JoomlaLock.com All4Share.net

MÜRİDİN, İHVAN İLE OLAN ADABI

Müridin İhvan ile Olan Adabı

Müridin, İhvan ile Olan Adabı - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 123 - Mart 2018

 

Müridin, İhvan ile Olan Adabı

 

Bizler biliyoruz ki her oluşumun kendisine göre bir takım prensipleri, usül ve erkânı, olmazsa olmazları vardır. Nakşibendi yolu da temelleri Yusuf Hemadanî tarafından atılan, Abdulhalık Gücdevanî ile şekillendirilen Muhammed Bahauddin Hazretleri ile taçlandırılan, isimlendirilen bir menhec, mübarek bir caddedir. Onun da kendi içinde bir takım kaideleri vardır ki bu yolda yürümek isteyen, bu yolun götürdüğü neticeye nail olmak isteyen herkes bu kaidelere uymak zorundadır. Tabi bu gönüllü olarak kabul edilen bir yükümlülüktür. Onun için kabul etmeyenlerin bu esaslar hakkında söz söylemeye, kabul ettiği halde buna uygun davranmayanların şikâyetlenmeye hakları yoktur.

Evvelce de zikretmiş idik. Allah izin verirse, ömrümüzün son demine kadar, kalbimize de nakşolması niyazıyla, hep söyleyeceğiz. Yolumuzun itikadı şudur; din-i mübin-i İslâm’ı bizler iki temel kaynaktan öğreniriz. Birincisi vahy-i ilahîdir ki Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünnetinden mürekkeptir. Yani kendi içinde vahy-i metluv (okunan vahiy) ve vahy-i gayr-i metluv (okunmayan vahiy) olmak üzere izah edilir. Bu, farzları ifâ, sünnetleri ihyâ demektir. İkincisi ise büyüklerimizin, sâdât-ı kiramın ve ulemâ-i izâmın tecrübeleri, yürüdükleri kutlu yollarıdır. Bu yolun hududu içerisinde kalan meselelere de âdâb denilmiştir.

Mevzumuz bu zaviyeden anlaşılabilirse eğer âdâb buyrulan hakikatlerin basit birer kural olmaktan çok daha mühim oldukları idrak edilebilir. Zira tarikatler, alalade birer cemiyetler değillerdir ki kuralları olsa da olur olmasa da olur nevinden geçiştiriliversin. Tarikat, daha doğru ifadesiyle tasavvuf; imanın dil ile ikrarının kalben tasdik edilmesi ve mucibince amel edilmesi ve bunlar olurken ihsan sırrına vakıf olunabilmesi için evvel emirde ehlinden talim edilmesi gereken bir ilimdir. Kendi içinde müfredatı ve derslikleri bulunan; muallim ve talebenin, Rasulullah ve ashabına vekâleten hazır bulunduğu, ruhaniyetlerin ve meleklerin şahit olduğu kutsi/manevi meclisleri vardır. Orada bulunanlar işbu haleti idrak etme gayretinde, her daim uyanık olma azminde ve kiminle alışveriş yaptıklarının fehminde olarak rikkat ve dikkat ile işlerini görürler.

İşte bu gönül inceliğinin bozulmaması, hatta artarak devam edebilmesi için gerekli olan şey âdâba riayettir. Peki, nedir bu âdâb, nelerden müteşekkildir? Açıkça söylemek gerekir ki bu hakikaten hacimli bir meseledir. O kadar ki yolumuzda bu meselelere dair hususi eserler kaleme alınmıştır. Böyle mühim bir hadiseyi burada izah edemeyeceğimizin farkındayız. Biz de bu yüzden meselenin sadece “İhvanın Birbiriyle Olan Âdâbı” yönünü bu bölümde işlemeye gayret edeceğiz inşaallah…

Bizim büyüklerimiz seyrimizi tarif ederken; “Hâcegân yolunda müridin seyri, fenâfi’l-ihvân ile başlar.” buyurmaktadırlar. Fenâ, ihvan için düşünüldüğünde onunla ilişkimizin gerektiği şekilde ayarlanması demektir. Yani bu yolda “İhvan kimdir, bizim için önemi nedir, onunla olan münasebetlerimiz nasıl düzenlenmiştir?” sorularına isabetli cevaplar verebilmemiz, buna göre hareket edebilmemiz çok önemlidir. Çünkü başlangıç olmadan nihayete erişmek muhaldir.

Ayeti kerimede Rabbimiz: “Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler…” (Hucurât, 10) buyurmuştur. Yani kardeşlik bizim için ezelden iman ile birlikte lütfedilmiş bir nimettir. Bu kardeşlik, karındaşlıktan ötedir. Bunun böyle olduğunu ashabı kiram efendilerimizin örnek hayatlarından açıkça görülmektedir. Onların ana baba bir kardeşlerini, akrabalarını, hatta bazen eş ve çocuklarını iman mevzubahis olduğunda sanki hiç tanımıyormuşçasına hareket etmişlerdir. Hatta bazı savaşlarda gözlerini kırpmadan onları haklamışlar, bu hususla ilgili takdir ayetleri nazil olmuştur. Allahu Teala, bu aziz kardeşlik müessesi ve bu çerçevede ashabın ve ümmetin fedakârlıklarını, birbirlerini tercih etmelerini, yardımlaşmalarını değişik ayeti kerimelerle bizlere bildirmiş; Efendimiz (sav) de birçok hadisi şerifi ile birbirimize karşı vazifelerimizi hatırlatmış, bu manadaki müsbet davranışları övmüş, menfi tavırları ve bunların olumsuz neticelerini de bizlere bildirmiştir. Bu manada kardeşlik, karşılıklı olarak ümmetin her ferdinin asli vazifesidir.

Müminlerle kardeşlik bağımızı daha da ziyadeleştiren ikinci bağ ise tasavvufi manada kardeşliktir. Şeriat caddesinde ümmetin diğer fertleri ile omuz omuza ilerleyen ümmet fertleri bir de meşrep birlikteliği ile aynı menhecte yürümeye başlarlar ise elbette birbirlerine karşı sorumlulukları artar. İşte bizim anlamaya çalıştığımız yükümlülükler bu bölümle alakalıdır. Zira, fıkh-i zahir de denilen şer-i şerif cihetinden kardeşlerin birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları hemen her sahada işlenmekte. Fıkh-i batın olan tasavvuf ile ilgili mevzularda ise büyüklerimiz şunları buyurmuşlar:

1- Sadık mürid, kardeşinin ayıbına bakmaz.

Allahu Teala her insanı nakıs yaratmıştır. Bu bizim temel özelliklerimizdendir. Bu noksanlıklarımız yüzünden de zaman zaman hataya düşer, yanlış işler yaparız. Cenabı Hak bize hata yapmaktan ziyade hatada ısrarı yasaklamıştır. Bunun için de “Günah işleyenlerin en hayırlısı, günahının peşine tevbe edendir.” diye buyrulmuştur. Ancak bütün bunlara rağmen kişi “kendi küçük günahlarını büyük, kardeşinin büyük günahlarını da küçük görmek” durumundadır. Tavsiye buyrulan budur. Kişi insanı böyle tanıyabildikten sonra, bir de bu tavsiyelere gönül verirse elbette ki hiçbir ihvanını ayıplamaz. Hatta ayıplamak şöyle dursun; onun -varsa bile- bir takım kusurlarının 

“Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” ayetinin sırrınca bunlar hayra tebdil edilmiştir, diye düşünür. Yapmış olduğu iyiliklerin de “İyilikler kötülükleri giderir.” ayeti gereği şimdiye kadar bu hayırlı meclislerde yaptığı iyiliklerin -hasbel beşer- işlediği kusur ve küsurun ziyadesiyle affına vesile olduğu hüsnü zannına sahiptir.

2- Mürid, Allahu Teala’nın kendisine lütfettiği maddi ve manevi her şeyden kardeşine de ikram eder.

Çünkü bu yolda paylaşmak esastır. Maddi ve manevi bütün rızıkların Cenabı Hak’tan geldiğinin fehminde olan mürid, kendisine bahşedilenleri yine rızayı Hak için kullanmalı ki Allahu Teala onu kendi katından güzelliklerle yeniden müşerref eylesin. Zira “Feyyaz’da buhl olmadığı” nasıl mürid tarafından idrak edilmişse, Kendisi’nin (cc) cimriyi sevmediği, hatta cimriliğin bir manada Allah’a güvensizlik olduğunu da bilir. 

Zaten imani ve tasavvufi sorumluluğu bu paylaşımı zorunlu kılar. Nitekim marufun, iyinin güzelin paylaşılması ve yayılması imani bir vazifedir. Bununla birlikte yol arkadaşına iyilik de “kim iyilik yaparsa, iyilik görür” kaidesince neticede iyilik uman dervişlerin üzerine bir vecibedir.

3- Mürid, hiçbir hal ve kârda riyasete, imamlığa, öne geçmeye özenmemelidir.

Riyaset, diğer bir ifadesiyle baş olma gerek zahiri manada gerekse de batıni bir vazife olarak asla beklenmemelidir. Zira aklıbaşında bir mürid bilir ki bu yolda “Birşey istenmez, verilirse de reddedilmez.” kaidesi caridir. O inanır ki bu yolun en sonunda kendisi vardır. Dolayısıyla eğer öne geçme bir faziletse bu fazilete diğer kardeşlerinin kendisinden çok daha layık olduğunu düşünmelidir. Eğer bu vazife bir yük ise bu ağır yükün altından ancak kendisine nispetle imanı, ahlakı, ameli daha ziyade itikat ettiği kardeşlerinin bu yükü daha rahat taşıyabileceklerini itikad etmelidir. Çünkü onları Kur’an ve sünnetle amel, sâdâta sadakat noktasında daima kendisinden üstün tutar. Dolayısıyla önde bulunmaya, takip edilmeye onların elyak olduğuna inancı tamdır.

Fakat dedik ya “...verilirse de reddedilmez.” diye. Cilveyi Rabbani herhangi bir şekilde bir vazifeye kendisi uygun görülürse o zaman da bunun bir maslahat olduğuna inanır ve aczini itirafla arkadaşlarının her yönleriyle yine kendisinden önde bulunduğunu bilir ve kendisine verilen görev her ne ise bunu müteselsilen ihvanına, mürşidine, Rasul-i Ekrem’e ve Cenabı Hakk’a hizmet için en güzel şekilde kullanmaya gayret sarf eder.

4- Mürid, hayırlı cemiyetlerde ihvanıyla birliktelik arzunda olmalıdır.

İnsanın seyri her zaman tek düze olmaz. İnişler ve çıkışlar bizim içindir. Derviş kimse, insanın bu durumunu iyi bildiğinden arkadaşlarını kollamalı, üzerinde gaflet emareleri gördüğü kardeşlerini ikaz etmeli, onların hayırlı meclislerden istifade ile terakki edebilmesi için gerekirse kendilerini önceden uyarmalı ve birlikte sohbet ve muhabbete devamı istemelidir. Anadolumuzda “Düşmez kalkmaz bir Allah” diye güzel bir ifade vardır. Herkesin zaman zaman çeşitli sebeplerden gevşeklik gösterdiği olmuştur. Bu durumu fırsat bilerek tökezleyene bir tekme de sen at, mantığı barizdir ki nefsin kötü ahlakıdır. Çünkü bu yolda kardeşimiz bizim rakibimiz değil, bilakis refikimizdir. Varılması hedeflenen her ne ise hep birlikte varmamızın arzulandığı da muhakkaktır.

(Devam Edecek)

 

Yazar:  Abdülkadir Visâlî

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort