JoomlaLock.com All4Share.net

HZ.EBUBEKİR’İN (ra) SEVDİĞİ ÜÇ ŞEY

Hamdolsun yerin-göğün Halıkı-Razıkı olan Rabbimize… Hamdolsun bizleri insan olarak var edene… Ve yine hamdolsun ki bizleri terbiye etmek için Peygamber Efendimizi (sav) gönderene…

Salat ve selamlar olsun en güzel, en edepli, en merhametli insana… Salat ve selam olsun aşkın,marifetin,hikmetin kaynağı olana... Ve yine salat ve selam olsun ilmi-irfanı,aşkı-marifeti varislerine miras bırakana…

Daha önceki yazılarımızdan birinde Fahri  Kainat Efendimizin (sav) sevdiği üç şey ve ardından 4 büyük meleğin, 4 halifenin, 4 mezhep imamı büyüklerimizin sevdikleri üç şey olarak bir rivayet paylaşmıştık. Bu fani imtihan dünyasında sevdikleri üç şeyden yola çıkarak onların şahsiyetlerine, anlayışlarına yol bulmaya çalışmıştık.

Birkaç sayıdır hep Hz. Ebubekir  Sıddık (ra) efendimiz ile ilgili rivayetleri ele alıp onu daha iyi tanımaya, sevmeye, örnek almaya çalışıyoruz. Bu sayımızda da Peygamber Efendimizin(sav)en güzide talebesi olarak onun sevdiği üç şeyden hareketle onun ahlâkı, imanı ve anlayışını anlamaya çalışacağız.  Bu cümledeki kavramları iman-anlayış ve ahlâk  diye sıralasak herhalde daha doğru olacak. Çünkü iman, mevhibeyi ilahi olarak bizzat Cenabı Hakkın Hz.Sıddık’ a verdiği bir nur. Anlayış, verileni işleme-değerlendirme kapasitesi. Ahlâk ise işlenmiş verilerin hal-hareket, tavır-tutum-davranış olarak yaşantıda görülmesi. Mevlayı Müteal hazretleri bizleri Hz.Sıddık’ın (ra) imanına bağışlasın. O ne güzel anlamış ve ne güzel bir ahlâk sergilemiş ki onun için “Peygamberler müstesna insanlığın en hayırlısı” denilmiş. Bizler de onun derya misali hayatına dalışlar yapıp adeta inci hükmünde bilgiler elde etmeye çalışıyoruz. Cenabı Hak kolaylaştırsın, bizi ona yaklaştırsın inşallah.

Evet, Hz.Sıddık-ul  Azam (ra) buyurmuşlar ki:  “ Ya Resûlullah! Bana da dünyadan üç şey sevdirildi: Senin huzurunda oturmak, malımı Sana ve Senin gösterdiğin yerlere infak etmek, Sana salavat-ı şerife getirmek.”

Rivayette  “…dünyanızdan…” şekli var fakat bu biçimiyle söylemiş olsa bile Efendimizin  olmayan, Habib-i Hüda (sav)tarafından üç talakla boşanmış dünyayı Efendimize nispet etmediği malumdur. Bu yüzden  “...dünyadan…” şeklinde nakletmek daha doğru olacaktır. Rabbimizin En Sevgili Kulu Efendimizin (sav) ise  “...dünyanızdan…” diyerek dünyayı bizlere nispet etmesi kadar doğal bir şey olamaz.  Çünkü doğması, yaşaması ve vefatıyla bize benzeyen fakat bu dünyaya ait olmadığını; duruşu, bakışı, konuşması, mal-mülk karşısındaki tutumuyla apaçık ortaya koyan bir insandı Efendimiz (sav).

“Bu dünyada ya garip gibi ya da yolcu gibi ol.” bir rivayette ise “Kendini kabir ehlinden addet(ölü gibi ol)” buyurmaktadır.(Kütüb-i Sitte Muhtasarı-Cilt 2-s. 471) Kendileri de bir ideal uğruna yaşamanın ne demek olduğunu, dünyayı avuca alıp gönüle almamayı göstererek bu dünyadan gitmişlerdir.

İşte Sahibimiz-Peygamberimiz-Efendimizin (sav):  “Allah’tan başka dost edinecek olsaydım Ebubekir’i dost edinirdim.” dediği  en yakın arkadaşı-yâri olarak  Ebubekir efendimiz (ra) yaşadığı günler, anlar, hazlar içerisinde birinci sıraya  “O’nun huzurunda oturmayı” koymuştur. Oturmak nedir? Bir Kızılderili bilge şöyle der:  “Biz çocuklarımızın eğitimine toprağa rahatça oturmak ve bundan zevk almalarını sağlamakla başlardık.”   Oturmak bilginin,sevginin insandan insana akması için en elverişli ortamdır. Oturmakta yüz yüzelik vardır.  Bazen hiç konuşulmasa da gönülden gönüle akışın olması için yüz yüze bakmalıdır.

Sahabe efendilerimizin çok oturmaktan ayaklarının hep çarpık olduğu da rivayet edilmiş. Kişinin oturma biçimi sünneti seniyyede belirlenmiştir. Diz üstü oturma, bağdaş kurma veya teverrük oturuşu denilen ve kalbi daha öne çıkaran oturma biçimleri hep Efendimizin(sav)uygulama ve tavsiyelerinden öğrenilmiş. Modern eğitimin, Kilise sıralarından arakladığı oturma biçiminin fıtrata-dini eğitime ne kadar uzak olduğu ortada. Her şey aslına dönecektir. Hele bacak bacak üstüne atmak gibi şeytanın neslini çoğaltma ameliyesi, bilgi-sevgi akışı için ciddi bir handikap, edepsizlik.

Oturmak; konuşmak için, dertleşmek için akıldan akla, gönülden gönüle akış için bir zorunluluk. Ciddi meseleler ayaküstü konuşulmaz. “Hele bir otur da şu meseleyi konuşalım.” deriz.”Oturaklı adam ne söylediğini biliyor.” veya “Fikirleri oturmuş.” deriz. Sonuçta doğru dürüst oturmayı bilmeyen insanların hafif meşrep olması kaçınılmaz olacaktır.

Burada  O’nun huzurunda oturmak var ki…  O’nu birazcık tanıyan, birazcık anlayan bir mü’min O’na nasıl bakmalıdır? Mevla ile görüşen, bütün meleklerin hayran olduğu, kainat  yüzü suyu hürmetine yaratılan, ümmetine ve bütün insanlığa  “Rahmet” olduğu bildirilen bir insanın huzurunda olduğunu idrak etmek…  O’na hangi göz ile bakmalıdır?  Hz.Sıddık  “Ne güzelsin Ya Resûlullah!” derken Ebu Cehil’in kinle, kibirle, küfürle körelmiş gözü “Ne çirkinsin!”(haşa) diyebilmiştir.

Öğrenmede %80 göz,%11 kulak ve %9 diğerleri olarak tespit edilmiştir. Görmek  çok önemli fakat burada O’nun tarafından görülmek daha önemli. Çünkü  O’nun bakışları Hakk’ın nazarı. Mü’minleri temizleyen, arındıran bir nur. O’nun gözünden Mü’minlerin yüzüne, bedenine, kalbine yayılan bir nur var. İnsana  sekinet veren, huzur veren, bu dünyadan alıp cennete, Hakk’ın visaline-cemaline götüren bir yolculuk başlatıyor O’nun bakışları. Vakar-heybet-celadet fakat daha derinde rahmet ve merhamet. “Uzaktan görende heybet, yakına gelende de şefkat,merhamet hissi oluşurdu.” buyuruyor  Hz.Ali efendimiz.

İkinci sırada  “...malımı Sana ve Senin gösterdiğin yerlere infak etmek...” var. Birinci aşamada canı O’nun önüne getirmek vardı.  İkinci aşamada malı O’na feda etmek.  “Sensiz dünyayı, ukbayı gülüm nidem!” demiş ya aşık. Sahip olduğu şeyleri Sevgiliye feda etmedikçe sevgiden bahis olur mu? Ebubekir efendimizin (ra) hayatı zaten bu feda üzerine kurulu. Mekke’de 35-40 bin dinarı olduğunu Medine’ye hicret ederken 5-6 bin dinarı kaldığını, Medine’de “Geride Allah’ı ve Resulünü bıraktım!” diyerek fedadan, fenaya;  Hak ile Bekâya adını ölümsüzleştirdiğini biliyoruz.

Üçüncü sırada “…..salavatı şerife getirmek.”  var. Zahiren O’nunla beraber olamadığı zamanlarda O’nun ismini söylemek. Büyüğümüz Mevlana Hace hazretleri  “Zikir O’nu tanımanın meczubiyet ve meftuniyetiyle O’nun adını sayıklamaktır. “ buyururlar. Efendimize salavat getirmenin evvelinde Hz.Sıddık’ın  O’nu tanıyışı vardır.  Bu tanıyışın oluşturduğu meczubiyet, meftuniyet   uzaklığı yakınlaştıracak bir aşkla salavat getirmeyi sağlamaktır.

Sıddık efendimize  sevdirilen üç şey olarak  “Senin huzurunda oturmak, malımı Sana ve Senin gösterdiğin yerlere infak etmek, Sana salavat-ı şerife getirmek.”  ifadesi büyüğümüz Mevlana Hace hazretlerine sorulduğunda ise kısa ve öz olarak şöyle buyurmuşlardı:

“Aslında Hz.Sıddık’ın  söylediği üç şey değil, tek şey. Zahir batın bütün her şeylerini Efendimize (sav) teksif etmişler. Bana Siz sevdirildiniz, buyurmuşlar. Dolayısıyla Sizinle birlikte ve Sizin için yapacağım her şey sevdirilmiş oldu. Bu şeyleri birden bine çoğaltmak mümkün. Orda Efendimiz (sav) üç şey buyurdukları için onlar da edebe riayet edip üç şey söylemişler. Ama özetle söylediği tek şey:  Efendimizin (sav) sevgisi.

Hani Nasreddin Hoca saz çalarken tek bir yeri tutmuş ya. “Hocam elini gezdireceksin.” denildiğinde “Herkes benim tuttuğum yeri arıyor, daha bulamadılar, onun için ellerini gezdiriyorlar.” demiş. Hakikat ya heptir ya hiçtir, denilmiştir ya işte o, hep olanı yakaladığı için hep aynı noktayı vurgulamış.

İnsan bunu anladığında, Efendimizi (sav) sevmenin O’nun için olmanın, O’nunla  olmanın hakikatini insan anladığında başka bir şeye ihtiyaç duymuyor. Başka bir şeyi aramıyor. Çünkü her meselesine O’nu şablon olarak ortaya koyunca… işte O’nunla oturmayı seviyor, O’nun önünde bulunmayı, O’nun gıyabında O’nun ismini zikretmeyi…Tek kelime ile O yani.
Hani derler ya Mecnun her gördüğü bayana Leyla diye hitap edermiş. Kimi görürse ona Leyla dermiş. Başka bir isim bilmezmiş. Her baktığında da Leyla’nın suretini görürmüş. Başka da bir isim bilmediği için Leyla dermiş. Silmiş diğer isimleri, herkese Leyla demiş. Hz.Ebubekir  efendimiz de bu manada böyle bir Mecnun.  Aşkın Leyla’sını bulmuş. Başka bir şeye hacet duymamış.

Âlemlerin Efendisi sırlandıktan sonra da ancak iki sene dayanabilmiş. İki sene kadar dayanabilmişler. Sonra ahirete hicret etmişler. Benim kanaatim o ki emir olduğu için iki sene dayanabilmişler. Yapılması gereken işleri tamamlayabilmek için o kadar durabilmişler. Yoksa belki hemen ardı sıra gideceklermiş de … ama yapılması gereken işler olduğundan iki sene durmuşlar.”

Ya Rabbi Hz.Sıddık efendimizin imanından, teslimiyetinden bizlere de nasip eyle. Bizi ona bağışla. Bizi onun yolundan ayırma. Bizleri yarın cennetinde, cemalinde onunla beraber haşreyle.  Bizleri Hz.Sıddık’ın izinden götürmeye çalışan Hace hazretlerine zorluk çıkarmamayı nasip eyle. Amin  velhamdulillahi Rabbil alemin.

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort