nunla vuslatı arzularız?

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); Hazreti Âdem’in (as) zamanındaki kardeş katlinin, Nuh ve İbrahim (as) zamanındaki putperestliğin, Lut (as) zamanındaki ahlaksızlığın, Musa (as) zamanındaki küfür ve şirkin, İsa (as) zamanındaki hırs ve tamahın, Kâinatın Efendisi’nin (sav) dünyayı şereflendirmiş oldukları zamandaki cehaletin çağdaş ve modern kelimelerinin insanı tarifte sıklıkla kullanıldığı bu dönemde fazlası ile insana hucum ettiğini ifade eder.

Geçmiş ümmetler böyle bir bela ve musibetten ancak Allah’ın (cc) yardımı ile kurtulmuşlar, felaha ermişlerdir. Allah’ın (cc) yardımı ve felahı nedir? Elbette ki Allah’ın (cc) Peygamberleridir. O ümmetler Allah’tan kendilerine bir dost, bir yardımcı, bir önder göndermesini istediler. Cenab-ı Hak da (cc) kabul buyurdu. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmada katından onlara bir dost gönderdi.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); ümmet-i Muhammed olmayı, Müslüman olmaktan daha efdal görür. Zira gelmiş geçmiş tüm Müslüman ümmetler içinde en hayırlısı ümmet-i Muhammed’dir. Hâce Hazretleri’ne göre böyle duası makbul, sevilen, ihsanı ve irfanı bol olan bir toplum, özellikle son bir kaç asırdır zulüm ve işkenceye maruz kalmakta, her haksızlığa ve ahlaksızlığa boyun eğmektedir. Bunca dua ve yakarışlar karşılıksız çıkmakta, yapılan her kurtuluş çabası harekete geçenlerin daha da çok dünyevîleşmesine neden olmaktadır.

Yukarıda tek tek ifade edilen her küfür, şirk, ahlaksızlık ve cehaleti yıkmak ve bertaraf etmek için her ne kadar o Peygamberleri çağırsak da gelmemekteler, adeta bizleri kendi başımıza bırakmaktadırlar. Nehir kenarında otlayan bir kuzunun hesabını düşünenler, kendilerine uzattığımız ellerimizi sanki geri çevirmektedirler.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); Allah’ın yardımının gecikmesini,  Peygamberlerin ruhaniyetlerinin gelmemesini; Müslüman toplumun iman olarak, ahlak olarak, yaşantı olarak Firavunlara, Nemrutlara, Karunlara, Şettatlara, Ebu Cehillere ve Yezitlere benzemesinden kaynaklandığını belirtir. Daha dünyayı şereflendirdiğinde “Ümmeti, ümmeti” diye feryadı figan eden bir Peygamber nasıl olurda ümmetini topyekûn ateşe atar. Değilmiydi ki O; kendini ateşe atanların bellerinde ki kuşaktan tutupta kurtaran…

Hâce Hazretleri’ne (kuddise sırruh); göre zamanın tüm zalimlerine ve onların zulüm dolu sistemlerine karşı yanında Allah’ı ve Resulü’nü ve diğer Peygamberlerin ruhaniyetlerini görmek isteyenin ancak niyette, özde, amelde ve harekette onlara benzemekten başka çaresi olmadığını belirtir.

Sadat-ı kiram Efendilerimiz (ks) buyurmuşlar ki: “Ya Allah ile ol, ya da ehlullah ile ol.” Kendi nefsine ve İslam düşmanlarına karşı Allah’ı ve Resulü’nü yanında hazır görenlere ne mutlu. Ne mutlu böyle devletli olana. Evliyanın sözleri marifet ve hakikat denizinden çıkarılmış değerli inciler gibidir. Allah (cc) ile olamayanlar ehlullah ile dost olmalı, ahbap olmalıdır.

Nuh (as) zamanında yalnız ve yaşlı bir kadın her gün hazreti Nuh’a (as) taze sağdığı sütten ikram eder ve hatırlatır: “Aman ha! Beklenen tufan olmadan evvel mutlaka bana haber ver ve beni çağır. Ben yaşlı ve kimsesiz biriyim.” der. Her nasılsa Cenab-ı Hakk’ın cilvesi Hazreti Nuh (as) unutur. Gemide iken hatırlar ve o kadının selameti için âlemlerin Rabbine dua ve niyazda bulunur. Tufan bitip her şey normale döndüğünde merak eder ve yaşlı kadının evinin olduğu yere gider. Kadını salimen görür, böylece hayret eder. Kadıncağız her zamanki gibi Hazreti Nuh’a (as) tufan olmadan evvel mutlaka kendisine haber vermesini ve gemiye alınmasını rica eder. Hazreti Nuh (as) olan bitenden haber verir ve Cenab-ı Hakk’ın (cc) kendisinin samimiyeti, ihlâsı ve Peygamberine olan dostluğunun hatırına onu muhafaza ettiğini bildirir.

Ashab-ı Kehf hadisesi ise Kur’an da bize emr u ferman olarak bildirilmiştir. Zalim bir hükümdara karşı imanlarını muhafaza eden gençlerin Allahu Teâlâ’nın (cc) yardımı ile nasıl korunduğu zikredilmiştir. Mağarada kendilerini almaya gelen insanlara karşı âlemlerin Rabbine niyazda bulunup “Bizi bunlara teslim etme.” diye yalvarırlar. Sonra sır olurlar.  İslam uleması onların ölü ya da diri olup olmadığı hususunda farklı görüş bildirmişlerdir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); hayırlı bir vasıta olmaksızın böyle felaketler ve kötülükler dolu bir asırda kurtuluşun imkânsız değil ama çok zor olduğunu bildirir.

Ehl-i zikiri, muhabbeti, insan-ı kâmilleri bulup onlarla birlikte olmaktan başka çare yoktur. Kâinatın Efendisi (sav):“İyilerle birlikte olan her kötü iyidir.” “Kişi sevdiği ile beraberdir.”(Buhari) buyurmuşlardır. Allah’ın (cc) yardımı da nusreti de iyilerin yanındadır.

Kâinatın Efendisi (sav) Tebük gazası için emir buyurup ashabı davet ettiğinde münafık iki kişi haricinde üç mümin -Ki bunlardan biri Hazreti Kaab bin Malik’tir. (ra) değişik mazeretlerinden dolayı bu gazaya katılmamışlardır. Resûlullah (sav) onlara selam vermeyi, komşuluk ve akrabalık haklarını yasaklamış, eşlerine bazı zorunlu hizmetleri dışında onlara hizmet etmeyi yasaklamışlardır. Allah’ın (cc) onlar hakkındaki hükmünü bildirinceye kadar böyle muamele edilmesini bildirmişlerdir. O üç sahabe ki Allah ve Resulü’nü sevdiklerinde hiçbir şüphe olmayan müminlerdir. Elli beş gün sonra onlar hakkında gelen ilk ayet “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe 119)” ayetidir. Onların affı, mağfireti için önerilen tavsiye Allah’ın sadıklarıyla birlikteliktir.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); bu örneği verirken adeta bize de bu üç ashaba konan gibi bir yasağın konduğunu, onlarla birlikteliğe, sır dairesine, mahrem odaya alınmama cezası uygulandığını teşbih eder. Unutulmalıdır ki Kâinatın Efendisi (sav) bu gaza dönüşünde; “Küçük cihad bitti, şimdi büyük cihada gidiyoruz.” diye buyurmuşlardır. Küçük cihada katılmayanlara elli beş gün Allah ve Resûlü’nden ayrılık cezası verilmişken bizler cihad-ı ekberden kaçmaktayız. Bize verilecek ceza Allah korusun. Onlar’dan ebedî mahrumiyet olabilir. Peygamberlerin ve saadat-ı kiram efendilerimizin ruhaniyetlerinin bizlere gelmemeleri, yardım etmemeleri adeta o üç sahabeye verilen selam yasağı gibidir. Hazreti Kaab’ın (ra) tevbesi, yalvarışı, yakarışı ve samimiyeti Cenab-ı Hakk’ın (cc) rahmetini, mağfiretini celbetmiş ve taşırmıştır. Allah Resûlü (sav) bu müjdeyi verirken onlara olan özleminden heyecanlanmıştır. Doğruca mescide koşan Hazreti Kaab (ra) yüzünü, gözünü mescidin yerlerine sürmüş, kendini Resûlullah’ın (sav) önüne atmıştır.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); mümin için en efdal ameli, Allah dostlarını sevmek olarak görür. Zira Cenab-ı Hak (cc) bir keresinde Hazreti Musa’ya (as) nida etmiş ve kendisi için hangi ameli getirdiğini sormuştur. Hazreti Musa (as) yaptığı ne kadar amel ve taat varsa bildirmiş ama her biri için aldığı cevap “O amel kendin içindir, bize değildir.” olmuştur. Çaresiz kalan Hazreti Musa (as) Cenab-ı Hakk’a (cc) kendisi için yapılabilecek ne tür bir amel olduğunu sormuş ve karşılığında “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek.” cevabını almıştır. Öyle ise Allah için yapılabilecek en efdal amel “Allah dostlarını sevmektir.”

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); ashab-ı kiramı değerli kılan şeyin kâinatın Efendisi’nin (sav) bir nazarı, bir bakışının onlara değmesinden kaynaklandığını bildirir. Gökteki yıldız olmanın sırrı yalnızca onu görmek veya ona görünmektir. Resûlullah’ın (sav) varisleri de öyledir. Onların nazarlarının değdiği, himmetlerinin tesir ettiği her şaki, zakir olur, şakir olur, fadıl olur, arif olur. Çünkü o nazar ki Efendimiz’den kıyamete kadar sadırdan sadıra akan bir mirastır.

Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); insanın dünya menfaati ve istikbali için çalmadığı kapı, boyun büküp mahzun ve mahcup olmadığı idareciler kalmadığı halde imanı ve ahreti için bir Allah dostuna gidip onun dizinin dibinde tevbe edip onu şahit tutmadığından yakınır. Hâşâ ki Allah dostları dünya sultanları ya da idarecileri ile kıyaslansın. Onları sevmek imanın gereklerinden iken böyle davranılması onların gönül şehrini kırmakta, bilerek ya da bilmeden de olsa onları incitmektedir.

Müminler olarak bizler, yalnızca; “Allah’ım seni istiyorum.” demekle olmayacağının farkına varmalıyız. Hakiki talipler gibi Allah (cc) yolunda her şeyimizle bulunmakla doğru ve sahih olur. Bütün varlığımızı bezl etmekle (bol bol vermekle), nefsini Allah’a adamakla olur.

Ve âhiru’d-dâvâna eni’l-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve sallallahu âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmain.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort