JoomlaLock.com All4Share.net

GÜL YÜZE HASRET -2

Gül Yüze Hasret

Güzel Yüze Hasret -2 - Gönül Pınarından

Sayı : 132 - Aralık 2018

 

Güzel Yüze Hasret -2

 

Bizleri iman ve İslam nimetiyle şereflendiren Allah’a (cc) sonsuz hamd olsun. 

İman ve İslam davasında en büyük çileyi çe-ken ve Allah’ın lütfuyla âleme rahmet olan Efendimiz Hz. Muhammed’e (sas) en güzel, en bereketli salat ve selam olsun. 

Canlarını feda ederek iman ve İslam emanetini bizlere ulaştıran bütün sahabe ve sonraki nesillere yüce Allah en yüksek makamlar, en güzel dereceler nasip etsin. Bu ay da hasretle yola çıktık, adı üstünde: Gül Yüze Hasret. Peygamber Efendimiz’in pırlanta zincirinin sonunda yer alan bir halkayı tanımaya, O’nun hasretinin ne demek olduğunun ardına düşmeye hazır mıyız?

Gülzar-ı Hâcegân Dergisi’nin değerli okuyucuları, bir önceki yazımızda Gül Yüze Hasret konusunu işlemiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim inşallah... 

Gül yüze bakamamak Hz. Vahşi’yi günden güne bitiriyordu. İki gözü iki çeşme olan Vahşi’nin, boynu kırılmış gibi birden başı önüne düştü. Hıçkırıklara boğulurken zoraki konuşabildi. 

Olur Ey Allah’ın Rasulü! Gül yüzüne bakamam artık!

“Gül yüzünüze bakamam artık!” der demez oracığa yığılıp kaldı. Öyle fenalaştı ki orada bulunanları endişeye düşürdü. Sürekli “Gül yüzüne bakamam, gül yüzüne bakamam artık!” Sözünü tekrarlayıp duruyordu. Yığılıp kaldığı yerden zoraki kalktı. Ayakta zor duruyor, adım atmakta zorlanıyordu. Ama Hz. Vahşi artık İslamiyet’e girmiş Müslüman olmuştu… Müslüman olmanın verdiği hazzın yanında, gül yüzüne bakamamak çilesi, bütün bedenini yakıp kavuruyordu. 

“Gül yüzüne bakamam, bakamam arık.” Öyle bir çığlık attı ki bütün herkes ani bir refleksle ona baktılar. Aynı sözü tekrarlayıp duruyordu. Göz yaşları ile toza toprağa bulanmıştı.

Sahabeden iki kişi Hz. Vahşi’yi aralarına alıp adeta sürüklercesine eve götürdüler. İslam’a girip birinin ilk yapması gereken şeyler hakkında genel bilgiyi vererek, öncelikle gusül abdestini öğretip temizlediler Hz. Vahşi’yi. Vahşi, Hz. Vahşi olmuştu.

Yani sahabe olmuştu, gökteki yıldız olmuştu. O pırlanta zincirin halkasına Hz. Vahşi de dahil olmuştu. Her şeyi ile Hz. Vahşi adeta yeniden doğmuştu. Bir başka havaya girmiş, bir başka bakmaya başlamıştı etrafına. Bu yeni kardeşleri ne kadar samimi olsalar ne kadar içten davransalar da Hz. Vahşi mahcubiyetinden ezilip duruyordu.

Hz. Bilal’in gür sesi duyuldu. Ezan başlar başlamaz deli gibi yerinden fırlayan Hz. Vahşi “Allahu Ekber” diye çığlık attı. Evet, ezan okunuyordu. Haydi huzura, haydi felaha... Bu ifadeler adeta namazı tarif ediyordu. Hep birlikte mescidin yolunu tuttular. Hz. Vahşi’nin nefesi kesilecek gibi oldu. Yutkunup kendini kontrol etmeye çalıştı. Çünkü Mescid-i Nebi’ye giriyorlardı. Bir anda Hz. Vahşi belki girer girmez Peygamber Efendimiz (sav) ile karşılaşırım düşüncesi ile başını eğdi. Öyle ki başı göğsüne değiyordu. Sanki başını kalbinin ta derinliklerine gömüyordu. Çünkü gül yüzüne bakamam; bakmamalıyım diye hıçkırıp gözyaşı döküyordu. 

Gözyaşları ile bir kenara geçip bir direği siper alarak, Müslüman kardeşlerinin yanında ilk defa namazını kıldı. Namaz kıldıkça Hz. Vahşi huzur buluyordu. Aman Allahım! Bu ne güzel bir duygu. Bu duygu bütün benliğimi sarmıştı.

Gül yüze bakamıyordu ama O’nu çok sevmişti. Daha Müslüman olalı iki saat bile olmamıştı. Allah Rasulü’ne olan sevgisi bütün benliğini kaplamıştı. Hem de her şeyden çok sevmişti. Hatta canından bile çok. 

Mübarek yüzüne bakamamıştı, ama gönül gözü ile bakmıştı. Koşup sarılmak sımsıkı kucaklamak istiyor ama bu şiddetli sevgiye, isteğe karşı kendini tutmak zorundaydı. Kendini namaza vererek o sevgiyi, o isteği namazda O’nun huzurunda bulmak istiyordu. Hayatının ilk namazını, Efendimiz’e tabi olup, o canın arkasında hıçkırıklarla beraber ilk namazını kıldı. İlk namaz ilk arınmaydı onun için.

Vahşetin içindeki Vahşi, O’nu canın-dan çok severek Hz. Vahşi olmuştu ama O’nun en çok sevdiğini öldürme hatasını işlemişti. İşte bu hata can Efendimiz’i o mübarek gül yüzüne bakamamaya sebep olmuştu. Nur Efendimiz’in, nur yüzünden, nur alamıyordu. Yüz yüze gelemiyordu O’nunla! O canın yüzüne bakamadıktan sonra yaşamanın ne anlamı vardı? Ama imtihan bu ya…

Herkes O’na gidip geliyor, O’nun huzurunda bulunuyor, O’nu dinliyor, O’nunla konuşuyor, ama Hz. Vahşi, O’na bakamadığı gibi, yanına bile yaklaşamıyordu. 

Peygamber Efendimiz’e (sav) olan sevgisi, bütün benliğini sarmış; O’nsuz olamamanın üzüntüsü onu yiyip bitiriyordu. Fakat bunun için benliğinde tarifsiz bir ateşin içine düşmüş, yandıkça yanıyordu. 

Sevmişti O’nu hem de belki herkesten daha çok. Ama O’na, çok sevdiğini söyleyebilecek durumda değildi. 

Vahşi, Hz. Vahşi olarak çok iyi bir Müslüman olmuştu. Fakat en büyük derdine, en büyük sıkıntısına hâlâ çare bulamamıştı. Gül yüzüne bakamamanın ıstırabı! 

En büyük sahabeden eski kölelere kadar, herkes onunla konuşuyor, oturuyordu. Hz. Vahşi hürriyet aramıştı. Gerçek hürriyet neydi acaba?

Hz. Vahşi, bu hürriyete tamamıyla kavuşmuş muydu? Ama Müslüman olmanın, sahabe olmanın bulunduğu nimetin kıymetini biliyor, sürekli tevbe istiğfar ederek, o gül yüze bakmanın, o günün gelmesini bekliyordu. Bunun için geceli, gündüzlü çırpınıyor; sürekli o Gül yüze bakabilecek bir amelin peşinde koşuyordu. 

Ne zaman Hz. Bilal ile karşılaşsa, yüreğinin yağı eriyor, hıçkırıklar arasında; “Ben hala Peygamber Efendimiz’in (sav)o gül yüzüne bakamadım ey Bilal!” diye içini döküyordu.

Hz. Bilal de onu teselli ediyor; “Bir gün bakacaksın kardeşim; bakacaksın inşallah. Biraz daha sabır!” diyordu.

O günler gelecek mi acaba? Peygamber Efendimiz’in gül yüzüne bakabileceği günler; gelecek mi acaba?..

(Devam edecek)

 

Yazar: Gönül Pınarından

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort