JoomlaLock.com All4Share.net

HAZRETİ ŞAH-I NAKŞİBEND MUHAMMED BAHAUDDİN el-BUHARÎ el-ÜVEYSÎ -2

Hazreti Şah ı Nakşibend 2

Hazreti Şahı Nakşibend Muhammed Bahauddin el-Buharî el-Üveysî -2 - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Hazreti Şahı Nakşibend Muhammed Bahauddin el-Buharî el-Üveysî -2

 

Nakledildiğine göre Şah-ı Nakşibend hazretleri bir gün rüyasında Türk şeyhlerinin büyüklerinden Hakim Ata’yı görür ve hazret ona Türk dervişlerinden birisi ile ülfeti tavsiye eder. Bu rüya üzerine siması zihnine kazınmış olan o zatı aramaya başlar. Buhara pazarında ona rastlar ve isminin Halil Ata olduğunu öğrenir, onunla mülaki olur. Bu birliktelik tam on iki yıl sürmüştür. Bu süre zarfında kendisine bir müddet Mavereünnehr Sultanlığı da nasip olan Halil Ata ile yakınlığı bu sırada da devam etmiş, kendilerine bu durumun uygunluğuna göre hizmete devam etmek suretiyle ondan istifadeye gayret etmişlerdir.

Bununla birlikte yine Emir Külal hazretlerinin halifelerinden Mevlana Arif Dikgerânî’ye, Ahmed Yesevî hazretlerinin silsilesinden ve Türk şeyhlerinden Kusem Şeyh namıyla maruf zata da hizmet edip onların da sohbetlerinden müstefid oldular.

Üç sefer hac yapan Şah-ı Nakşibend hazretleri, ilk haccından döndüğü sıralarda, şeyhi Emir Külal hazretleri vefat etti. Vefat etmeden evvel müridlerine Hace Bahauddin’e tabi olmalarını emir buyurdular.

Şah-ı Nakşibed hazretleri, irşad vazifesine başladığında, doğduğu Kasr-ı Ârifân köyünde ikamet ediyordu. Ancak, Buhara’nın yanı sıra Maveraünnehir’in Nesef, Hârezm ve Kermîne gibi bölgelerine de giderek sohbetler yapardı. Onun mana alemindeki kemâlât ve faziletlerini işitip sohbetini dinlemek ya da intisâb etmek için Semerkand gibi büyük şehirlerden gelenler bile vardı.

Buhara’nın önde gelen âlimlerinden Hüsâmeddîn Hace Yûsuf’un Nakşibend hazretlerine intisâb etmesi ise mühim bir dönüm noktası oldu. Bu zatın ardından Buhara âlimleri ve talebeleri kalabalık gruplar hâlinde Nakşibend hazretlerinin sohbet halkasına katılmaya başladılar.

Şah-ı Nakşibend hazretleri şöyle buyurur: “Abdulhalık Gucdüvânî hazretlerinin emrettiği şekilde Rasulullah Efendimiz’in hadis-i şeriflerini ve ashab-ı kiramın haberlerini araştırmaya gayret ettim. alimlerin meclisine devam edip hadis-i şerif dersleri aldım, sahabe-i kiramın haber ve rivayetlerini öğrendim. Bunların her biriyle amel edip, Allah’ın inayetiyle neticelerini üzerimde müşahede ettim.” 

Şah-ı Nakşibend hazretleri, iyi bir hadis tahsili gördüğü için sohbetlerinde sık sık hadis-i şerifleri izah eder ve tasavvufî şerhler yapardı. Arapça, Türkçe ve Farsça’ya vakıftı.

Şah-ı Nakşibend hazretleri tarikatını, “Rasulullah Efendimiz’in sünnetine ve ashabının sözlerine tabi olmak.” diye hulâsa ederdi. Sünnet-i seniyyeyi hayatının her alanında tatbik etmekten büyük bir zevk alırdı. O derecede ki, oğlu vefat ettiğinde şöyle buyurmuşlardı: “Elhamdulillah, bu hususta da Peygamber Efendimiz’e ittiba bize müyesser oldu. Zira O’nun da evlatları sağlığında vefat etmişti. Efendimiz’in başına gelen hallerin çoğu bizde de zuhur eyledi.”

Bahauddin Nakşibend hazretleri ibadetler hususunda çok hassas idi. İbadetlerin manevi tekâmül yolundaki ehemmiyetini de şöyle ifade buyurmuştur; “Mecaz, hakikatin köprüsüdür.” denilmiştir. Bundan kastedilen şudur: Zahirî, bâtıni, kavli ve fiilî olan bütün ibadetler mecazdır. Bu tarikata girenler; bütün ibadetlere ihtimam gösterip bu merhalelerden geçmedikçe, imandan ihsana yolculuk yapmadıkça hakikate vasıl olamazlar.”

Şah-ı Nakşibend hazretleri şöyle buyurdu: “Üstadım bana; kalplere dikkat et! Düşkünleri, zayıfları ve gönlü kırıkları gözeterek onlara hizmet et! Halkın küçük gördüğü ve iltifat etmediği kişilere sen iltifat et ve onlara karşı tevazu ve mahviyet göster, tavsiyesinde bulundu. Ben de üstadımın işaret ettiği üzere bir müddet bu hizmetlerle meşgul oldum. 

Sonra, tekrar o aziz dost bana buyurdu ki; hayvanların bakımını da tevazu ve itina ile yerine getir. Zira hayvanlar da Allah Teala’nın mahlukudur. (Onlardaki tecellileri müşahede et! Onlara Halık’ın şefkat nazarıyla bakmaya gayret et!) Hasta ve yaralı olanların tedavisiyle meşgul ol. Bu emir üzerine hayvanların hizmetlerini görmeyi kendime vazife edindim. Bir müddet bu şekilde devam ettim. Şayet yolda önüme bir hayvan çıksa durur, o hayvan geçip gidene kadar öylece kalır, önüne geçmezdim. Yedi sene bu minval üzere günlerim geçti. 

Tekrar o aziz dost bana şöyle buyurdu: ‘Bu mübarek dergâhın köpekleri ile de samimiyetle meşgul ol ve aralarından sana sadet ufuklarının açılmasına vesile olacak birini ara!’ Ben üstadımın işaretleriyle bu hizmeti de ganimet bildim ve ona sıkıca sarıldım. Bir gece bir köpeğe rastladım. Beni çok farklı bir hal kapladı. Onun yanında Allah’a niyaz ve tadarruda bulundum. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ben bu hâldeyken o hayvancağız, arkasını yere koyarak yüzünü semaya doğru çevirdi, ön ayaklarını yukarı kaldırdı ve hazin hazin inlemeye başladı. Ben de ellerimi kaldırdım, kırık bir kalp ile niyaz edip ‘Âmin!’ diyordum. Bu vaziyet, onun susup normal hâline dönmesine kadar devam etti…

Yine aziz üstadım bana; ‘Yol ve geçitlerin bakımı ile meşgul ol! Eğer yol üzerinde insanların hoşlanmayacağı bir şey görürsen onu kaldırıp temizle ki oradan geçenlere bir zarar gelmesin!’ dedi. Bundan sonra o hizmetle meşgul olmaya başladım. Öyle ki, bahsettiğim bu yedi sene zarfında üstüm başım hep toz toprak içinde olurdu. O Allah dostunun bana emrettiği her ameli, büyük bir sadâkatle yerine getirdim. O amellerden her birinin kendi ahvâlim üzerindeki neticelerini de müşahede ettim.”

Şah-ı Nakşibend hazretleri; “Tasavvuf yolunda mürşidinden istifade etmek istiyorsan, bir nebze de olsa sekinet halini bulmaya çalış. Çünkü bu yolda gerçek gayeye ulaşmak için sadece namazın ve orucun çokluğu yetmez. Bunun için tam bir fena haline ulaşman ve insanlardan bir beklenti içinde olmaman gerekir. Abdulkadir Geylanî hazretlerinin şu sözü, bunu ne güzel anlatır; ‘Kardeşim, ben Allah Teala’ya sadece gece namazları kılmak, oruç tutmak ve ilim öğrenmekle ulaşmadım. Beni Allah Teala’ya ulaştıran, tüm bunlarla beraber cömertlik, tevazu ve gönül zenginliği olmuştur.’ buyurdular.

Şah-ı Nakşibend hazretleri çok mütevazı bir hayat yaşadı. Haramlardan titizlikle sakınır, ruhsat yolundan çok, azimet tarikini ihtiyar ederdi. Misafirlerine ikramdan hoşlanır, hediyeye hediye ile mukabele etmeye çalışırdı. Mahlûkatın tümüne şefkat nazarıyla bakardı.

Muhammed Parsâ hazretlerinden sonra ikinci büyük halifesi ve aynı zamanda damatları olan Alâuddin Attâr Hazretleri şöyle buyurur:

“Üstadımız Şah-ı Nakşibend hazretlerinin ahlâkı pek ulvî idi. Şayet bir dostu evine gelse, bizzat hizmet eder, en güzel şekilde izzetü ikramda bulunur ve her türlü itinayı gösterirdi. Misafirin ibneğine bile son derece itina ile bakardı. Evine, kendi terbiyelerinde olan dervişler bile gelse, onların taharet ve temizliği için lâzım olan malzemeyi daima kendisi tedarik eder ve; ‘Bu hizmetlerin hepsi benim canıma minnettir.’ derdi. Hâce hazretleri bir müridinin evini şereflendirdiği zaman ise, onun çocuklarını, yakınlarını, hizmetçilerini, ibnek hayvanlarını, hatta tavuklarını bile sorar, her birine bir vesileyle iltifat eder ve gönüllerini alırdı.”

Şah-ı Nakşibend hazretleri, yaşlılık döneminde tekrar hacca gitti. Bu yolculuktan dönerken hastalandı.

Talebelerinden şöyle nakledilmiştir:

Şah-ı Nakşibend hazretleri, ölümü çok yâd ederlerdi. Bilhassa hayatının son günlerinde; “Dostların gittiği o ahiret alemi ne güzeldir!” buyurup Hâcegân büyüklerini anarlardı. Hâce hazretleri, vefatlarına yakın bir zamanda da, Hazreti Aişe validemizden rivayet edilen şu hadis-i şerifi sıkça tekrar ederlerdi:

“Benim ulu’l-azm kardeşlerim ile rusûl-i kiram hazeratı bundan daha şiddetli belâlara sabrettiler. O hâlleriyle giderek Rablerine vasıl oldular. Cenabı Hak onlara pek büyük ikramlar ve pek çok sevaplar ihsan buyurdu. Dünyadaki refah seviyemi yükseltmekten haya ederim. Öyle yaparsam belki yarınki nasibimden noksanlaştırılır da kardeşlerimden geri kalırım. Şu dünyada birkaç gün sabretmek, bana, yarın ahiretteki nasibimin noksanlaşmasından daha iyi gelir. Şu anda bana, ashabıma ve kardeşlerime kavuşmaktan daha sevimli başka bir şey yoktur.” (Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, III, 82)

Alâuddîn Attâr hazretleri şöyle buyurur:

“Hâce hazretlerinin son anlarında Yâ Sîn-i Şerif okuyorduk. Yarısına geldiğimizde nurlar zahir olmaya başladı. Hâce hazretleri kelime-i tevhidi söyleyerek son nefeslerini verdiler. Yaşları 73’ü doldurmuş, 74’e ayak basmıştı. Vefatları 3 Rebîu’l-evvel 791’de (1 Mart 1389) pazartesi gecesi vaki oldu.”

Vefatına düşülen tarihlerden birinin tercümesi şu şekildedir:

Gitti Şah-ı Nakşibend ki, din ve dünya hocasıydı;
O ki, millete din ve devlet caddesini açtı.
Ona yuva ve konak “Kasr-ı Ârifân” olmuştu;
Vefatında ölüm tarihi “Kasr-ı Ârifân” yine oldu

Cenabı Hak, ihvân-ı Hâcegân’a ve bütün ümmet-i Muhammed’e Hazreti Şah-ımızın yolunu bihakkın takip edebilmeyi nasip etsin.

Bizleri dünyada, zatını ve erkanını tanıyıp her türlü sevgiden daha ziyade bir muhabbetle izini sürmekle; ukbada da şefaatlerine erişip cennâtü âliyyâtta sohbetlerinde bulunmakla şereflendirsin.

 

Bu yazımızı hazırlarken;
Muhammed b. Abdullah Hânî hazretlerinin; “Behcetü’s-Seniyyث - Nakşibendi Adabı” adlı eserinden,
Semerkand Tasavvuf Klasikleri’nden “Şah-ı Nakşibend” adlı kitaptan,
Aslen, Şeyh Safiyyüddin namıyla bilinen Mevlana Ali b. Hüseyin Hazretlerine ait ve Nakşibendiler nezdinde pek kıymetli bir eser olan “Reşahat”ın; N. Fazıl Kısakürek tarafından “Can Damlaları” ismiyle Türkçe’ye uyarlaması yapılan eserinden,
Ayrıca, “islamveihsan.com” ve “ismailaga.org.tr” adreslerinin ilgili maddelerinden istifade edilmiştir.Rabbimiz emeği geçenlerden ebediyyen razı olsun.

 

Yazar: Abdülkadir Visâlî

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort