JoomlaLock.com All4Share.net

CEMAAT ÜMMETİN BİR CÜZÜDÜR

Geçen ayki yazımızda; “Müslümanın Üst Kimliği İslâmdır” başlığı altında yazmaya çalıştığımız konumuza bu ay “Ümmet ve cemaat ilişkisi nasıl olmalıdır?” sorusuna gücümüz nisbetinde verdiğimiz cevaplarla devam etmeye çalışacağız.

Öncelikle belirtmek isteriz ki ümmet, kavramı Kur’ânî bir ifadedir. Cenâbı Hak Âl-i İmrân  Sûresi 110. ayeti kerimede: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah’a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler de var, ama pek çoğu yoldan çıkmışlardır.” buyuruluyor.

Ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere ümmet tektir. Her ırktan, her devletten, her cemaatten, siyahı, beyazı, sarısı “Lâ ilâhe illallah Muhammedu’n-Rasûlullah” kelime-i tayyibesini tam bir teslimiyetle söyleyen herkes ümmeti Muhammed’dendir ve Rabbimiz’in beyan buyurduğu en hayırlı ümmetin bir ferdidir. İslâm dininin bahşetmiş olduğu tüm haklardan eşit olarak faydalanır. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi üst kimlik “ümmet” olmaktır. Fakat ümmet kelimesinin, içinde imameti de barındırdığı unutulmamalıdır. Ümmetin birlik ve beraberliği için üzerinde ümmetin âlim ve muttakilerinin icması olan bir imamın bulunması şarttır. Bugün İslâm âlemi olarak bundan mahrum olmanın acısını ve acziyetini yaşıyoruz.

Bundan dolayı Müslümanlar hizmetlerini devam ettirebilmek ve birlikte hareket edebilmek için özde bir olsalar da anlayışlarda ve metodlarda farklı cemaatler oluşturmaya gayret etmişlerdir. Her biri kendince kâmil ve ehil olan şahsiyetlerin yönetiminde ta’lim ve tebliğ vazifelerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Rabbimiz Celle ve Âla Hazretleri Kur’ân-ı Hakimi’nde buyuruyorlar ki; “Bununla beraber mü’minlerin hepsinin birden topyekûn savaşa katılmaları uygun değildir. Her kabileden bir kısım insanlar da din ilimlerinde derinleşmeli ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarmalıdır ki, böylece Allah’ın azabından sakınırlar.” (et-Tevbe: 9/122)

Cihadla alakalı olan ayeti kerimeden mü’minlerin görev bölümü yapmalarının da gerekli olduğu anlaşılıyor. Fakat bu görev bölümü yapılırken uygulanacak metodlar Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem)  ve ashabının uygulamalarından örnek alınarak yapılmalıdır. Bu mânâda cemaat nedir, kimlerden oluşur ve özellikleri nasıl olmalıdır?

Prof. Nâsır b. Abdulkerim’in Sünnet ve Cemaat isimli eserinden konuyla ilgili bölümü sizlerin istifadesine sunuyoruz:

“Cemaat çok sayıda insan ve aynı maksat etrafında birleşen insanlar topluluğu demektir. Cemaate bu ismin veriliş sebebi cemaatin, ictima ile aynı anlamı taşımasındandır. Zıttı tefrikadır. Her ne cemaat lafzı, toplanan bir topluluğun bizatihi adı olsa bile bu böyledir.

Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem)  döneminde, özellikle de raşid halifeler döneminde ashabın çoğunluğu, cemaatin kendisi idiler. Onlar çeşitli işlerinde imamet, ahkâm, cihad ve din ile dünyayı ilgilendiren diğer bütün hususlarda hak üzere ictimâ eden (toplanmış olan) kimselerdir. Çünkü onlar dinin taşıyıcılarıdır. Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) kendilerinden razı olarak vefat ettiği, Allah’ın kendilerini tezkiye ettiği dinin taşıyıcıları ve nakledicileridir. Onlar sapıklık üzere asla birleşmeyen kimselerdir. Şâtibî insanların “cemaat” kavramı ile ilgili görüşlerini sunarken şunları söylemektedir:

“Cemaat özel olarak ashabı kiramın kendisi demektir. Çünkü onlar dinin esaslarını dimdik ayakta tutanlar, onun kazıklarını yere sağlamca yerleştirenlerdir. Onlar asla sapıklık üzere ictimâ etmeyenlerdir. Bu husus ise onlardan başkaları hakkında gerçekleşmesi imkânsız olan bir şeydir.”

Muhtemeldir ki burada sözü edilen cemaatten kasıt Abdullah b. Ömer’in (radıyallahu anh) sözlerindeki şu ifadeler ile örtüşmektedir:

Rasûlullah ((sallallahu aleyhi vesellem)  buyurdu ki: “Allah bu ümmeti bir sapıklık üzerinde ebediyyen birleştirmez.” -Yine- buyurdu ki: “Allah’ın eli cemaatin üzerindedir. O halde sizler de o en büyük kalabalık hangisi ise ona uyunuz. Çünkü kim cemaatten ayrılırsa, cehennem ateşine doğru ayrılmış olur.”

“En büyük kalabalık (es-sevâdu’l-âzam)” hak üzere bulunanlardır. Bunlar ise kendi dönemlerinde ashabı kiramdır, tabiîndir, kendilerine uyulan din ve hidayet imamları ile onların izlerinden gidenlerdir. O halde ashabı kiram, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem)  döneminde ve hidayet bulmuş raşid halifeler zamanında cemaatin kendisini teşkil ederler. Allah onlarla İslâm’ı aziz kılmıştır. Onlar Rasûlullah’ı (sallallahu aleyhi vesellem)  desteklemiş, ona gereken şekilde saygı göstermiş, ona yardımcı olmuşlardır. Onlar İslâm’daki ilk ve en faziletli cemaattirler.

Sünneti seniyyede varid olmuş cemaate dair naslar herkesten önce bizzat onlar hakkında söz konusu olur. Çünkü onlar hem zaman hem fazilet itibariyle öne geçmişlerdir. Bundan sonra ise İslâm’da sünnet ve hak üzere olan her cemaat hakkında kullanılır. Çünkü bunlar da hidayet bulmak ve uymak bakımından ashabın bir uzantısıdır. O halde tabiînden, cemaatten kasıt, ashab cemaatinin metodu, gidişleri ve sünnetleri üzere olanlardır. Bizim salih selefimizden onlara tabi olanlar da; aynı şekilde salih selefimizden onlara uyanlar da böyledir, onlar da ancak cemaate ve sünnete uymaktadırlar. İlim ve ameli onlardan nesilden nesile günümüze kadar ve kıyametin kopacağı vakte kadar miras ala gelmişlerdir.

“Cemaat” lafzı dinde ilim ve fıkıh sahibi, hadis ehli kimseler ile kendilerine uyulan ve sünnet ile amel eden hidayet önderleri, onların yollarını izleyip, izlerinden giden kimseler hakkında kullanılmıştır. İşte bunlar Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem) ve Müslümanların ilk cemaatini teşkil eden, onun ashabına uyan kimselerdir. Hak üzere bulunan her bir cemaat de onların devamıdır. Onlar ashabı kiram ve ashaba uyanlarla, onlara uyanların oluşturduğu selefi salihtir. Avf b. Malik, Muaviye b. Ebî Süfyan, Enes b. Malik ve başkalarının rivayet ettiği hadiste Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) ifade ettiği “ehl-i sünnet ve’l-cemaat”in kendisi olan fırka-i nâciye (kurtuluşa eren fırka)dırlar. Bu hadiste Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ve şüphesiz ki bu millet (İslâm’a mensub olanlar) yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmiş ikisi cehennemde, bir tanesi de cennette olacaktır. Bu ise cemaattir.”

İşte bu “cemaat”in sünnet üzere olan kimseler olduklarının, kurtuluşa eren fırkanın kendileri olduğunun delilidir. İsterse sayıca az olsunlar. Nitekim Abdullah b. Mesud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: “Cemaat Allah’a itaate uygun düşen şeydir, sen tek başına bile kalsan.”

Bu ise sünnet üzere olmayanların sayıca ne kadar çok olurlarsa olsunlar cemaatten olmadıklarını ifade eder. Abdullah b. el-Mübârek’e -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- (vefatı: 181 h.) cemaat hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: “Ebu Bekir ve Ömer’dir.” Ona; “Ebu Bekir de Ömer de öldü.” denilince, bu sefer; “Filan ve filandır.” dedi. Ona; “Filan ve filan ölmüş bulunuyor.” denilince, İbnü’l-Mübarek: Ebu Hamza es-Sükkerî bir cemaattir.” demiştir.

Ebu Hamza es-Sükkerî ise 168 h. yılında vefat eden Muhammed b. Meymun el-Mervezî’dir.

İbnu’l-Mübarek de onun hakkında onun cemaat olduğunu söylemiştir. Yani o faziletli, salih, sünnet üzere ve selefi salihin yolu üzere yürüyen, cemaatin yolunu izleyen hak ehli olan bir kimsedir. O halde muteber olan sayısal çokluk değildir. Asıl itibar sünnete uymakla ve bid’atleri terk etmekledir. Uyanların çokluğunu bid’atlerin meşruiyetine delil gösteren kimselerin delilleri temelinden çürüktür. Buharî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- cemaati ilim ehli diye açıklamıştır. O Sahih’inde, i’tisam bölümünde şöyle demektedir:

“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.” (el-Bakara: 2/143) buyruğu ile Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) ilim ehlinin kendisi demek olan cemaate bağlılığa dair vermiş olduğu emirler bahsi.”

İbn Hacer de Buharî’nin bu sözünü açıklarken şunları söylemektedir: “O bu ifadeleriyle sözüe dilen nitelikten maksadın, şer’î ilim ehli kimseler olduklarını bildirmektedir.”

Buharî gibi bir kimse “ilim ehli” ifadesini kullandığı takdirde onlarla elbette ki ilim, hidayet ve basiret üzere sünnet ile amel eden kimseleri kasteder. İbn Hacer, Fethü’l-Bâri’de Taberî’den cemaatin tarifi ile ilgili olarak þu sözleri de aktarmaktadır: “Birtakım kimseler de şöyle demiştir; ‘Onlardan kasıt ilim ehlidir. Çünkü yüce Allah onları diğer insanlara karşı bir delil kılmıştır ve din işlerinde sair insanlar onlara uymak durumundadır.”

Yukarıda alıntıladığımız bölümden anlaşılması gereken kanaatimizce şudur:

Cemaat İslâmî bir kavramdır. Oluşturulacak veya var olan cemaatin en önemli özelliği İslâmî kriterlere uygun olmalıdır. Zaman, zemin ve şartlar ne olursa olsun Hakk’ın rızası kast edilmelidir. Hâce Hazretleri (kuddise sırruh); “Peygamber Efendimiz bir hadis şerifte; ‘Cemaate tabi olun, firkatten uzak durun. Şeytan muhakkak ki, bir kişiyle beraberdir, iki kişiden uzaktır. Her kim cennetin ta orta yerini istiyorsa cemaate tabi olsun.’ buyuruyor. Bu hadisi şerifteki cemaati bize anlatır mısınız?” sualine cevaben buyuruyorlar ki; “Evet, bu cemaati tanımlarken merhum Elmalılı Hamdi Yazır: ‘Hak üzere olandır.’ diyor. Bu cemaatin özelliklerini yine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem)  hadisi şerifinde şöyle tarif buyurmuş: ‘Bu cemaatin gönlünde Allah ve Resûlü’nün sevgisi bulunsun. İslâm’a ve Kur’ân’a, aç insanın ekmeğe yapıştığı gibi yapışsın. İslâm ve Kur’ân dışında bir hayatı ateşe atılmak gibi bilsin. İslâm’dan dönüp Allah’ın razı olmadığı bir işi yapmayı ateşe atılmak gibi, diri diri yakılmak gibi bilsin.’ Bunlar kâmil müminin özellikleri. Cemaatin de genel mânâda özellikleri bunlar olmalı.”

Aslında mesele yukarıda da belirtildiği gibi cemaati oluşturan fertlerin kendilerinin cemaat olmalarıdır. Ashabın tamamı bu özelliğe sahipti. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)  ashabı kiramın bazılarını nazara verip ön plana çıkararak bu noktaya dikkat çekmişlerdir. “Ebu Bekir’in imanı bir kefeye, ümmetimin imanı bir kefeye konsa onun imanı ağır gelir.” “Bizden sonra peygamber gelecek olsaydı Ömer olurdu.” “Ali’ye bakmak ibadettir.” “Din Süreyya yıldızına asılı olsa Selman ve nesli onu oradan indirir.” Emri Peygamberîleri bu evsaftaki şahısların sevadı azam, yani tek başına cemaat olduklarına işaret buyuruyorlar. Bunun için öncelikle ümmetin imamı olmaya namzet şahsiyetler, özelde de cemaatlerin lideri konumundaki şahsiyetler ilimleriyle, ahlâklarıyla, basiretleriyle, ferasetleriyle zamanın Ebu Bekir’i, Ömer’i, Osman’ı, Ali’si (radıyallahu anhum ecmain) olmalıdırlar. Kesinlikle ya kendileri velayet makamında olmalıdırlar, ya da mükemmil bir zatı akdesin terbiyesi altında bulunmalıdırlar. Kendilerini cemaatlerine vakfedebilecek fedakârlık örneği olmalıdırlar. Zamanın şartlarından etkilenerek şeriatı Ahmediyye’den ödün vermemelidirler. İnsanlığın saadetinin Hakk’ın hâkimiyetiyle olacağı hedefinden asla sapmamalıdırlar. Ümmeti Muhammed’in tüm fertlerini aynı oranda sevmeli ve uhuvvetin gelişmesi için çaba sarf etmelidirler.

Böyle bir insanı kâmilin tasarrufu altında oluşan bir cemaat ümmetin birliği, beraberliği, kardeşliği ve topyekûn izzetini kazanması için bir çekirdek, İslâm bedeninin bir azası olabilir. Çünkü velayet makamı gerçek manada Cenâbı Hakk’ın muhatap aldığı bir manevi müessesedir. Allah (celle celaluhu) ile rabıtaları sürekli olan mürşidi kâmillerin etrafında halkalanan ümmetin fertleri hidayet kapılarının ardına kadar açılmasına sebep olacaktır. Cenâbı Hak ümmeti Muhammed’e en kısa zamanda nusret nasib etsin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2012 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort