JoomlaLock.com All4Share.net

HALEP - MUSUL HATTI - 2

Halep Musul 2

Halep - Musul Hattı - 2 - İrfan AYDIN

Sayı : 107 - Aralık 2016

 

Halep - Musul Hattı - 2

 

Bismillahirrahmanirrahim,

Salat ve selam alemlere rahmet olarak gelen Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in, daha sonra diğer peygamberlerin, ehli beytin, ashab-ı kiramın, sadat-ı kiram efendilerimizin mübarek ruhlarına olsun. 

Musul ve Halep bizim misak-ı milli sınırlarımız içerisinde yer alır. Tıpkı Kerkük ve diğer beldeler gibi… Yaklaşık yüz yıl önce pasaportsuz gidip geldiğimiz iki belde bugün çok uzaklarda gibi gözüküyor. Sırf kardeşler ayrı kalsınlar diye oluşturulmuş suni sınırlar anlamını yitirmeye başladı. Yüzlerce yıl beraber yaşadıktan sonra akrabalar arasına tel örgü çekip iki uzak diyarın insanları yapmaya çalıştılar.

Evet, Hatay’ın altından Irak’a oradan da İran’a kadar uzanan bölge bizim misak-ı milli sınırlarımız içerisinde kalır. Bu bölge hem dinler tarihi açısından hem de stratejik olarak önemli bir bölgedir. Musul Osmanlı zamanında bilinen ilk petrol rezervlerinin olduğu bölgedir. Petrol nerede varsa orada bir kargaşa olmuştur. Petrolün bol olduğu bölgeler hiçbir zaman kendi kaderlerine bırakılmamıştır. Aslında Türkiye’nin bu zamana kadar tam olarak boğulmamasının sebeplerinden bir tanesi de ülkemizde bilinen zengin petrol rezervlerinin olmamasıdır. Bu ekonomik olarak kendi yağımızda kavrulmamıza sebep olmuştur. Türkiye, bazı petrol zengini Arap ülkeleri gibi Batılılara peşkeş çektikleri petrolden yalancı dünya cenneti kurmamıştır.

Bugünlere adeta tırnakları ile kazıyarak gelmiştir. Dikkat edilirse bölgede gerçek manada tek bir devlet vardır o da Türkiye’dir. Tabi bir de İran’ı sayabiliriz. Diğer devlet gibi gözüken sahte devletler Batının petrol bölglerini sömürmek ve aralarında paylaşmak için ortaya konulmuş devletçiklerdir. Bizim ile onların bir daha bir araya gelememeleri için her türlü önlem alınmıştı. Yüz yıldır devlet gibi görünen bu ülkecikler kendi iç sorunları ile boğuşmak zorunda bırakılmışlardı. Her devletin içerinde azınlık olanlar başa geçirilerek iç destekten mahrum bırakılmış ve sürekli dışarıdan destek görmek zorunda bırakılmıştır. Bu desteğin komşu ülkelerlerden gelmemesi için de komşu ülkelerle sorunlu bölgeler bırakılmıştır. Türkiye ile Suriye arasındaki Hatay sorunu gibi, Türkiye ile Irak arasında Musul sorunu gibi daha birçok ülke arasında suni sorunlar oluşturulmuştur. 

Gelinen noktada, özellikle de Amerika’nın bölgeye müdahalesi ve daha sonra ortaya çıkan Arap Baharı hadiseleri bölgenin yüzyıllık kodlarını bozmuştur. Tabi bu kodları baştan yapanlar bozmaya başlamıştır. Çünkü Türkiye bölgede yükselişiyle beraber etrafındaki ülkeleri domine etmeye başlamıştı. Yüzyıllık düzenin yürümediğini görenler yeni dünya düzeni kurmaya çalışmışlar fakat bunda da tam olarak muvaffak olamamışlardır. Şimdi top ortadadır, bölge Türkiye yönüne mi evrilecek yoksa Batılıların yeni dünya düzenine göre mi evrilecek?

Henüz işin başındayız, birçok şeyi söylemek için çok erken, fakat şunu söyleyebiliriz ki ne Türkiye yüz yıl önceki Türkiye’dir ne de Batılılar yüz yıl önceki gibidir. Yüz yıl önce rüzgar Batıdan esiyordu Batılılar her el attıkları işi başarıyordu. Bugün durum tersine doğru dönmeye başlamıştı. Artık rüzgar bizim arkamızdan esmeye başladı. Batı duraklama devrinin sonlarına doğru gelmeye başlamıştır. Tükiye ve onun önderliğinde İslam dünyası yükseliş döneminin başlarındadır. Devletler ve uygarlıklar da insanlar gibi doğar büyür yaşlanır ve ölürler. Bu sonlu dünyanın değişmez bir kuralıdır. Batının mimsiz medeniyeti sona doğru yaklaşmıştır. Evet “İstikbalde en gür seda İslam’ın olacaktır.” 

Geçen ay birinci bölümünü yayınladığımız Halep-Musul hattı yazımızda “Fırat Kalkanı” ve “Musul Harekatı”na değinmiştik, bunun sebepleri ve sonuçları üzerine yorumlar yapmıştık. Bu ayki yazımızda da bu yorumlarımıza ve analizlerimize devam edelim.

İdrak ettiğimiz muharrem ayı peygamberler tarihi açısından içerisinde çok önemli olayları barındıran bir aydır. Yine muharrem ayı, İslam tarihinin en önemli olaylarından biri olan Kerbela faciasının da yaşandığı bir mevsimdir.

Muharrem ayını idrak ettik ve yeni bir yıla başladık. Evet, muharrem ayıyla birlikte gelen yeni yıl acaba Türkiye ve dünya müslümanları açısından neler getirecek? Acaba Nuh’un (as) gemisinin karayla buluşması mı olacak, yoksa Hz. Hüseyin (ra) gibi Kerbela vakıasıyla mı karşılaşacağız? Müslümanlar açısından bu yıl kurtuluş ve selamet mi getirecek yoksa hüzün yılı mı olacak?.. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler..

Evet, güneyimizde sıcak gelişmeler yaşanmakta. Türkiye Fırat Kalkanı operasyonu ile Suriye’ye bizzat müdahele ederken Musul operasyonuna da müdahil olmak istemektedir. Artık savunmada bekleyip olaylar meydana geldikten sonra müdahil olmak yerine, atak oynayıp olayları başlamadan ve kaynağında kurutma dönemi başlamıştır. Unutmamak gerekir ki bu yeni dönem 15 Temmuz sonrası yaşanan travmanın bir sonucudur. Safralarını atmaya başlayan Türkiye artık daha kararlı bir şekilde olaylara müdahale edebilmektedir. Şimdi etrafımızda dönen olaylara bir göz atalım ve sebepleri üzerine yorum yapalım.

Petrol ve Gaz Savaşları:

Hatırlanacağı üzere bölgenin bir petrol ve gaz bölgesi olduğunu defalarca yazdık. Bölgedeki kavganın ekonomik, stratejik ve dini boyutları olduğunu yazdık. Petrol ve gaz hatları da ekonomik sebebin en önemli argümanı olmasıdır. Şimdi Suriye ve Irak’taki gelişmelere bir de bu açıdan bakalım. Yukarıdaki görüşlerimizi tamamlayacak uluslarası konularda yorum yapan Brezilyalı analizci Pepe Eskobar’ın bir analizini yazımıza ekleyelim.

Suriye bir enerji kapışması. Sorunun merkezinde 2 doğalgaz boru hattı tasarısının çetin jeopolitik rekabetinin yatmasıyla esaslı bir ‘Boru Hatları Ülkesi’ savaşı var. Her şey 2009’da Katar’ın Şam’a, kendi Kuzey Kubbesi Bölgesi’nden (İran’a ait Güney Pars bölgesine komşu) doğalgaz boru hattı inşa etme önerisiyle başladı. Tasarıya göre gaz AB’ye ulaşmak üzere, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye’den zikzaklar çizerek Türkiye’ye kadar uzanacaktı.

Şam ise buna karşı rakip bir projeye imtiyaz vererek, 2010’da 10 milyar dolarlık İran-Irak-Suriye (İslami Boru Hattı) tasarısını seçti. Anlaşma resmi olarak Temmuz 2011’de, Suriye’deki trajedi sahnedeyken duyuruldu. 2012’de İran’la memorandum imzalandı.

Bu zamana kadar Suriye, Körfez Arap Ülkeleri İş Birliği Konseyi’nin petro-dolar kulübüne kıyasla fazla petrol ve gazı olmadığı için jeostratejik olarak pek önemsenmiyordu.Ancak işin ehli kimseler, bölgesel bir enerji koridoru olarak ülkenin öneminin farkındaydı. Sonrasında ciddi bir denizaşırı petrol ve doğalgaz potansiyelinin keşfedilmesiyle bu önem arttı.

İran kendi başına önemli bir petrol ve doğalgaz gücü. Brüksel’deki sürekli homurtular -10 yılı aşkın süre geçmesine karşın birleşik bir Avrupa enerji politikası bulunamadı- kıtaya Gazprom harici bir seçenek sunacak olan ideal strateji ‘İslami Boru Hattı’na yönelik arzularını gündeme getirdiler. Ancak İran, ABD ve AB’nin nükleer yaptırımlarıyla karşı karşıyaydı. Bu, en azından Avrupalılar için İran’ın nükleer dosyasına diplomatik çözüm bulmanın anahtar stratejik gerekçesi haline dönüştü. Batıya göre “rehabilite edilmiş” İran, AB için enerjinin ana kaynağı olabilirdi.

Yine de Washington’un bakış açısına göre jeostratejik bir sorunun varlığı devam ediyordu: Tahran-Şam ve nihai olarak Tahran-Moskova ittifakını bozmak. Washington’daki “Esad gitmeli!” saplantısı, Rusya-İran-Irak-Suriye ortaklığını (Suriye’de selefi cihatçılara karşı bizzat savaşan Hizbullah’ı da sayarsak 4+1 ittifakı) kırmayı amaçlayan çok başlı bir canavar. İran-Irak-Suriye boru hattı sadece çevre yolundaki ABD tebaasının kaybedecek olması sebebiyle değil bunun da ötesinde döviz savaşları terimleriyle konuşacak olursak petro-dolarları baypas edecek olması nedeniyle de kabul edilemezdir. Güney Parsı’ndan gelecek İran gazı, alternatif para birimleriyle alınıp satılacaktır.

Bunu, ABD çevresinde epey yaygın olan çarpık görüşle birleştirirsek, bu boru hattı Rusya’nın İran, Hazar Denizi ve Orta Asya’dan gelen gazı da kontrol etmesi anlamına geliyor. Gazprom, anlaşmanın bazı yönleriyle ilgilendiğini ancak bunun esas olarak bir İran projesi olduğunu açıkladı bile. Aslına bakarsanız bu boru hattı, Gazprom’a bir alternatif teşkil edecektir. Yine de Obama yönetiminin pozisyonu her zaman için “İran’ı dengelemenin bir yolu” ve aynı zamanda “Avrupa’nın gaz tedarikini Rusya haricinde çeşitlendirmenin bir yolu” olarak Katar boru hattını desteklemek oldu.

Türkiye Kavşak Noktasında

Katar’ın projesi, devasa ABD baskısı ve başlıca Avrupa başkentlerindeki lobi gücüyle, tahmin edilebilir şekilde çeşitli Avrupa ülkelerinin ilgisi çekti. Hat, Viyana’da tasarlanan ancak artık geçersiz olan meş’um Nabucco Doğalgaz Boru Hattı’nın bazı güzergahlarını da içeriyor. Yani, kesin olarak en başından itibaren AB, şu ana kadar Suudi Arabistan ve Katar’a en azından 4 milyar dolara (rakam artıyor) mal olan, Şam’da rejim değişikliği hamlesini destekliyordu.

1980’lerdeki Afgan cihadına benzer bir projeyle, Araplar, çok sayıda ülkeden cihatçıyı para ve silahla desteklerken stratejik bir aracıdan yardım aldılar. Afganistan’daki Pakistan örneğinin yerine bugün Suriye’de, seküler bir Arap cumhuriyetiyle direkt savaş halinde olan Türkiye var. İşler, elbette ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail’in her zaman için rejim değişikliğini hedefleyerek “ılımlı” ve başkaca muhalifleri envai çeşit örtülü operasyonla desteklemesiyle daha da güç bir hal aldı.

Oyun, yakın dönemde Doğu Akdeniz’de (İsrail, Filistin, Kıbrıs, Türkiye, Mısır, Suriye, Lübnan) denizaşırı doğalgaz ve petrol zenginliğinin keşfedilmesiyle daha da büyüdü. Tüm bu bölgenin 1.7 milyar varil petrol ve 122 trilyon kübik doğalgaz içeriyor olabileceği belirtiliyor. Ve bu Levant bölgesindeki keşfedilmemiş fosil yakıtların yalnızca üçte biri olabilir.

Washington açısından oyun açık: Rusya’yı, İran’ı ve “rejimin değişmediği” Suriye’yi Doğu Akdeniz’deki enerji zenginliğinden olabildiğince izole etmek. Ve bu, bizi şu aralar Su-24 uçağını düşürdüğü için Moskova’nın ateşi altında olan Türkiye’ye getiriyor.

Ankara’nın amacı ve aslında saplantısı, Türkiye’yi tüm AB için başlıca enerji kavşağı olarak konumlandırmak. 1-İran, Orta Asya ve son olaylara kadar Rusya (Türk Akımı projesi durduruldu, iptal edilmedi) gazı için bir transit bölge. 2-Doğu Akdeniz’deki ana doğalgaz ve petrol keşifleri için bir merkez. 3-Kuzey Irak’taki Federal Kürdistan Bölgesi’nden ithal edilen petrol için bir üs.

Türkiye, Katar’ın boru hattı projesinde başlıca kavşak olarak anahtar bir rol oynuyordu. Ancak şunu her zaman akılda tutmak gerekiyor ki Katar’ın boru hattı Suriye ve Türkiye üzerinden geçmek zorunda değil. Suudi Arabistan, Kızıl Deniz ve Mısır üzerinden de kolayca Doğu Akdeniz’e ulaşabilir. Yani, Washington’un bakış açısından görünen büyük resme göre, her şeyin ötesinde önem arz eden şey bir kez daha İran’ı Avrupa’dan izole etmek. Washington’un hedefi, kaynak olarak İran’a değil Katar’a; bağlantı üssü olarak da AB’ye Gazprom harici çeşitlilik kazandırmak için Türkiye’ye imtiyaz vermek.Bu, ABD’li Zbigniew Brzezinski tarafından Azerbaycan’da hazırlanan yüksek maliyetli Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesinin inşa edilmesinin arkasında yatan mantıkla aynısı.

Kesin olan şu ki jeoekonomik olarak Suriye bir iç savaşın çok daha ötesine geçerek baş döndürücü seviyede karmaşık bir satranç tahtası üzerinde oynanan korkunç bir ‘Boru Hattı Ülkesi’ oyununa dönüşmüş durumda. Oyunun büyük ödülü, 21. yüzyıl enerji savaşlarında büyük bir zaferi temsil edecek.

 

Yazar: İrfan AYDIN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort