JoomlaLock.com All4Share.net

DİN TAMAMLANDIKTAN SONRA TEDRÎCİ DAVRANILAMAZ

Din Tamamlandıktan Sonra Tedrîci Davranılamaz - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 115 - Temmuz 2017

Din Tamamlandıktan Sonra Tedrîci Davranılamaz

 

Sual: Efendim, İslam’ın ilk nazil olduğu dönemde belli meselelerde bir tedricilik var. İçkinin üç aşamada haram kılınması gibi… Bugün tedricilik Müslümanlara uygulanabilir mi? Cenabı Hak artık Müslümanlardan bu tedriciliği, yavaş yavaşlığı bekliyor mu? 

Cevap: Yok. Çünkü Cenabı Hak “Sizin için dini tamamladım, nimetimi kemale erdirdim.” (5/Maide,3) buyuruyor. Buradaki nimetten kasıt da din ve kitaptır. Kastedilen Kur’ân-ı Kerim ve dinin kendisidir. Biliyorsunuz Kur’ân-ı Kerim’in, yine Kur’ân-ı Kerim’de ellinin üzerinde isimleri var. Hidayet buyuruyor Cenabı Hak, Nur buyuruyor, Furkan buyuruyor, Ruh buyuruyor… Cenabı Hak Kur’ân-ı Kerim’i değişik isimlerle tesmiye ettiği gibi iki yerde bizim anlayışımıza göre çok farklı isim kullanmış. Birisi, Rızık kelimesi. Kur’ân-ı Kerim’e rızık buyuruyor, Cenabı Hak. Rızkı manevi olması hasebiyle, ruhun gıdası olması hasebiyle… İkincisi de işte bu ayeti kerimede de “Nimetimi tamamladım, kemale erdirdim” buyurarak, nimet ifadesini kullanıyor. 

Biz bu iki ifadeyi hep yenilip içilecek şeyler olarak algılıyoruz da bu bizim yanlışımız. Nimetin tamamlanması, yani dinin Kur’ân’ın tamama ermiş olması…

Dolayısıyla da biz bu bütünü görmüşüz ve bütüncülü kabullenmişiz. Bundan sonra bir tedricilik yok. Çünkü bunlarla birlikte bir de cezai müeyyideler var. Yani tedricilik olsa ceza olmazdı. Cenabı Hakk’ın misal İsrailoğullarına verdiği cezaya bakın. Bakara Suresi’nde buzağıya tapanlarla, Samirilerle ilgili Cenabı Hak onların tevbelerini kabul etmedi, ayeti kerimeyle bu sabit. Tevbelerini kabul etmedi ve buyurdu ki: “Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti.” (2/Bakara,54). 

Kendinizi katledin, öldürün! buyurdu. Ama bunu onlara intihar şeklinde de emretmedi, intihar etmelerine de izin vermedi. Misal her biriniz kendinizi bıçaklayın, bu suretle kendinizi öldürün; buna izin vermedi. Buyurdu ki bir bulut göndereceğim o bulut her şeyi kapatacak, ortalığı karartacak. Siz o sırada birbirinize saldırın. Bir bulut geldi ortam karardı bunlar birbirlerini görmediler kılıçlarla birbirlerine saldırdılar. Kimi misal oğlunu öldürdü, kimi babasını öldürdü, kimi dayısını, amcasını öldürdü; birbirlerini katlettiler. 

Daha o dönemin Peygamberi Allahu Teala’ya dua ediyor. Buyuruyor ki; Ya Rabbi benim kavmim, ümmetim kendini böyle helak edecek, geriye ibadet edecek kimse kalmayacak sen bunları bağışlasan, affetsen. Cenabı Hak o Peygamberin duasını kabul buyuruyor, ona icabet buyuruyor. Buyuruyor ki; Tamam, kalanlar tevbe etsin, onların tevbeleri makbul, ölenlerinı de şehit yazdım… Sonradan ama… Başta tevbelerini kabul etmedi kendinizi cezalandırın, kendinizi öldürün buyurdu. 

Şimdi Cenabı Hak bize böyle bir ceza vermiyor; bize tevbe edin tevbenizi kabul edeyim, buyuruyor. Bundan daha güzel bir tedricilik olur mu? Yoksa “Günahı yavaş yavaş terk edin!” bu anlamda tedricilik olmaz. Çünkü biz her an ölümle karşı karşıyayız. 

İçkiden örnek verdiniz, cahiliye toplumda bu yerleşmiş. Bu bir iki günlük örf, anane, kültür, gelenek değil ki. Yasak edilen, üzerinde tedriciliğin olduğu şeyler tarihin getirdiği bir uygulamaydı. Yüzyıllardır içiyorlardı. Bir de Hristiyanlardan gelen şarabı kutsal sayma anlayışı var. Şarabı İsa’nın kanı olarak görüyorlardı. Kiliselerde beyaz şarap, İsa’nın doğum gününde, İsa’nın kanı olarak dağıtılır. Düşünebiliyor musunuz, sözde semavi bir din içkiyi kutsal sayıyor, içkiyi kutsallaştırıyor... 

Bu topluma bulaşmış. Bu toplum yüzyıllardan beri o içkiyi içmiş, geçimleri ondan. Alışkanlıkları o, meşrubatları o. Bunu şimdi Cenabı Hak birden kesse bu sıkıntı olacak. Peyderpey, önce Cenabı Hak bunlara namaz vakitlerinde içmeyin buyuruyor. Gün boyu içmeyin, geceden sabaha kadar serbestler; içiyorlar. Derken Cenabı Hak mesafeyi biraz daha kısaltıyor ve üçüncüde içkinin haramiyetini bildiriyor ve bunu şeytanın bir oyunu olduğunu, şeytanın bir tuzağı olduğunu bildiriyor bunu yasak kılıyor. 

İşte bakıyoruz faiz böyle yasak kılınmış. Ta Veda Hutbesi’ne kadar faiz var. Ashabın ticaretinde Veda Hutbesi’ne kadar faiz var. Veda Hutbesi’nde Cenabı Peygamber (aleyhissalatu vesselam) kesin “Ayağımın altındadır.” buyuruyor ve lanetliyor. Bir tedricilik var. 

İbadetlerin hemen peş peşe, aynı zaman diliminde emredilmemesi, bu da bir tedriciliktir. Önce namazın farz olması sonra zekâtın, orucun gelmesi, Haccın vs. ilerleyen zaman içinde gelmesi bir tedriciliktir. Niye, o toplum alışkanlıklarını değiştirebilsin… 

Biz şimdi bin yıldan beri Müslüman bir toplumuz. Bizde neyin tedriciliği olacak! Biz bin yıl önce de biliyorduk içki haramdır. Şimdi neyi bekleyeceğiz? Biz bin yıl önce de biliyorduk faiz haramdır, fuhuş haramdır… Neyi bekleyeceğiz o zaman? Nasıl bir zamana ihtiyacımız olacak ki biz de bunları yavaş yavaş terk edelim. Bize verilen mühlet değil mi? 

Ve bugün bütün bilimsel veriler bunların zararlarını bize anlatıyorlar. O gün bunların zararları bilinemiyordu. Sadece inançla bu yasaklanıyordu. Allah buyurduğu için onlar terk ediyorlardı. İçkinin nasıl bir zararı var bilmiyorlardı, faizin nasıl bir zararı var bilmiyorlardı. Ama bugün biz bunu bilebiliyoruz. Kumarın toplum üstündeki etkisini bilebiliyoruz. 

Bu hadiselerin bu denli açığa çıkması da bizim için bir tedriciliktir. Cenabı Hakk’ın verdiği bir fırsattır. Biz bunları değerlendirmeliyiz. Şimdi biz Müslümanlara böyle bir zaman süreci tanıyamayız. Bu adam içki içiyor buna bir süreç tanıyalım da bu yavaş yavaş içkiyi terk etsin! 

Buna sürekli nasihat ederiz, ayrı, ama meseleyi anlayan bir insan için böyle bir sürece ihtiyaç yok. Biz şeytandan kaçar gibi günahtan kaçma durumundayız, batılı terk etmek durumundayız. Dediğimiz gibi biz her an ölümle karşı karşıyayız. Tevbe edersek hiç günah işlememiş gibiyiz, onu hiç yapmamış gibiyiz… 

Bu yasaklanan işler bizde bir gelenek de değil. Misal birisi içki içiyor ama belki onun babası içmiyordu. Onun babası da içmiyordu. O kendisi başlamış. Onun babası belki hacıydı, hocaydı, sofi biriydi, münevver biriydi. Ayriyeten bir de bundan dolayı tedip edilmesi lazım o kişinin. Edebe davet edilmesi lazım, edeplendirilmesi lazım. Bu edep için de bazen ceza gerekebilir. 

Uygulamaya baktığımızda o tedricilik tamamlandıktan sonra içkiye hemen ceza uygulanmış. Hazreti Ömer (radiyallahu anh) kendi oğluna uygulamış. Yüz değnek ceza vermiş, seksende oğlu vefat etmiş yirmi değneği cesedine vurdurmuş. Buyurmuş ki şeriat tamam olacak. Allahu Teala yüz değnek ceza veriyor. Demişler ki öldü Efendim, daha nesine vuracaksınız? Hayır, buyurmuş yüze tamamlayacağız… 

Yani dememişler ki bu da tedricen içkiyi terk eder, şimdi bunu görmezden gelelim, bu halifenin oğlu, denmemiş. Hırsızlık yapan bir bayanı getirdiklerinde bu bir kabile resinin kızıdır, zengindir diyaloglar sarsılmasın denildiğinde ne buyurdu Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) “Kızım Fatıma olsa elini keserim!” Kimin kızı olursa olsun. 

Bakın bir tedricilik göremiyoruz. Zina yapan bir bayanı recmediyor Cenabı Peygamber (aleyhissalatu vesselam). Biri yahudi imiş onu yahudi şeriatına göre recmediyor. Tedricilik demiyor. İslam yeni gelmiş, henüz oturmamış, bir yerleşsin, buyurmuyor; cezayı uyguluyor. Ki ahkâmı ilahi vaaz olalı kaç sene olmuş o dönemlerde? Daha işin başındalar. Bugün bin beş yüz sene geçmiş; bu tedricilik değil mi? İslam geleli bin beş yüz sene olmuş. 

Bu tamamen bizin nefsimizin oyunu… “Efendim, müsamahalı olalım da…” Bu müsamahalı olmada haramlar yerleşir. Bugün mesela aynı şeyi tıbbi bir rahatsızlık için söyleyebilir miyiz? Bakalım, takip edelim, izleyelim, ne olur netice, tedrici tedavi yaparız diyebilir miyiz? Bu intihar olur. Ciddi bir hastalık varsa zamana bırakalım demiyoruz. 

Manevi hastalıkları da zamana bırakamayız. Hele hele bunlar kangren olmuş, bütün topluma zarar veren kebair cinsi haramlarsa… İçki gibi, fuhuş gibi, kumar gibi, ahlaksızlık gibi… Bunlarla çok ciddi mücadele etmek durumundayız.

Onun için İslam insan terbiyesini adeta evliliğe niyet etmesiyle başlatıyor. Bir insan evliliğe niyet ettiği anla birlikte onun aile hayatı adeta başlamış oluyor. Ve İslam’a göre bir ailenin nasıl oluşması gerektiğinin usulü, erkânı, metodu o saatten başlıyor. O kişi ondan sonraki yaşantısına, haline, kazancına her şeyine dikkat etmesi gerekiyor. Eş seçiminde, iş seçiminde çok dikkat etmesi gerekiyor. İşte bu bir terbiye sürecidir. Niye, yetişen neslin asi olmaması, masiyete dalmaması için. Babanın evladını helalle beslemesi, güzel anlamlı bir isim bırakması, onu saliha veya salih biriyle evlendirmesi, ona daima iyide, güzelde, doğruda örnek olması… Bunlar evladın ebeveyn üstündeki hakları… İşte tedricilik buralarda var, bu bir sürece yayılıyor zaten.

Allah Rasulü zaten bunu buyuruyor: “Çocuklarınız yedi yaşında iken onlara namaz ile emrediniz; on yaşına girdiklerinde (kılmazlarsa ölçülü ve yönlendirici anlamda) dövünüz ve yataklarını ayırınız.” Bunlar müeyyideleri gerektiriyor. İşte tedricilik bunlarda var. Artık farz olduktan, çocuk baliğ olduktan sonra bir tedricilik yok. “Ya kılar!” Hayır… 

Allah Rasulü kötülüğe gücünüzle engel olun buyuruyor, o kötülüğü def edin. Güçsüzseniz, acizseniz söyleyin: Tesirsizseniz söylemde de bir şey yapamıyorsanız siz uzaklaşın. Kötüyle, kötülükle birlikte olmayın, siz uzaklaşın ama bilin ki bu zaafiyettir. Yani müminin bu kadar gayretsizliği, yalnızlığı, çalışmaması biri çoğaltamaması zafiyettir. İki birden üç ikiden hayırlıdır buyuruyor Cenabı Peygamber. Gün be gün müminler çoğalmalı, her yönüyle bir birlik oluşturmalı. İslam dini bu anlamda fert dini değildir cemaat dinidir. İslam cemaatle yaşanır, insan sosyal bir varlıktır. İnsanın bütün alemlerin zübdesi olması bunu gösterir. Yani bütün Alemlerin özüdür. Adeta bütün Alemler rengini insandan almıştır. İnsan böyle çok yönlü bir varlıktır. 

Bu konularda münferit kalması, garip kalması, çaresiz kalması onun acziyetini gösterir. Allah seni kendine halife ol diye yaratmışken, Allah adına iktidar sahibi ol diye yaratmışken sen hiçbir şeye muktedir olama, bu acziyettir, İman zaafıdır buyuruyor Cenabı Peygamber. “ZALİKE ED’AFUL İMAN” İmanın en zayıf noktasıdır. Cenabı Hak seni yeryüzünde bir icracı, icraat da bulunasın diye göndermiş. Sen ne acı ki eğer kendi evine, kendi çocuğuna sözün geçmezse, kendi evinde inandığını sen hakim kılamazsan, kendi evini inandığına göre şekillendiremezsen… Düşün nasıl olacak o zaman? Yine Cenabı Hak insaf buyuruyor vur, kır, yık buyurmuyor sen uzaklaş buyuruyor, sen çekil, terk et o zaman buyuruyor. Kalben buğz et. O şekilde tavır koy. “Sabret, bekle, bir gün düzelirler!” buyurmuyor. 

Bu yüzden bu anlamda temel meselelerde tedricilik olamaz. Çünkü daha tamamlanacak bir şey yok, din tamamlanmış ve bütünüyle tamamı da yaşanmış. Saadet asrında, dört halife döneminde dinin tamamı yaşanmış. Biz mufassal olarak da meseleyi biliyoruz, elimizde. Dört halife döneminde çok açık, seçik, net bir şekilde din uygulanmış. Bundan sonraki bekleyişler bizim gafletimiz. Bunlar bizim için bir isyan sayılır, hafife almadır. 

Bakın Medine-i Münevvere’ye gelindikten sonra Cenabı Peygamber’in hayatında bir tedricilik görüyor muyuz? Şöyle bir anlayış var mı Medine döneminde ki; bekleyelim müşrikler belki iman ederler, hidayeti bulurlar. Hayır, böyle bir bekleyiş yok. 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası! (9/Tevbe, 73) buyuruyor Cenabı Hak. Onlara cihad aç, onlarla mücadele et. 

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

“Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah›a ortak koşanlara aldırış etme.” (15/Hicr, 94) Yüz çevir onlardan, uzaklaş onlardan. 

Mevla ayeti kerimede haber veriyor. Müşrikler geldi dediler ki; sen bize başka bir kitap getir ya da bu hükümleri değiştir, bu bize zor geliyor. Bu Kitaptaki bazı hükümleri bize göre değiştir, bizim anlayacağımız şekilde, bizim yapabileceğimiz şekilde yap, biz bunları yapamıyoruz bu bize ağır geliyor, nefsimiz bunu kabul etmiyor. Cenabı Peygamber buyurmuyor ki; tamam, bazı hükümleri kolaylaştıralım, değiştirelim bunlar bir yaşamaya başlasınlar. Burada bir tedricilik yok. Cenabı Hak ne buyuruyor; sen onlara de ki; ben ancak bana vahyedilene, bana bildirilene uyarım. Ben bunun hiçbir hükmünü değiştirmeye muktedir değilim, hiçbir harfini değiştiremem. Onları kazanmak istemez miydi Cenabı Peygamber. Olmadı, böyle gelmedi. 

Şimdi biz Kalubela’dan beri Müslümanım diyen toplumlara tedricilik uygulayacağız; bir gün kılar inşallah, bir gün oruç tutmaya da başlar, zekat vermeye de başlar, sabredelim… Hayır, yanlışa sabır olmaz, batıla sabır olmaz; sabır Hak’tan gelen şeye karşıdır, Hakk’ın imtihanına karşıdır. Biz bugün siyonizme, komünizme, kapitalizme bu izmlere ve bu izmlerin arkasında her kimler varsa biz bunlara sabredemeyiz, sabır bunlar için emredilmemiş. Sabır; biz Allah’ın imtihanına sabredeceğiz. Bize Rabbimiz, Efendimiz’in üzerinden “Sakın gafillerden olmayın!” diye buyuruyor. Siz Allah’ı unutanlardan olmayın. Tedricilik insana Hakk’ı unutturur. Bize birçok yerlerde bu anlamda acelecilik bize emredilmiş. Allah’ın ibadetlerine karşı acelecilik; “فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ” Allah’ın zikrine koşmamız emredilmiş, “فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ ” her şeyden bıkıp, usanıp, kaçıp Allah’a sığınmamız istenilmiş. Allah’a yönelmemiz istenilmiş. Her şeyi bırakıp Allah dememiz, Allah’a dönmemiz istenilmiş. Çünkü sermaye tükenmek üzere. Burada bir tedricilik olamaz. Misal bir insan şahadet getirse Müslüman olsa, bu insanı bekletebilir misiniz ki “inşallah bir gün namaza başlar…” Hayır. Şahadet getirdi Müslüman oldu, namaz ona farz oldu. Eşhedü ellailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu” dedi, ona gusül farz oldu. Sen yarın yıkanırsın diyemezsin behemehâl gusül alacak temizlenecek. Sonra içinde bulunduğu vaktin namazı ona farz oldu. Hemen o namazı kılacak. Öğlen vakti ise hemen öğleni kılacak. Sen hele dur birkaç gün sonra kılarsın diyemezsin hemen namaz kılacak. Eğer Ramazan ise oruca niyetlenecek. Sen bu sene tutma da seneye tutarsın. Orucun ne olduğunu bir anla, öğren, yok. İşin içindeyken onu öğrenecek. Bu İslam’ın kuldan istediği, insandan istediği… 

Şimdi bunu yeni Müslüman olan birinden isterken ben KaluBela’dan beri Müslümanım diyen birine İslam’ın muamelesi nasıl olur düşünün. Hazreti Ebubekir’in zekât vermeyenlerle savaşması… Bu insanlar müslümandı. Ebubekir beklemedi ki meseleyi anlarlar, bu hallerinden tevbe ederler de zekâtlarını verirler, bunları şimdi idare edelim demediler. Onlar namazlarını kılıncaya zekâtlarını verinceye kadar biz onlarla savaşmakla emrolunduk, buyurdu, üzerlerine yürüdü. 

İslam’a bütün bakmak durumundayız. Kendi yorumlarımızla İslam’ı sulandıramayız. Ama kişinin uygulaması var, bilgisi az; tamam zaman içinde bunu öğrenir, eksilerini tamamlar. İnsan eğitildikçe, daha güzel şeyler öğrendikçe daha güzel şeyler yapmaya başlar. Daha takvaya riayet eder, daha ihlaslanır, daha kamil olur, anlayışı değişir. Bunlar tedricendir. 

Geçen de ifade etmiştik; Rasulullah’ın (aleyhissalatu vesselam) tevbe etmesi bundan dolayıdır. Günde yetmiş beş kere, günde yüz kere tevbe etmesi haşa günah işlediğinden dolayı değildi. Her an sürekli halinin tekâmül etmesinden dolayı idi, bir önceki haline tevbe ediyordu. Çünkü “ben Seni hakkıyla bilemedim.” buyuruyordu. Bu bir gerçekti yani bu bir tevazu değildi. “سبحانك ما عرفناك حق معرفتك” Efendimiz burada bir gerçeği ifade ediyordu. Ben seni hakkıyla bilemedim Ya Rabbi. Sürekli bu bilgi yenileniyordu. Bunun için Cenabı Hak ona buyurmuştu ki; ilminin, bilginin yenilenmesini, artmasını iste. Her an bilgi yenilendikçe tanıyış farklılaşıyordu. Tanıyış farklılaştıkça bir önceki hale tevbe gerekiyordu. O yüzden sürekli Cenabı Peygamber istiğfar ediyordu, tevbe ediyordu. Tedricilik bu noktada; insanın tekâmülü noktasında… 

Ehlisünnetin bir kısmına göre imanın artıp eksilmez. Bakın bu noktada bir tedricilik yok, iman oynamıyor. Bir bütün olarak verilmiş, burada tedricilik olmaz. Zaman içinde bu artmıyor, olgunlaşıyor. Bu da anlayışla, tanıyışla alakalı, bilişle, buluşla alakalı şeyler. 

Biz evvelen Allah’a olsun Peygamberine olsun -iman noktasında bunlar çok farklı şeyler değil- iman edeceğiz, inanacağız. İki; seveceğiz. İman ettiğimiz şeye muhabbet edeceğiz. Allah’ı ve Peygamberini her şeyden, her şeyimizden çok seveceğiz. Üç; onu bileceğiz. İman ettiğimiz varlığı Allah’ı ve Rasulullah’ı sıfatlarıyla, özellikleriyle bileceğiz. Dört; bu bilişle onları anlayacağız. Tevhidin ve risaletin ne olduğunu anlayacağız. Bize getirisi götürüsü nedir bunların? Bunları anlayacağız. Beş; bu anlayışla birlikte örnek alacağız, usvei hasene olacak bize Cenabı Peygamber, modelimiz olacak bizim; Allahın ahlakıyla ahlaklanacağız, Hulki ilahi bizim için kaçınılmaz olacak. Altı; bütün bu beş maddenin üzerinden bir tanıyış bir yakîn kesbedeceğiz: Kurbiyet; Allahu Tealaya yaklaşmış olacağız, O’nun rahmetine gark olacağız, O’nun tecellilerine mazhar olacağız… İşte tedricilik bunlarda olacak ve iman bunlarla olgunlaşacak. 

İşte bu evrelerde ibadet, taat, hizmet, zikir, fikir huzur, şuur vesaire bunlar devreye giriyor. Bunları yaparak bu tekâmülü gerçekleştireceğiz. Yoksa bize iman verildiği gibi dursa, olgunlaşmasa; beklesek ki o durduğu yerde olgunlaşsın, durduğu yerde çürür. Tedricilik bu anlamda tamam ama imanda ve imanı kabulde tedricilik olmaz. 

Biz hemen imanla birlikte çünkü meselenin farklı bir boyutu da var; bazı ayetlerde Cenabı Hak o ayetleri açıklarken Allah da onlara iman eder diye tevil ediyorlar yanlış bir tevil kul Allah’a iman eder Allah da kullarına güvenir. Allaha imanı bu anlamda… Ordaki İmandan kasıt emin olma, güvenme… Biz İmanımızla birlikte Allah’a olan güvenini kazanmak durumundayız. Eğer Allah’ı kendimize güvendiremezsek bir şey olmaz. Cenabı Hak’da bize güvenecek, itimat edecek ki kâinatı bizim için yaratmış nasıl teslim bunu. Biz hala oyun oynaşta olursak, bizim halen gözümüz eğlencede olursa nasıl bu kâinatı bize teslim etsin bize güvenmezse. Bu güveni sağlayabilmek için Hazreti Peygamber (aleyhissalatu vesselam) bizim için ağlamış, inlemiş. “Ümmeti ümmeti” diye gayret çekmiş. Bugün biz de ağlayacağız. Rabbimiz için, Peygamberimiz için bizde ağlayacağız. 

Bizi ağlatacak olan şey meseleyi anlayabilmemiz. Anlayamazsak her şey oyun ve eğlenceden ibaret kalır. Bunun için ciddi muhasebe, müşahede, murakabe tüm bunlara yöneleceğiz ki bizde bir idrak oluşsun, anlayış oluşsun o anlayış yakine dönüşsün. Allah’ı görürmüşçesine ihsana erelim ve bize güven oluşmuş olsun, Rabbimiz bize güvensin ve bizi gerek cennetin, Firdevs’in gerek yeryüzünün varisi kılsın. Biz şimdi hiçbir şeye varis değiliz, bize bir şey tevarüs etmemiş ki… Şöyle kendimize bir bakalım Hak’tan bizde ne var? 

Her şey zıddıyla biliniyor değil mi… Bir şeyin zıddı olmasa biz onu anlayamayız. Kış olmasa biz yazı anlayamayız. Hep yaz olsa gayet tabi olur bizim için yaz diye bir şey bilmeyiz o zaman, yaz demeyiz. Acı olmasa tatlıyı bilemeyiz, gece olmasa gündüzü bilemeyiz. Hep gündüz olsa aynı şekilde, değişkenlik yok… Bunlar imtihan vesilesidir. Şimdi Cenabı Hak bilinmekliğini murad etti. Hadisi Kutsi’de öyle buyruluyor, gizli bir hazine idik, bilinmekliği sevdik, bunun için âlemi var ettik, insanı var ettik. Bilinmekliğini istedi ama bu bilinmeklik de zıddıyla mümkün. Nefsimizi bunun için bize verdi. Bizim nefsimiz Hakk’ın zıddıdır. Hak ne kadar güzelse nefsimiz o kadar çirkindir. Bunun için Cenabı Hak buyuruyor ki “Bütün çirkinlikler, kötülükler nefsinizdendir, bütün güzellikler Allah’tandır.” (4/Nisa,79) Allah güzellerin güzelidir. Nefsimiz o kadar çirkindir ki biz nefsimizin çirkinliğine bakıp Hakk’ın güzelliğini idrak edeceğiz. Hak kerimdir, mükrimdir, sonsuz ikramat sahibidir. Nefsimiz bunun tam aksine cimridir. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur.” (2/Bakara,268) buyuruyor Cenabı Hak. Biz nefsimizin cimriliğine bakıp Hakk’ın keremini anlayacağız. Biz nefsimizin aczine bakıp Hakk’ın kudretini müşahede edeceğiz. Zıddıyla bileceğiz bunları. Olmasaydı Allah’ı bilemezdik. Bizim meleklerden üstün olmamızın sebebi budur, onlarda böyle bir zıddiyet yok, mukayese imkânları yok. Biz kendi zilletimize bakıp Rabbimizin izzetini idrak edeceğiz. 

İşte bizim bütün imtihanımız seyrimiz bu arada dönecek. Biz tüm bunların üzerinden; iman, muhabbet, bilgi, anlayış, model/usve-i hasene ve tanıma/yakin… Bu altı maddede biz süluku ikmal edeceğiz, Kamil anlamda mümin olacağız. O zaman Hak bize güvenecek ve bizi görevlendirecek. Yeryüzünün varisi olacağız. Hem hadi hem mehdi olacağız. Cenabı Hak bizimle dilediklerini hidayet edecek. Bizi bir mıknatıs gibi kullanıp dilediklerini kendine çekecek. Bizimle meleklerine iftihar edecek. 

Ama biz böyle kös kös oturursak, meseleleri tedriciliğe yayarsak, gayreti, hareketi, cesareti, metaneti tüm bunları bırakırsak; lafla peynir gemisini yürütemeyiz, gemi yürümez. İşte o zaman belki açıktan bize İsrailoğullarına dendiği gibi kendiniz öldürün denmiyor ama bazı ayetlere baktığımızda adeta buna yakın şeyler söyleniyor. Surei Tevbe’de o zaman oturun Hakk’ın sizin hakkınızdaki takdirini bekleyin (9/Tevbe, 24) buyuruyor Cenabı Hak. Sure-i İsra’da oturun o zaman siz Allah’ın sizin hakkınızda kavlini bekleyin, emrini bekleyin, sizi alınlarınızın çatısından yakalamasını bekleyin. (17/İsra, 16)

O zaman biz farkına varmadan adeta birbirimizi öldürmüş oluyoruz, birbirimizin helakına sebebiyet veriyoruz. 

Birinin çıkardığı bir fitne sarıyor, bulaşıyor bakıyorsun dün Müslüman olan adam bugün farklı anlayışlara düşmüş. İslam’dan adeta uzaklaşmış. Sözde kendince pozitif bir anlayışa ulaşmış, reel bir anlayışa ulaşmış, metafiziği tamamen reddeder duruma gelmiş. Manayı reddediyor. İşte bu da bir helak çeşididir. Bu da bir çeşit birbirimizi öldürmedir, bir cezalandırmadır. Biz beklemeyelim ki Cenabı Hak bizi hep depremle cezalandırır, sel felaketiyle cezalandırır, savaşla cezalandırır. Fitneden korkun! buyuruyor Cenabı Hak. Fitne demek ki bir cezadır, bir tehlikedir. Niye, o fitne ki kalpleri ve dimağları fesada uğratır. Ümmetin içinde bozgunculuk meydana gelir. Bakın ümmetin birliği paramparça. Dünya çevresinde bakın Müslümanların görüşlerine; kimi bir gün önce bayram ediyor, kimi bir gün önce Ramazan’a giriyor, aynı gün başlayıp bitiremiyoruz. Bir vahdete ihtiyacımız varken. 

Bu nedir takva mı? Şimdi bir gün önce başlayan daha takva… Vallahi fitne bu. Takva ile alakası yok, bu bir fitne. Kim doğruyu bırakıp da -bu biz de olabiliriz diğerleri de olabilir bilemiyoruz biz şimdi ama hangisiyse- Allah’ın rızasından farklı şeyler düşünerek başka beklentilerle bir gün önce başlama veya bir gün sonra başlama meselesini sulandırıyorsa bu bir fitnedir, bu ümmetin helakına sebeptir. 

Kendi memleketimizde adam çıkıyor diyor ki siz bir saat erken imsak yapıyorsunuz, yazık size aç duruyorsunuz, ben bir saat geç imsak ediyorum diyor. Bu bir fitnedir, bu insanlığa yardımcı olmak değildir. İnsanlığın vahdetini bölmedir. 

Bu insanlığın edep anlayışını değiştirmek fitnedir. Abdestsiz Kur’an okunur okunmaz mevzuları; bu bir fitnedir Rabbimiz bundan korkun buyuruyor. Niye fitne? Kur’an’a saygıyı bırakmıyor bu, böyle bir fitne. Bu İslam’ın edebini kaldırıyor ortadan. Bu sefer adam Kur’an’ın üzerinden her türlü fesadını yürütme yolunu buluyor edep olmayınca. Edeb vicdanı bağlayan, insanı bağlayan bir şeydir, edebin illa hükmen farz olması, şu olması önemli değildir. Farzlar için de edeb lazımdır. Bazen bir edeb farzdan çok daha önem arz edebilir. Bunun içindir ki kişinin kendini bağlar. Edebi ortadan kaldırdı mı işte bu bir fitnedir. Rabbimiz bundan korkun buyuruyor, ümmetin içine fitne salmak, surda bir gedik açabilmek… Bundan korkmamız lazım.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort