JoomlaLock.com All4Share.net

FİTNE-FESAD

O küfredenler (yani, Allah’ın vahdaniyetini inkar edenler) birbirlerinin yardımcıları ve dostlarıdır. Siz de birbirinize öylece dost ve yardımcı olmaz iseniz, yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık (fesad) baş gösterecektir. (Enfal/73)

Ayeti Celilenin haber verdiği fitne ve fesad İslam ülkeleri üzerinde artan bir şiddet ile devam etmektedir. Ülkemizde İslamî duyarlılığı olan insanlar üzerindeki baskılar azımsanmayacak derecede çok ve sistemlidir. Müslümanların eğitim haklarının engellenmesi, (başörtüsü problemi ve İmam-Hatip Lise mezunlarına uygulanan katsayı sorunu) kılık-kıyafet üzerinden uygulanan ötekileştirme çabaları gibi birçok sorun yaşamaktayız. Yine ülke olarak PKK ve Ergenekon terörü gibi iki büyük sorun ile insanlarımız kutuplaştırılmaktadır.

Diğer İslam ülkelerinde  durum pek de farklı değildir.  Filistin, Irak, Çeçenistan ve Afganistan’da İsrail ve Amerika tarafından işlenen zulüm ve cinayetler yüreklerimizi yaralamakta, içimizi kanatmaktadır.

Dünyaya baktığımızda ezilen, öldürülen, baskı altında tutulanlar hep Müslümanlar. Allah (cc) Mü’minlerle, Muhsinlerle, Muttakilerle, Sabredenlerle, mazlumlarla beraber olduğunu buyuruyor. Allah (cc) zalimlerden intikam alıcıdır, Allah (cc) zalim bir topluluğu hidayete erdirmez, buyruluyor. Oysa iş başında olan hep zalimler. Demek ki Mü’miniz, Muttakiyiz, Muhsiniz diye kendimizi kandırıyoruz. Biz Mü’min, Muhsin olamayınca, Allah’tan (cc) O’na yaraşır şekilde korkmayınca, Allah da (cc) zalimleri bize musallat ediyor.

Yaşadığımız sorunun ana kaynağı Allah’ı (cc) yanlış tanımakta yatıyor. Efendimiz’in (sav) bize tarif ettiği Allah’ı (cc) bir kenara atmışız, hayal dünyamızdan bir ilah tablosu çizmiş ve o ilaha tapıyoruz.  Çarpık anlayışımıza göre Allah (cc) sistemini, şeriatını bize bildirdi. Biz o sisteme uysak da olur, uymasak da olur. Biz nefsimizin arzu ve isteklerine göre yaşayacağız. O yukarıdan bizi seyredecek ve hiçbir şeyimize karışmayacak. Ahirette bizi affedecek ve Cennetine koyacak. Dünyamızın rahat ve huzurlu geçmesi için;  Amerika ve İsrail’in hakkında gelecek, onların maddi zenginliklerini bize verecek. Bizlere hep ikramda bulunacak, sorunlarımızı halledecek ama hayatı nasıl yaşamamız gerektiğine karışmayacak. Böyle bir ilah anlayışı, zalimlerin zulmünü başımızdan eksik etmez. Daha da arttırır.

Hz. Ebubekir. (ra); “Sen kendini tanıttığın gibisin. Sen, seni methettiğin gibisin. Sen, seni nasıl tarif etmişsen ve nasıl bildirmişsen, öylesin.” buyuruyor.  Biz ise Cenab-ı Hakk’a kendisini bildirdiği gibi değil de, kendi bildiğimiz gibi inanmak istiyoruz.  

Bu çarpık ilah ve din anlayışımız yüzünden yeryüzü fesada uğramış ve İslam âlemi belki de tarihinin en büyük krizi ile baş başa kalmıştır. Görünen o ki Müslümanlar olarak sorunu anlamamakta direniyoruz. Gazze işgalindeki gibi küfre karşı verdiğimiz refleks duygusallıktan öteye geçip aksiyona dönüşmüyor. Dua etmekle, miting ve protesto yapmakla, maddi yardımda bulunmakla görevimizi yaptığımızı düşünüyor, sorunun temeline inmiyoruz.

Ümmetin içine düştüğü bu krizden çıkması için, Müslümanlar her vakit namazından sonra, mübarek gün-gece ve aylarda (kadir gecesi, hac ayları, ramazan ayı, aşure günü…) duaların makbule şayan olduğu kutsal beldelerde (Harem-i Şerif, Mescid-i Nebevi, Arafat, Müzdelife…) dua ediyorlar. Ümmetin sıhhat, selamet ve kurtuluşu için, ehl-i küfrün kahr-ü helaki için yüz binlerce Müslüman dua ediyor. Hiçbir şey değişmiyor. Ezilenler, öldürülenler, mukaddesatı çiğnenenler hep Müslümanlar. Bunun hikmetini hiç merak etmiyoruz.

Bunun hikmeti şu ki lisanı halimiz diyor ki; Ya Rabbi! Biz nefsimizden ve onun ahlakından, arzu ve isteklerinden hiçbir şekilde vazgeçmeyiz. Sana isyan ve tuğyandan da bir an olsun geri durmayız. Yarabbi! Sen de muhakkak istediklerimizi yerine getirecek ve bizi düşmanlarımızın şerrinden muhafaza edeceksin. Yani hem istediğimiz gibi yaşıyor hem de O Kahhar, Cebbar, Kadir, Muktedir, Azim ve Celil olan Zat-ı Zülcelal Hazretlerini kendimize tabii kılmak istiyoruz. Ve bize ancak bizim istediğimiz gibi, muamele ve tecelli buyurmasını bekliyor ve umuyoruz... Heyhat! Bu ne kadar yanlış bir anlayış ve boş bir beklenti. Bu duayı Allah (cc) kabul eder mi? Bu duaya amin denir mi?

Yine çok ilginçtir: Dualarımıza çoğunlukla; “Allahümmahşurna fi zümrati’s-salihin” diye başlarız. “Yarabbi sen bizi salihler zümresiyle haşret.”  Ya da “Teveffena müslimen ve elhikna bissalihin” deriz. “Bizi Müslüman olarak öldür ve salihlere ilhak et.” Sonra da salihleri nerede görürsek kaçarız. Yani bu dünyada biz nefsimizin arzu isteklerine göre yaşayalım. Salihlerle beraber olmayalım. Onların sohbet ve zikir meclislerine devam etmeyelim. Ama sen ahirette bizi onlardan ayırma ki, onlarla birlikte Cennete gidelim ve nefsimize hizmet etmeye devam edelim.

Bu dünyada, salihlerden uzak olan öbür tarafta da onlardan uzaktır. Bu paha biçilmez nimetin değeri orada anlaşılacaktır. “O gün özür dilemeleri zalimlere asla fayda etmeyecektir. Lanet onların, fena yurt da onlarındır.” (Mümin/52)

Halimizi kalimize uydurmadıkça üzerimizdeki celal tecellisi devam edecektir. İbadet etmemek zulümdür, şirk koşmak zulümdür, hem de pek azim bir zulümdür. Zikir ve fikirde bulunmamak zulümdür. Nefsi tezkiye, kalbi tahliye etmeye çalışmamak zulümdür. Hakeza kibir, haset, enaniyet ve nifak zulümdür.

Netice olarak; mademki, dünyada ve ahirette saadet, selamet ve necat istiyoruz. Öncelikle yapmamız gereken ilk hareket, samimi bir şekilde secdeye kapanıp Yunus (as) gibi itirafta bulunmaktır.  “Allah’ım, seni her türlü noksanlardan tenzih ederim, senden başka ilah yoktur. Ben kendine zulmedenlerden oldum.” Bu duayı yapan masum olarak yaratılan bir peygamber. Yaptığı zelle, görev mahallini izinsiz terk etmek. Allah (cc), “Eğer bu şekilde dua etmeseydi, kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı, diye buyuruyor. Suçumuzu itiraf ederek; Allah’tan (cc) bağışlanma dilenmeğe Yunus’tan (as) daha fazla muhtacız.

Samimi bir itiraftan sonra, Salihlerin zikir, vaazü-nasihat ve sohbet meclislerine devam ederek, dinimizi onlardan öğrenip onlar gibi yaşamaya say edeceğiz. Kitab-ı İlahi’yi bedenimizde, hem zahirde hem de batında ikame ve ihyaya sa’yü-gayret göstereceğiz. Bize lütfedilen bu hayatı Mü’min kardeşlerimizle birlikte, birbirimize destek olarak, salih bir zatın kontrolü ve terbiyesi altında yaşayacağız.

Günümüz Müslümanların en çok takıldığı ve problem yaşadığı nokta ahlâk konusudur. Ahlâk-ı zemime ağacını kökünden kesip ahlâk-ı hamide ile ahlâklanmadıkça kâmil manada iman etmiş olamayız. Kişinin ahlakî yapısını değiştirmesi çok güç. Tebliğ ile vaazü-nasihat  ile ahlâk değişiyor olsaydı, İsrailoğulları dünyanın en ahlâklı ve Mü’min kişileri olurdu. Çünkü ekser peygamberler bu topluluğa gönderilerek, tebliğde bulundular. İkaz mahiyetinde birçok musibetlere maruz kaldılar. Ahlâklarında, azgınlıklarında bir değişiklik olmadı.

Önemli olan cesedi diriltmek değil sinelerde ölen kalpleri diriltmektir. Bu özellik Efendimize (sav) verilmiştir. Efendimiz (sav) nazarları ve sohbetleri ile ölü kalpleri diriltmiş ve dünyaya asr-ı saadeti yaşatmıştır. Elan bu görevi kamil manada varisi ekmelleri sürdürmekte ve sinelerdeki ölü kalpleri dirilterek hakiki manada Mü’min ve Allah’ın (cc) ahlâkı ile ahlâklanmış insanların ortaya çıkmasına vesile olmaktadırlar.

Sözün özü halimizi kalimize uydurmanın yegane yolu Efendimiz’in (sav) varislerinin manevi tassarufları altına girerek, ahlâkımızı ve yaşantımızı Din-i Mübin’nin esasları doğrultusunda düzenlemektir. Gerisi kîl-ü kaldir.

Allah (cc) ile başa çıkılmaz. Biz O’nun istediği şekilde ve O’nun için O’na kulluk edersek, O’da bize her zaman, mekan ve hal de bize kafi gelir. Artık duaya da gerek kalmaz. Zira Kitab-ı Mübin’de Allah (cc): “Şüphesiz ki Allah (müşriklerin ezasını) iman edenlerden defedecektir.” (Hac/38) buyuruyor.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 ŞUBAT SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « MEKR-İ İLAHİ HAYRA DAVET »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort