JoomlaLock.com All4Share.net

HUZURUN MUHAFAZASI NE DEMEKTİR, NASIL SAĞLANIR?

Huzurun Muhafazası Ne Demektir, Nasıl Sağlanır? - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 109 - Ocak 2017

 

Huzurun Muhafazası Ne Demektir, Nasıl Sağlanır?

 

Soru: Efendim, sohbetlerinizde huzurun muhafazasından sıklıkla bahsediyorsunuz. Huzurun muhafazasından kastedilen nedir ve bu nasıl temin edilir?

Cevap: Tabi öncelikle huzur ne, onu bilmemiz önemli… Huzur başta kulun Rabbinden razı olmasıdır… Huzur bununla başlar. Kişi Rabbini razı etmeye çalıştığı gibi kendisi de Rabbinden razı olması lazım. Belki Allah’tan razı olmak, Allah’ı razı etmekten daha zordur. Çünkü Cenabı Hak, Erhamu’r-Rahimin’dir, sonsuz merhamet sahibidir, kerem sahibidir. Kulun en ufak bir hayrından, güzelliğinden razı olur ve kulu o güzelliğin hatrına verebilir. Ama insandaki nefis kafirdir, zalimdir, muannittir-müthiş inatçıdır. Cenabı Hakk’ın hiçbir şeyinden razı olmaz. Onun tûli emeli bitmez, istekleri bitmez. Rasulullah buyuruyorlar ya: “İnsanoğlunun bir ova-vadi dolusu malı olsa, bir  o kadarını daha ister…” Uhud dağı altın olup verilse ikinciyi istersiniz. Allahu Teala onu verse üçüncüyü istersiniz, bu istekler bitmez… Dolayısıyla nefsin Allah’tan razı olması, çok zordur. 

İşte huzuru elde edebilmek için kul Allah’tan razı olmaya çabalamalı, gayret etmeli ve Allah’tan razı olmalı. Allah’ın ona lütfettikleri ile yetinmeyi bilmeli, şükürcü olmalı, kendisini Cenabı Hakk’ın ikramına, ihsanına teslim etmeli. Sürekli Allahu Teala’ya karşı şikâyette bulunmamalı… “Şuyum yok, buyum yok, şu olmadı, bu olmadı…” Bu tip şikayetler kulu Allah’tan uzaklaştırır. Şükürcü olmalı, elinde olanlara bakmalı. Evet, belki olmayan şeyleri de vardır ama olanlara bakıp şükretmeli; bunlar bende var, belki birçok kimsede yok, birçok kimsenin sahip olmadığı şeylere ben sahibim diye düşünmeli ve şükür hali üzere olmalı. 

Kul Allah’tan razı olmalı, bu rızalığı sürekli muhafaza etmeye çalışmalı, bunun trendini güzel tutturmalı. Sonra da Allah ile beraberlik duygusunu elde etmeye çalışmalı, kendisini hiçbir şekilde Allah’tan uzak, Allah’tan ayrı düşünmemeli, yalnız hissetmemeli kendini. Ben hangi hal üzere olursam olayım, her nerede olursam olayım Allahu Teala ile birlikteyim, diye bu hali düşünmeli, teemmül etmeli ve bu Allah ile birliktelik hali üstünde temekkün etmeli, kendini sabitlemeli.. 

Allah ile birlikteliği tam içine yerleştirebilen hiçbir şeyden endişe etmez. Kendine değil Rabbine güvenir. Bilir ki ne türlü daralırsam daralayım Rabbim bir çıkış yolu ihsan eder. Hani halk arasında da derler ya: “Allah her kapıyı birden kapatmaz.” Bir kapıyı kapatsa bin kapı açar. Bunu insan müşahede eder o zaman. 

Böyle bir özgüvenle Allah ile birlikteliği elde etmesi huzur halidir. Bu hali muhafaza etmeli... Dünya yansa yıkılsa; deprem olsa, sel olsa, yangın olsa, savaş olsa, ne olursa olsa her şey Allah’ın takdiri ile demeli. Allah dilemedikçe hiçbir şey bana zarar veremez, Allah dilemedikçe de hiçbir şey bana faide veremez. 

Bakın Cenabı Peygamber (aleyhissalatu vesselam) çok sığ bir mağaranın içinde, eğilseler görülebilecek bir mesafede iken kuş geldi yumurtladı, örümcek geldi ağ ördü, Allahu Teala muhafaza etti. 

وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

“Biz onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.” (Yâ-Sîn 9)

Üzerlerine bir toprak serpti. Kendisini kapıda bekleyen müşriklerin gözlerinin önünde kalktı, gitti, hicret etti. Allah O’na zarar vermemeyi diledi… Yakıcı olan bir şey İbrahim’i yakmadı… Kesici olan bir şey İsmail’i kesmedi. Boğucu olan bir şey; su, Musa’yı boğmadı… Allahu Teala bize kudretini gösterdi. 

Şimdi bizim Allahu Teala’dan hala endişe etmemiz iman zafiyetidir. Çünkü bunlar bir hikâye değil. Bunlar birilerinin anlattığı masallar, varsayımlar değil; bunlar yaşanmış vakıalar. Biz Allah’ın varlığına birliğine nasıl iman ediyorsak bu hadiselerin de böyle yaşandığına aynıyla iman ediyoruz. Çünkü bunları O (celle celaluh) Kur’an’ında buyuruyor ki bunlar geçmişte olmuş. 

Şimdi insanların bu anlayışını, bu imanını bozmak için bu hadiseleri çarpıtıyorlar. Sözde Allah’a imanları tam, O dilerse böyle yapar ama “Aslında bu hadiseler böyle olmamıştı da, İbrahim ateşe düşmemişti de, bu şu anlama geliyordu da…” diyorlar. Hayır… 

İnsan bu teslimiyeti sağladığında, bu teslimiyet huzurdur. Ve bunu kendinde sürekli kılması lazım. 

İnsan kendisini sürekli Allah ile birlikte hissettiğinde, buna iman ettiğinde ve buna gönül verdiğinde gaflete düşemez kolay kolay. Kulluğu terk edemez, ibadetten uzak kalamaz. Bir insan acıktığında yemek yiyorsa ve yemeği elde etmek için mücadele ediyorsa; susadığında su içmek istiyorsa yakında yoksa suyu arıyorsa; uykusu geldiğinde bir yere kıvrılıp yatıyorsa döşek, yastık vs. aramıyorsa insan o huzur halini elde etti mi ibadet ihtiyacı hissettiğinde, ibadetin vakti geldiğinde o acıkan, susayan misali hemen bakıyorsun ibadetine yöneliyor veya ibadet yapabilmek için ortam arıyor, sebep arıyor. Yoksa rahatsız oluyor. Yapamazsa rahatsız oluyor. İşte bu insan huzura dikkat ediyor. 

Bu insan uyanık insan. Bu insanda gaflet olmaz. Bu insanda şek şüphe olmaz. Bu insanda dalalet olmaz. Çünkü o nasıl Cenabı Hak ile beraberliğe değer veriyorsa Hak da onun beraberliğine, dostluğuna değer veriyor. Allah onu o zaman tutuyor. Onun dostluğuna değer verdi mi onu muhafaza ediyor, ona yardım ediyor… 

Çünkü Allahu Teala: “Muttaki ile beraberiz, muhsin ile beraberiz…” buyuruyor. Takvaya riayet edersen seninle beraberiz, ihsana riayet edersen seninle beraberiz. Şakir, zakir, sabir olursan seninle beraberiz. Haşa ki vadine hulf etsin… 

Sen her ne türlü bir güzellik yapsan o güzelliğin neticesinde Cenabı Hak buyuruyor ki biz seninleyiz. İnsan bundan haz duymalı. Bundan bir manevi keyif almalı. Dolayısıyla hayatının gayesi bunlar olmalı. 

Öbürleri zaten tabi şeyler. Yani insan dünyada varsa ona takdir edilen ömür ne kadarsa o ömür nispetinde iaşesi de takdir edilmiş. Yiyeceği, içeceği ona göre ayarlanmış. Kimse senin rızkını yiyemez. Senin içeceğin suyu kimse içemez, eksiltemez. Misal Allahu Teala sana ömrün boyunca on ton su takdir etmişse sen on ton su içeceksin. O on ton suyun bir milimini kimse içemez. Ve sen de o on ton suyu içmeden ölmeyeceksin. Allah’ın işi böyle. Dokuz ton içtin de hadi bu kadar yeter, yok. O on tonu içeceksin. 

Sana on senelik bir ömür takdir edilmiş bir saat erken ölmeyeceksin, böyle bir şey yok. 

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

“Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’râf 34) buyuruyor Allah. 

Ecelin ne bir saat öne ne bir saat geriye oynamayacak. O on sene kaç saat ayarlanmışsa, saati de onun ayarlanmış, o saatin geldi mi bir dakika vallahi fazla yaşamayacaksın, öleceksin. Ama bir dakika önce de öldürmez Allah… Bütün bu dünya misal sana ateş etse, birleşse senin üstüne bombalar yağdırsa, atom bombası atsalar sana, ömründen bir dakika kalmışsa onu yaşatacak Allahu Teala. Ölmeyeceksin. 

Bunlar gayet tabi, ayarlanmış. Bu sistem bozulmaz. Biz şimdi sürekli bunların endişesini çekip asli olan meseleleri hiç düşünmeksizin yaşarsak işte gaflet bu… Yoksa suyun, ekmeğin, havan bunlar hep ayarlanmış, belirlenmiş. Bunlar sana peşin peşin verilmiş. Bunlar verilmiş ve bana denilmiş ki sen ibadetle meşgul ol… 

Bu anlamda helalden çalışmam da ibadetimin bir parçası bu ayrı bir mesele, ama benim çalışmam Allah’ın bana takdir ettiği şeyi değiştirmez. Mesela bugün ben on saat çalıştım bir ekmek kazanacağım, bu takdir edilmiş bana. Yirmi saat çalışsam da bir ekmek kazanacağım on saat çalışsam da bir ekmek kazanacağım. Çok çalışırsam fazla kazanırım, yok. Kendini kandırma. İstihkakın o kadar. Bütün kainata taksim edilmiş o istihkak, kimseninkini sana vermez Allahu Teala. Hiç kimsenin ekmeğini sana vermez. On saat neticesinde bir ekmek, tamam… Yirmi saat çalışsan, yirmi dört saat çalışsan bir ekmek. Kırıntı fazla olmaz. İnsanın nefsi insanı aldatıyor. 

Ama ibadet öyle değil. İbadetin ucunu açık bırakmış Cenabı Hak. İbadette sa’yin kadar karşılık var. Misal bir rekat namaz kıldın onun bir karşılığı var. İki rekat kıldın arttı, ikinin de karşılığı var. Üç kıldın üçlük karşılık var. İbadetinki takdir edilmemiş, onun ucu açık bırakılmış. İbadet anlamında mesai yaptıkça mesai var, ama dünya işinde mesai yok. Fani çünkü. Dünyadan dolayı Allah mesai vermiyor. İnsan bunu bilerek bakmalı dünyaya, hırslanmamalı. Çok çalışırsam çok kazanırım, yok... Kendini helak edersin. Kendini kazanıyor gibi görebilirsin; Karun gibi yığarsın yığarsın, yer yarılır hepsi yere girer. Yangın çıkar hepsi yanar. Sel gelir hepsini götürür. Niye, onlar takdir edilmemiş, onaylanmamış da ondan. Kaçak yani, el koyuyor Cenabı Hak. Diyor ki senin istihkakın, resmi hakkın bu kadar. 

Şimdi bakın FETÖ’cülerin mallarına nasıl el koyuyorlar. Adamlar kazandıklarını zannettiler değil mi?… “Ama birçoğunu da kaçırdılar!…” Eğer Allahu Teala takdir etmemişse hiçbir şey kaçıramayacaklar, hepsini geri alacak Cenabı Hak. Mülk Allah’ın… Bir insan Allah’ın mülkünü götürebilir mi, Allah’tan bir şey çalabilir mi? Böyle düşünmek iman mı?… 

Yerde ve gökte ne varsa bu anlamda hepsi Allahu Teala’nın. Bu yüzden ibadetin önü açık. İbadette ne kadar mesai yapıyoruz o kadar mesai/karşılık var. Bir yaptık bir, üç yaptık üç, beş yaptık beş. 

İşte huzurun muhafazası bu. O huzuru muhafaza eden insan otursa, kalksa, gezse, uyusa hep zikir hali üzerindedir. Nasıl ki kolundaki saati kurmuşsun, sen ne yaparsan yap o düzenli çalışıyor; insan kalbi de öyle saat gibi kuruluyor, bir düzene giriyor: ihlas düzenine, takva düzenine, zikir düzenine giriyor ve uyurken de, yerken de, iş yaparken de çalışıyor. 

Huzur onun pili gibi. Ne zaman o pil bitiyor, o zaman duruyor. Pilini değişeceksin veya bazı eski saatler öyleydi yirmi dört saatte bir kurulması gerekiyordu. Kurulduğu müddetçe gaflet yok, sapkınlık yok, azgınlık yok… O zaman adeta her şeyde Cenabı Hakk’ın bir kudretini göreceksin. Sanki seni ikaz ettiğini göreceksin. 

Yusuf (aleyhisselam) Züleyha’ya bir anlık meyledince Cenabı Hak Yakub’un (aleyhisselam) suretini gösterdi, karşısında babasını gördü… Anadolu’da da vardır bu usul: yanlış-ayıp bir iş yaptığında parmağı ısırıp “Aboo!!” derler. Hz. Yusuf bakıyor ki Yakub’un (aleyhisselam) parmağı ağzında, onu ayıplıyor… Hemen kapıya doğru kaçmaya başlıyor, Züleyha’nın kilitlediği bütün kapılar açılıyor. Kaçarken de Züleyha arkadan elbisesini yırtıyor. O arkadan yırtılması Yusuf’un hayatını kurtarıyor. Ama onu ikaz eden Allah’ın kudreti, ona gösterdiği şey babası. 

O zaman Cenabı Hak seni bilvesile ikaz ediyor, vazgeçiyorsun. Sana tevbeyi hatırlatıyor… Büyükler yaşantılarında bunun gibi Allah’ın sonsuz kudretinden ikazlarını, irşadlarını; çok değişik vakıaları yaşamışlar. 

Bunu sebebi ne? Cenabı Hak seni tutmuş bir sefer. Sen O’nu her şeyinle tutmuşsun, O da seni tutmuş, dostluk olmuş; seni bırakmıyor ki o günaha düşesin. Sen ısrar edersen ayrı. Ama bir anlık bir tehlike olduğunda Cenabı Hak ikaz ediyor, haber veriyor.

Bütün yapıp ettiğimiz şeyler; zikirdir, fikirdir, sohbettir, hatmedir, ibadettir vs. hep bu huzuru muhafaza için...

Soru: Efendim, kaliteli bir ibadet yapabilmek için ihsan sırrını nasıl anlamalıyız? Kul olarak amellerimizin ihsan boyutundaki sağlamasını, karşılığını nasıl anlayabiliriz?

Cevap: Birincisi onu emredildiği gibi yapmak… Bu çok önemli. İbadeti sen istediğin gibi değil, onların istediği gibi yapmak durumundasın. Onlar nasıl istemiş ve nasıl Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) nasıl tarif buyurmuşsa öyle yapmak durumundasın. Allah ibadeti emretmiştir, Peygamber onu tarif etmiştir. Bu yüzden bizim Peygamber’e bakmamız çok önemlidir. Peygamber’i takip etmemiz, izlememiz, O’nun ahlakına, niyetine, hayatına bakmamız önemlidir. 

Allahu Teala bize namaz kılın, diye buyurmuş. Ama namazı nasıl kılacağımızı tarif etmemiş; şöyle eğilin, böyle kalkın buyurmamış. Onu biz Peygamber’den öğreniyoruz. Ona Cebrail gelmiş tarif etmiş, misal, böyle eğileceksin bu rükûdur, bu kıyamdır, bu secdedir… tarif etmiş. Biz de bunları ve namazın bütün inceliklerini Peygamber’den öğreneceğiz 

Allahu Teala abdesti emretmiş. Kur’an’da bunu açık bildiriyor; yüzümüzü, kollarımızı, ayaklarımızı yıkamamızı, başımızı da mesh etmemizi emrediyor. Ama diğer ayrıntıları bize bildirmiyor Yani ağzımıza, burnumuza su vermeyi, yüzümüzü yıkarken göz boşluklarımızı (çapak oluşabilecek yerleri) iyice yıkamayı, kulakları yıkayıp enseyi meshetmeyi; kolları yıkarken dirseklerden ne kadar fazla yukarı çıkabilirsek o kadar fazilet olduğunu aynı şekilde ayakları yıkarken de ayak bileklerinden ne kadar yukarı çıkabilirsek faziletli olduğunu… ayet tarif etmiyor. Ayet sadece dört azanın yıkanmasını/mesh edilmesini buyuruyor. Diğerlerini biz Peygam-ber’de görüyoruz. 

Misal, Allahu Teala, hangi su ile abdest alınır, bunu tarif etmiyor Kur’an’da. Her su ile abdest olmaz. O suyun özelliklerini biz Peygamber’de görüyoruz. 

Kur’an-ı Kerim genel manada temizlikten bahsediyor ama biz abdestten önce taharet alıyoruz. Bizim bugün uyguladığımız şekli ile bir taharetten Kur’an-ı Kerim bahsetmiyor, biz bunu Cenabı Peygamber’de görüyoruz. 

Bu yüzden biz bir ibadet yapacağımız zaman, bir amel işleyeceğimiz zaman mutlak Peygamber’e bakacağız ve alakaderilimkan O nasıl yapmış ise öyle yapacağız. Biz istediğimiz gibi yapmayacağız. 

Mesela biz abdestte yüzümüzü yıkadık, sonra döndük ayaklarımızı yıkadık, sonra döndük kollarımızı yıkadık… Bu abdest oldu mu? Hanefilere göre oldu, ama diğer mezheplere göre olmadı. Tertip farz diyen mezhepler var. Niye? Rasulullah öyle almadı. Öyle ise biz de ona dikkat edeceğiz. Bunlar birbirlerini tamamlayıcı unsurlar. “Ya benim canım öyle istedi ki ben yüzümü yıkadım, sonra ayaklarımı yıkadım, sonra döndüm kollarımı yıkadım…” Yok... Ayette sıraya göre yazmış. Yüzü yıka, elleri yıka, başı mesh et, ayağı yıka, buyruluyor. Yani bunu rastgele buyurmuyor Cenabı Hak. Demek ki bunun böyle peş peşe gelmesinde de bir hikmet, bir hakikat var. O yüzden diğer mezhepler sırayı takibe farz diyor. Biz de o sıraya göre yapacağız, kafamıza göre yapmayacağız. 

İbadette öncelikle ihsana ulaşabilmek için emredildiği gibi o ibadeti yapmaya çalışmak gereklidir. Bu emir ile birlikte ibadete gönlünü katmak lazımdır. Gönüllü olmak, sevgi ile yapmak, yaptığından bir muhabbet almak, haz almak, coşku ile yapmak… “Ben bunu Rabbim için yapıyorum! Bunu ben Allah’a ikram edeceğim, Allah’a sunacağım!” Bu sana öyle bir coşku vermeli, öyle bir manevi heyecan vermeli ki seni coşturmalı adeta. Senin aklını başından almalı. Gönlünle o işin içine girmelisin…

Düşün ki yazın aşırı sıcağında her şeyin kavrulduğu bir dönemde sen temiz bir denize girsen… Aman ya Rabbi nasıl coşarsın, o sulara kendini bırakırsın, nasıl coşku ile yüzersin… Serinlik canına geçti mi, serinliği hissettin mi hiç o denizden çıkmak istemezsin. Öyle bir haz duyarsın, o denizin serinliğini adeta bütün iliklerine kadar hissedersin… 

Abdesti böyle almalısın. Sen sanki bir ateşteydin, gaflet ateşinde idin, bir teşkale ateşinde idin Allahu Teala senden bir abdest istedi. Sen o sıcakta denize giren adam gibi suyun altına girdin. Sanki Allahu Teala bir dalga getirdi, o seni yakan ateşi bir anda söndürdü… Yanıp kül olacaktın, hayatın kurtuldu. Ateş söndü, senin üstünde hiç is pus, kara bir şey kalmadı. Tertemiz oldun sen. Sende hiçbir hararet kalmadı. Öyle serinledin ki sanki vücudunun bütün gözenekleri açıldı. Kalbur gibi oldun… 

Abdesti böyle bir şevkle alacaksın. Böyle bir iştah ile, böyle bir muhabbetle aldığın o abdestle iki rekat namaz kıl, arşı görürsün Allahın izniyle... Abdesti öyle aldın namazı da bu minval üzere kıl... İşte o zaman ihsana ermiş olursun. 

Şimdi biz meselenin hep “Allah’ı görürmüşçesine” bölümü var ya oraya kilitleniyoruz, Allah’ı göreceğiz, Allah’ı görürmüşçesine halini elde edeceğiz diye yapabileceğimiz şeyleri bu sefer ihmal ediyoruz. Yani boyumuzu aşan bir şeye kendimizi kilitliyoruz, bizim yapabileceğimiz şeyleri ihmal ediyoruz. Burada önemli olan şey senin duygularındır. Kendine göre düşün. Sen sana göre en huzurlu olabileceğin duyguların ile yönel. Yeter ki temiz olsun o duygu. Duygun, düşüncen, arzun tertemiz olsun, onu Cenabı Hak senden kabul buyurur. 

Bu bir talim işidir. Bunu adım adım ileri taşırsın. Bu biraz da Hakk’ın yardımıyla kendiliğinden oluşacak bir şeydir. Sen kendini çok büyük bir noktaya kilitliyorsun, yapabileceğin küçükleri de yapmıyorsun; o büyüğe de ulaşamıyorsun, bir şey kalmıyor... Bu yüzden kendi ihlasını ortaya koy, kendi samimiyetini ortaya koy. Hak senden bunu istiyor. 

Bunun için de insan duygu pratiği, jimnastiği yapmalı. İbadet tamamen zahir değildir. İbadet sırf bedenle yapılan bir şey değildir; kalbin, ruhun, sırrın, zihnin o ibadete iştirak etmeli. Çünkü belki Hakk’ı razı edecek olan şey o niyetin, o temiz duygun. Çünkü fiil sabit. Fiiller Hakk’a ulaşmıyor ve fiillere Cenabı Hak ihtiyaç da duymuyor. Allah gönlüne nazar ediyor. Yani sen namaz kılarken, abdest alırken, Kur’an okurken, tesbih çekerken Cenabı Hak senin gönlüne bakıyor ki gönlünde oluşan ne… Evet, elinde tesbih var çekiyorsun ama kalbin ne çekiyor, Allahu Teala buna bakıyor. Kalbin Allah diyorsa ve bu deyişinden huzur buluyor, mutmain oluyorsa Allah seni zakir sayıyor. Elinin çektiğine bakmıyor.

Eğer sen namaz kılarken Allah’ın azameti karşısında gönlünde mahviyet, mahcubiyet oluşuyorsa, Allah’tan utanıyorsan o yüzden de adeta böyle boynunu büküyorsan, o mazlumiyeti, garipliği özünde hissediyorsan sen Allah’ın yanında namaz kılıyorsun demektir. Yoksa sen ellerini bağlamışsın kıbleye dönmüşsün ama içinde gezen tilkilerin kuyrukları birbirine değmiyorsa, o yaptığına bakmıyor Cenabı Hak. Bedeninin eğilip kalkmasına bakmıyor.

İşte tefekkür dediğimiz şey bu. Bu duygu jimnastiği, duygu pratiği. İnsan ihsana böyle ulaşır. İbadet yaparken ihsana böyle riayet edebilir. 

Her insanın, ister sufi olsun ister ne olursa olsun, sevdiği bir müzik tarzı vardır. “Ya ben hiç müzikten hoşlanmıyorum!” demek bu ham sofuluk, bu yalan. Buna inanmam. Her insanın hoşuna giden kainattaki seslerden bir ses vardır. Çünkü bu insan fıtratında var… 

Hoşlandığı, sevdiği o melodiyi, o ilahiyi, gazeli dinlediğinde nasıl ki ona bir huzur, rahatlık veriyor; bazen yüreğine, gönlüne dokunuyor canını yakıyor, ağlatıyor yani dinlerken onda bir çağrışım yapıyor; coşuyor, cezbeleniyor, derken kendisi de katılıyor, mırıldanmaya başlıyor…

Veya çok sevdiği bir insanla muhabbet etmek, sohbet etmek nasıl ona haz veriyor, onun söylediği şeyleri can kulağı ile dinliyor, ilaç gibi geliyor ona… 

İnsan Allah’ın kitabını dinlerken öyle dinlemeli, Kur’an ile öyle muhatap olmalı. İnsan öyle farz etmeli, öyle hayal etmeli ki sanki bunu Hazreti Muhammed (aleyhisselam) okuyor O’nun ağzından dinliyorum. Hayali olmayanın gerçeği de olmaz… 

Bir insan onu Peygamber’den dinlese bunun tarifi yok, bunu bir şeyle izah edemeyiz. Öyle hissetmeli kendini, öyle rahatlamalı. Allah’ın Kitabı’ndan veyahut dini bir nasihati, bir sohbeti dinlerken öyle bir muhabbet, haz duymalı… Gönlü ile katılmalı ona, gönlünün bütün zerrelerini açmalı ona. Çünkü bilmeli ki o okuduğu Kur’an’ın, dinlediği o sohbetin manasında, mefhumunda, onun zımnında, onun içinde gizli Allahu Teala var. Allahu Teala bana onunla geliyor diye düşünmeli… Aman ya Rabbi!... 

Mevlam bana tenezzül buyurmuş, bana geliyor… Böyle bir duygu insanın bütün zerrelerini parçalar. 

Evet, aşk insanın zihnini açıyor. Beynini çalıştırıyor. Hiç bilmediği şeyleri insanı önüne getiriyor…

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort