JoomlaLock.com All4Share.net

CEHALET İLİMLE, TAASSUB SEVGİYLE, ZARURET GAYRETLE İZALE OLUR

Cehalet İlimle Taassub Sevgiyle Zaruret Gayretle İzale Olur

Cehalet İlimle, Taassub Sevgiyle, Zaruret Gayretle İzale Olur - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 131 - Kasım 2018

 

Cehalet İlimle, Taassub Sevgiyle, Zaruret Gayretle İzale Olur

 

Ahir zamanda yaşıyoruz, büyüklerimizin sohbetlerinden, dinlediklerimizden ve okuduklarımızdan bunu anlıyoruz. Tabi bu yarın kıyametin kopması manasına gelmiyor. Kıyamet, Rabbimizin takdiri, ne zaman dilerse o vakit olacak. Ahir zaman tabirinden anladığımız; kaçınılması mümkün olmayan, ayetlerin ve hadislerin işaret ettiği o sona sürekli yaklaşırken, özelde, inandığını ikrar eden biz Müslümanların acaip ve garaip halleri, genelde de insanlığın geldiği durumdur…

Her şey gelişiyor, değişiyor… Bir takım kazanımlarımız var, doğrudur; ancak bununla birlikte kaybettiğimiz değerler de azımsanamayacak kadar çok. İmkânlarımız arttıkça sanki bir taraftan da eriyoruz. Birikimlerimiz kayboluyor, değerlerimiz yitiriliyor, dün sahip olmak için çaba sarf ettiklerimizi bugün elimizden atmak için yer arıyoruz maalesef.

Teknoloji çağındayız. Arama motorları sayesinde istediğimiz her şeye anında ulaşabiliyoruz. Elde etmek istediğimiz malumata en kısa sürede ulaşmak, daha fazla depolama/biriktirme alanlarına sahip olmak için internet hızımızın geliştirilmesinden tutunda da bilgisayar ve telefonlarımızı sürekli yenilemek suretiyle zamanın gerekliliklerini(!) yerine getiriyoruz. Bilgi elimizin altında, hatta emrimize amade. Ülkemizin ve dünyanın neresinde olursa olsun kütüphanelere, telif edilmiş eserlere, yazılan makalelere, sunulan bildirimlere/tebliğlere bir tık kadar uzağız. Âlimlerimizin ilmi, aydınlarımızın birikimleri, siyasilerimizin projeleri hep bu sosyal ağa mecbur oldu adeta. 

Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça ilim aslî değerini yitirdi. İnsanların gözünde basitleştikçe amel edilmeye de layık görülmedi. Asırlardan beri tevarüs eden ilmi, hakikatleri bir kenara bırakarak kendi sığ anlayışlarıyla İlahi mesajları kavramaya çalışanlar kısalta kısalta kuşa çevirdikleri, kafalarına göre daraltmak suretiyle sürekli eksilttikleri iman, ibadet ve ahlak esaslarını günün birinde temelli yaşanmaz hale getirdiler. Bunlar namazı ne kadar üç vakte indirseler de kılamayacaklar, duadır deseler de yönelemeyecekler, orucu belli aylara sabitleseler de sudan sebeplerle tutamayacaklar, hac sadece belli günlere mahsus değil her zaman olur diyecek kadar sapıklaşsalar da kutsal topraklara yüz süremeyeceklerdir. Çünkü nefis istediklerini ona vermekle tatmin olacak bir varlık değildir. “Heva ve heveslerine” taptırmak suretiyle kendisine tabi kıldığı kimselere bir manada İlahlık etme cüretinde olan nefis; burada da Rabbimiz’i taklide yeltenecek ve kendisi dışında bir başkasına zerre kadar da olsa yönelmeye ve itaate razı olmayacaktır.

Onun için bu zalim insanlar ve takipçileri, kendi oluşturdukları peygambersiz, amelsiz, güya ahlaki esaslara dayandırdıkları uydurulmuş dini de yaşayamaz hale gelecekler; dün söylediklerini bugün inkâr ederek, başkalarında tenkit ettiklerini kendileri yaparak, elde etmek istedikleri makam, mansıp ve unvan için gözlerini karartarak ne kadar da kişiliksiz olduklarını göstereceklerdir. Zannedersem bugün için bu ifadelerin hedeflerinin gayet açık, adreslerinin net bir şekilde belli olduğu, derdi din olan herkes tarafından anlaşılmaktadır.

Tabi bunlar bilinçli bir şekilde cehaleti yani Hak’tan ve hakikatten uzak kalmak suretiyle karanlıklarda dünyevi güç ve imkân devşirmeyi iltizam etmiş olanlardır. Üç günlük dünyayı, ebedi saadet yurduna tercih eden bu nasipsizler, kendilerini hangi sıfatlarla tavsif ederlerse etsinler aynı mihraklar tarafından yönlendirilmekte; bazen birbirleriyle, bazen ehlisünnet Müslümanlarla, bazen de masum ve mazlum insanlarla çatışarak hep aynı kişilerin ekmeğine yağ sürmektedirler. 

Bir de bunlara bilmeden tabi olanlar var ki, işin kötüsü, bunlar bilmediklerinin de farkında değiller. Öteki şuurlu, akıllı bir fasid, kâfir iken; beriki isyanda da şuursuzdur. Bu gibileri büyüklerimiz ebleh diye tarif buyurmaktadır. Rasulullah Efendimiz ahir zamanda imanı tarif buyururlarken “kor bir ateşe teşbih etmişler ve tutanın elinin yanacağını, bunu göze alamadığı için, bırakanın ise ahiretinin mahvolacağını” beyan etmişlerdir. Bu insanlar da İslam’ı yaşamak, dinin doğru kaynaklardan öğrenilmesi ve takvaya uygun olarak tatbik edilmesi kendilerine zor geldiğinden; kor ateşi ellerinde tutma azmini gösterememişler ve nefislerinin de tazyiki ile bu fasid görüşlere tabi olup ne serden ne yardan geçmek suretiyle dünya ve ukbayı güyâ birlikte idare etmenin yolunu bulmuşlar. Hâlbuki büyüklerimiz; “Eğer Allah Azze ve Celle, kendisinden başka bir varlığa daha yönelmemize rıza gösterecek olsaydı ikinci bir gönül yaratırdı.” buyurmuşlar. Bu din ve dünya için de böyledir. İkisi bir gönülde eğlenmez. 

Hak ile batılın bir arada bulunmayacağı ilahi hükümlerle sabit iken; hakikatten uzak bu cahiller güruhunun ve onlara tabi olan şuursuz kimselerin yollarının doğru olduğuna inanmaları; daha doğrusu bu hususta inat etmeleri taassubu doğurmuştur. Yani kendileri gibi inanmayan insanları delillerini görmeden, bu deliller ışığında oluşan fikirlerini dinlemeden/değerlendirmeden dışlamayı tercih etmişler; kendi inandıklarından başka doğru bir şeyin bulunabileceğini ihtimal dâhilinde bile görmemişlerdir. 

Elbette bu durum sadece kendilerini beğenmekle kalmayıp bir müddet sonra kendilerinden olmayanları dışlamaya, dolayısıyla dini anlama ve yaşamada tek yetkili/etkili merciin kendileri oldukları inancının onlarda yerleşmesine neden olacaktır. Böylelikle diğerlerini sürekli dışlayacak ve bu belki de önü alınamayacak bir hastalığın ümmet içerisinde yerleşmesine neden olacaktır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri öyle buyurmuşlar; “Asrımızdaki marazın sebebi sadece cehalet olsa idi, izalesi kolaydı. (Yani bilmeyene öğretirsin, problem ortadan kalkar.) Fakat temel sıkıntı taassuptur. (Yani bilmiyor, bilmediğinin de farkında değil. Üstelik bir de en iyi ben biliyorum zannediyor.) Bunun da halledilmesi hakikaten zordur.”

Bu cehalet ve taassubun farkında olabilmiş biraz daha nasipli bir güruh vardır ki bunlar da hastalığın doğru teşhisini duymuş, kısmen de anlamış ama üretken bir şahsiyet olmadıkları için zaruret kılıfına sığınmaktadırlar. Üstelik bu kolaycılık, çalışmadan elde etme, sadece uhrevi meselelerle de sınırlı değil. Dünyalık olarak da böyleyiz. Özellikle bugünün toplumu her meselede hazır yiyiciliği tercih ediyor. Kimsemiz meslek sahibi olmak istemiyor. Devlete kapılanıp, oturduğu yerden hoş geçim yapmanın derdindeyiz millet olarak. 

İslami meselelerde de durum bundan ibaret. Müslümanız, İslam’dan haberimiz yok. Mezhebimiz var, o görüşlerin sahibi mezheb imamını tanımıyoruz. Babadan, dededen öğrendiğimiz bir örf var ki onu din ile aynı eksende, hatta çoğu zaman da dinin önünde telakki ediyoruz ve her şeye yettiği zannındayız. Üstelik bu aktarımda yanlış olanlarla doğrular kıyas edildiğinde, özellikle son yüzyıldan yapılan nakillere baktığımızda, büyük kütlenin olumsuz/eksik/yanlış olduğunu görürüz. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi hazır yiyiciliği kendimize adeta fıtrat haline getirmiş olduğumuzdan ve bu örfi yaşantı nefsimizin de işine geldiği için araştırma ihtiyacı bile hissetmiyoruz. 

Bu davranışların sebebi sorulduğunda ise özellikle son asırda uygulanan bazı yasaklar ve baskıcı rejim gösterilir ki bu da geçerli bir mazeret değildir. Çünkü aynı dönemde Allah’a kullukta sebat etmiş, -tamamına malik olamadıkları şeyin azını da terk etmemiş- bilebildikleri kadarıyla, belki dünyalık rahat ve imkânlarından da fedakârlıkta bulunmak suretiyle ısmarlama din anlayışını reddetmiş kimseler de yaşamışlardı. 

Burada bahsini yapmaya çalıştığımız cehalet, taassup, zaruret gibi problemler bugün ümmeti Muhammed’in en belirgin hastalıklarındandır. Bu hastalıklardan cehaletin izalesi, tedavisi, ilimle mümkündür. İlim, sadece malumat sahibi olmak değildir. Yaşanmadıktan sonra hiçbir kıymet-i harbiyyesi, yoktur; hatta böyle bir bilgi sahibine iki cihanda yüktür. Elbette nerden öğrenileceği de amel kadar önemlidir. Doğru bilgi doğru kaynaktan öğrenilir hiç şüphesiz. Bilgi kaynaklarının her birisi kıymetlidir, lakin en mühimi şüphesiz insandır. Zahiri ilim de insan eliyle, bir âlimin rahlesinin önüne diz çökmekle öğrenildiği gibi batıni ilim olan ilmibillah da yine bir insan eliyle bir ârifin sohbetinde/irşadında ahzedilir. Rabbimizin sünneti de budur. 

Taassubun ilacı ise sevgi ve muhabbettir. İnsan mayasının sevgiden oluştuğunu bilmeli. Sevmenin de sevilmenin de yolunu Rabbimiz bizlere bildirmiş. Bunun için de insana bir altyapı lazım ki kimi seveceğini kimi sevmeyeceğini iyi bilsin. Rabbimiz Hazreti Musa’ya bir hitabında Kendisi için yapılabilecek yegâne amelin “Allah için sevme, Allah için buğzetme” olduğunu haber vermiştir. Bu bir manada imanın da tarifidir. Eğer biz dini ve milli önderlerimizi, kahramanlarımızı tanır ve onlar gibi olmaya gayret edersek taassuptan da kurtuluruz. 

Zaruretten kurtulmanın yolu ise üretici bir fert ve üretken bir toplum olmaktan geçer ki zanaat sahibi kimselerden oluşan bir millet hem kendine hem de en yakınlarından başlamak üzere hâle hâle tüm insanlığa faide verir. Bu elbette ki dini ilimler için de böyledir. Mümin fertler neticede ukba saadetine erebilecekleri hayırlı bir mesleğe sülûk etmeli, boşluktan ve boş işlerle vakit geçirmekten Allah’a sığınmalıdırlar. Üstelik böyle hayırlı bir meşguliyetle vakti zayi etmeyen kimseye nefis ve şeytan da tasallut edecek bir boşluk bulmakta zorlanacak, biiznillah o kimseyi idlal etmekte muvaffak olamayacaktır.

Cenabı Hak, bizleri maddi ve manevi bütün marazlardan muhafaza eylesin. Hem kendimize hem de dini mübini İslam’ın aziz değerlerine faideli olabilme bahtiyarlığı ile bizleri mükâfatlandırsın.

 

Yazar: Abdülkadir Visâlî

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort