JoomlaLock.com All4Share.net

İNSANIN FİLLERİ VE İRADE -2-

Allâh (cc) şöyle buyurmaktadır: “Âlemlerin Rabbi olan Allâh dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz” (Tekvîr/29). Bir diğer âyette de “… Allâh ne dilerse yapar.” (Hacc/18) buyrulmaktadır.

Bu âyetlerde aslında kadere îmanın esası olan bir îman ilkesinin hatırlatılması yanında, insandaki irâdenin sınırlı ve kayıtlı tabiatına işâret edilmektedir: “Allâh’ın irâde ve dilemesi sınırları içinde olmadıkça insan bir şeyi dileyemez; makro ve mikro âlemde ilâhî irâdenin dışına çıkamaz; insana bahşedilen irâde ve özgürlük de, ilâhî takdîrin bir parçasıdır; dolayısıyla insanların (hidâyet veya dalâlet yolunu) dilemesi Allâh’ın dilemesinden bağımsız değildir. Allâh’ın dilemediği hiçbir şey gerçekleşmez. Siz de ancak O`nun, sizin dilemenizi dilemesi, irâdenizi irâde etmesiyle diliyorsunuz.1  Amacınızın gerçekleşmesini irâde etmesiyle de murâdınıza kavuşuyorsunuz. Ancak, sizin irâdenizi irâde etmekle, murâdınızı irâde etmeyebilir. Yani ‘O (cc) istemeseydi istemek vermezdi’; vermeyi dilemese, dilemeyi vermezdi (İnsan/30); hidâyetinizi dilemese, irâde vermez; siz de dileyemez, bu lütuf ve ikrâmdan mahrum kalır, doğru olanı yapamazdınız.”2  Dolayısıyla hiç kimse Allâh'ın verdiğinden  fazlasını elde edemeyeceği için hem bütün gayretini göstermeli hem de Allâh'ın yardım ve desteğini almaya çalışmalıdır. Unutmamalı ki insanı var eden mutlak güç, ona var oluş gayesini gerçekleştirecek imkânı bahşeden gücün ta kendisidir. İnsan kendisine emânet edilen bu imkânı nasıl kullandığının hesabını verecektir. İşte bu hususa da îman etmek, mü’minliğin olmazsa olmaz şartıdır.

Öteden beri “Sizi ve yaptıklarınızı yaratan Allâh’tır.” (Sâffât/96) âyeti ile “Fakat O dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir.” (Nahl/93) âyetinin yanlış olduğuna inandığımız bu tarz tercümesine3  bakarak cebrin varlığından söz edenler olmuştur. Oysa bu âyetlerin vurgu yaptığı çok önemli espriler dikkate alındığında4  cebrin bulunmadığı açıkça görülecektir. İnsan, çoğu zaman ülfet ve ünsiyet sebebiyle, Allâh’ın (cc) kendisine olan lütufları karşısında “ben yaptım, ben ettim, ben kazandım; bildim, öğrendim, düşünüp buldum...” gibi sözlerle, her şeyi kendi izafî    kudret ve kuvvetine, irâde ve kabiliyetlerine mal eder. Egosunu ön plana çıkarır. İstiğnâ (bir nevi tanrılaşma arzusu) duygusuna kapılır. İşte söz konusu birinci âyette yüce Allâh (cc), antik müşriklerin şahsında bu yanılgıyla aldanan insanın karşısına çıkarak “Haddini ve sınırını bil!” der. Elindeki basit cüz'î irâdene güvenerek her şeyi yaptığını zannedersin; o minik gücünle bütün bunları başarman mümkün değil; oysa sizi de sizin yapıp ettiklerinizi de yaratan, başardığınızı iddia ettiğiniz fiillerinize izin veren, yegâne güç kaynağı ve fâil-i hakikî Benim, ve Ben sizin cüz'î irâdenizi kontrol altında tutan mutlak ve sonsuz irâdeye sahibim, diyerek onu hizaya getirir, gurura kapılmaktan kurtarıp, hayatında muvâzeneyi sağlar.5

Söz konusu ikinci âyet de, dikkat   edilirse "yaptıklarınızdan sorulacaksınız" şeklinde son bulmaktadır. Demek ki kişi kötülüğe meyletmiş, Allâh da kötülüğün yollarını açmış, yani sebep ve sonuç ilişkisinin kanunlarını koyarak (kötü amellerin sonucu olan) dalâleti onda yaratmış.6  Sapıtma, dalâlet bu demektir. Bunun gibi kişi hidâyete meyletmiş, Rabbim de ona o yolu açmış, yani (sâlih amellerin sonucu olan) hidâyeti onda yaratmış.7 İşte hidâyete erdirme olayı da budur. Burada kulun da cüz'î irâdesini kullanma durumu söz konusudur. Kul cüz'î irâdesi ile kesb eder, Allâh da onu fiiliyâta geçirir, yani halk eder.8  

Nitekim bir âyetinde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "(...) Bir milletin fertleri, tutumlarını değiştirmedikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez." (Ra’d/11). Bu genel yargıya göre; insanlar iyi bir gidiş izlerken bunu kötüye doğru değiştirmedikçe Allâh da onları kötü duruma düşürmez. Aynı şekilde aksi bir tutum ve gidişat içinde iseler bunu da değiştirmedikçe Allâh onları iyi bir yöne doğru baskıyla yine çevirmez. Yani bu dünyada herkesi kendi hür irâdesi ve ameli ile baş başa bırakmış, bu dünya hayatını insanlar için bir fırsat ve bir sınav yeri olarak belirlemiştir.

Bu anlatılanlardan bir kez daha anlıyoruz ki Kur’ân âyetleri parçacı bir yaklaşımla ele alınmamalıdır. Bütünlük içerisinde ve kendi bağlamlarında değerlendirildiğinde, yukarıdaki söz konusu âyetleri “Allâh’ın, insanın irâdeli bir varlık olmasını dilemediği, irâdenin bütünüyle hiçe sayıldığı, dolayısıyla cebrin (zorlamanın) olduğu” şeklinde yorumlamanın mümkün olmayacağı kanaatindeyiz.

Gerçek şu ki, "cebir" çağrışımı yapan Kur’ân âyetleri anlam bütünlüğü içerisinde ele alındığında, kullara verilen irâde hürriyetine, onların hayatlarında yapacakları işlerde sorumluluk makamında olduklarına vurgu yapıldığı; Allâh`ın irâdesine aykırı olan irâdelerinin geçersiz olduğu (Mâide/1); dolaysıyla her istediklerini yapamayacakları ve her türlü muvaffakiyetin Allâh`tan olduğu hususunun tespiti daha iyi anlaşılacaktır.9
Bu söylediklerimizle alâkalı olması bakımından son olarak, hayata bakış açısını belirlemede çok önemli bir gerçeğe ve bunun hikmetine değinilen şu âyeti kaydedelim: "Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Kuşkusuz bu Allâh'a göre kolaydır. Kaybettiklerinize üzülmeyesiniz ve O'nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye (böyle yapmıştır). Allâh kendini beğenen, böbürlenen hiç kimseyi sevmez." (Hadîd/22-23).

Olan ve olacak her şey Allâh'ın ezelî ilminde kayıtlıdır; bunu böylece bilen ve kabul eden insan, kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak veya Allâh'ın kendisine verdiği imkânların sarhoşluğuna kapılarak ömrünü tüketmez. Çünkü bunların ikisi de olmuş bitmiştir. Bu bir musibetse kendisinin bundaki payını düşünüp sonuç çıkarmalı ve bu sonucun gelecekteki davranışlarına ışık tutmasını sağlamalı; şayet bu bir nimetse asıl kaynağının kendi bilgi, beceri ve çabası değil Yüce Allâh olduğunu dikkate alıp övünme ve böbürlenmesi için bir sebep bulunmadığı, bilâkis bu nimetin kendisine sorumluluk getirdiği bilinci içinde hareket etmelidir. Buna karşılık insanın asıl yükümlülüğü, kaçırılanlar ve elde edilenlerin sonrasında, yani "olacak"lar ve "olması gereken"ler sınırında başlamaktadır. İmtihan gereği olarak başa gelecekleri (musibet) önlemek insanın gücü dâhilinde değildir; fakat insan bunları bilemeyeceği için, bu onun yükümlü¬lüğünü etkilemez ve koyu kaderci bir anlayışı haklı kılmaz. Çünkü onun yükümlülüğü, yapılması, irâde ve tercihine bırakılan davranışlarla ilgilidir, bir başka anlatımla onun görevi; hür irâdesiyle buyruk ve yasaklara uygun davranmaktır. Nitekim 23. âyetin sonunda ve 24. âyette, kendini beğenmiş, böbürlenen ve elindeki imkânları sırf kendisine ait gibi görüp cimrilik yapan, üstelik başkalarının da öyle davranmasını isteyen kimseler ağır bir dille eleştirilmiştir.10

"Ne varlığa sevinirim; ne yokluğa yerinirim.
Aşkın ile avunurum; bana seni gerek seni".

1- Ebû Davûd, Edeb: 110
2-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili (sad.), c. 8, s. 294-96.
3-İleriki sayfalarda bu yanlışa dikkat çekilecektir. Âyette hidâyet ve dalâletin Allâh’a isnâdı, insanı, hidâyet veya dalâlete mecbur etmesi yönünden değil, sebep ve sonuçlar nizâmını ortaya koyması açısındandır. Bu konuda Kur’ân âyetlerine baktığımız zaman, bu mânanın, hiçbir kapalılık veya karışıklıkla hiçbir ilgisi olmayıp aksine apaçık olduğunu görürüz (Ra'd/27, Ankebut/69, Muhammed/17).
4- Önsözde dikkat çektiğimiz hususu bir kez daha not edelim. Kur'ân-ı Kerîm'in 23 yıllık nüzul sürecindeki psikolojik bağlamı da göz önünde bulundurursak, insanların durumuna uygun olarak tedrîcen (zaman içine yayılarak) nâzil olan kimi âyetlerde Cenâb-ı Hakk'ın mutlak tenzîh ve tâzimine, sebep ve sonuçlar nizâmını ortaya koymasına (Ra'd/27, Ankebut/69, Muhammed/17), kimi âyetlerde de kulun irâdesi ve sorumluluğuna vurgu yapıldığını görürüz. Dolayısıyla ilgi ayetlerin, bu gerçeğin göz önüne alınarak incelenmesi ve bağlamlarından koparılmadan ele alınması gerekir.
5- Bak. Gülen, İnancın Gölgesinde 1, s. 234
6-Ayrıca bak. A'râf/186; Ankebut/69; Muhammed/17; Ra'd/27-28
7- Bak. A'râf/43. Hidâyet: Cüz’î irâdesini iyi yönde kullanması neticesinde insanın içinde Allâh (cc)'ın yaktığı bir nûr ve ışıktır ki insan bu ışık sayesinde doğru yola girer. (muvaffak olur) Bak.Gülen, İnancın Gölgesinde, s. 254
8- Görülüyor ki, fiil Allâh'a izâfe edildiği aman "halk", insana nispet edildiği zaman beraberinde beşerî sorumluluğu getiren "kesb" adını alır.
9-Elmalılı, age., ay.
10-Hayrettin Karaman ve arkadaşları, Kur’ân Yolu Diyanet Tefsiri, c. 5, s. 173.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort