JoomlaLock.com All4Share.net

BİR ŞEYH FEYZULLAH KİSHAVÎ GEÇTİ BU DÜNYADAN* -2

Ketencizade Hafız Rüşdi Efendi: O da müridlerin başında geliyordu. Mehmed’den birkaç yaş büyük olan bu zât, çok genç yaşlarında bir zaman Kavak Camii müezzinliği yaptıktan sonra Ulu Camii imamlığına atandı. Bu yüzden de Ulu Camii imamı olarak biliniyordu Erzurum ve çevresinde. Hıfzını tamamladıktan sonra, bir taraftan Ali Paşa Medresesi’nde tahsiline devam ederken diğer yandan da Kavak Camii’nde müezzinlik yapıyordu. Her şey bir yana bu genç hafız bir arayış içerisindeydi. Ne olduğunu bilemediği bir ateş yüreğini yakıyor ve içi içine sığmıyordu bir türlü. Böyle sıra dışı halle hallenmek pek de kolay bir iş değildi. Bu yüzden de bazen kendi kendine anlaşılmaz bir şeyler konuşuyor ve bazen de alenen sayıklıyordu.

Bu kararsız anların birinde;

“Aşk odu evvel düşer ma’şuka andan düşer âşıka
Şem’i gör kim yanmadıkça yakmadı pervâneyi.”

diye iki mısra döküldü dudaklarından. Artık bilmediği bu hâle her düştüğünde hemen bu mısralar geliyordu diline ve rahatlıyordu bir miktar da olsa. Yine bu sıkıntılı günlerinde yalnız kalmak istiyordu. Onun için de kuşluk vakti olmadan kendisini şehrin dışına attı. Çobanların bile nadir bulunduğu bir yaban bölgede boynunu eğmiş gayesizce dolaşıyordu şimdi. Bir an bir şeyler hissetti. Gözlerini kaldırınca da hislerinde haklı olduğunu anladı. Elli atmış arşın kadar mesafeden bir adamın kendisine doğru geldiğini gördü. Yaklaştıkça da adamın nurani ve temiz yüzlü birisi olduğunu anlamıştı.

Hafız Rüşdi, kanı kaynadığı bu adama bir an evvel yaklaşarak selam vermek istiyordu içinden. Bu dürtülerle daha da bir hızlandı. Kendi kendine; “Şimdi tam zamanı.” diyerek selam vermeye hazırlandı ama meçhul adam buna fırsat vermeyerek; “Ey Hafız! Sen ne doğru dersin anı ki;

Aşk odu evvel düşer ma’şuka andan düşer âşıka
Şem’i gör kim yanmadıkça yakmadı pervâneyi.”

dedi. Ketencizade Hafız Rüşdi Efendi daha kimseye duyurmayıp kendi kendine mırıldandığı mısralarını adamdan duyunca alt üst olmuştu âdeta. Öylece kala kaldı bir zaman. Bir ara uzanarak sarılıp öpmek istedi o mübarek elleri ama başaramadı. Gözlerini gözlerine direyerek; “Aşk odu düştü sana ki ondan sirayet etti bu câna. Ne olur efendim kulunuz köleniz olurum. Beni evlatlığa kabul edin ve kıymayın bana!” diyerek gözyaşı döktü.

Bir aralık rahatlayınca aklederek; “Siz kimsiniz; adınızı, sanınızı bağışlar mısınız?” diye sorabildi, karşısında durup onu kendine doğru çeken bu meçhul adama. Adam şefkatli bir eda ile; “Hacı Feyzullah derler.” dedi. Hafız Rüşdi boyun bükerek; “Ya beni kabul eder misin?” diye sordu tekrardan. Feyzullah Efendi; “Ne zamandır ki avcının av gözlediği gibi seni gözlerim ama yine de bir istihareye yat. Sonra gel bakalım âyine-i devrân ne gösterecek?” diye cevap verdi. Rüşdi; “Ya sizi nerede bulabilirim?” dedi. Feyzullah Efendi; “Karaköse mahallesindeki medresede.” karşılığını verip ayrıldı oradan.

Ketencizade, onun ismini önceden duyduğunu bir ara hatırlar gibi oldu. Şaşkınca arkasından bakarken; “Demek ki Feyzullah Efendi bu.” diye mırıldandı. Gözden kaybolana kadar da o şaşkınlıkla seyretti onu. Gözden kaybolunca da arkasından koşmaya başladı ama onun; “…bir istihareye yat…” sözünü hatırlayınca durdu. Kuşluk vakti yeni olmuştu. Ne zaman akşam olacaktı ki istihareye yatacaktı. Ayrıca bir de sabah olacaktı. Nereden bakarsan bak yirmi dört saat ederdi bu. Henüz tasavvufun o sabır terbiyesinden fazla nasiplenmemiş olan Hafız Rüşdi’nin bu kadar beklemeye tahammülü yoktu.

Zaman öldürmek için müezzini olduğu Kavak Camii’ne gitti. İki rekât namaz kıldıktan sonra Kur’ân-ı Kerim okudu. Sonra da tesbih ile meşgul oldu. Nihayet öğle olmuştu. Cemaatle birlikte namaz kılındıktan sonra o, aynı şekilde devam etti. Okumaya devam ederken uyku bir ara onu alıp götürdü ve gözleri kapandı. Kapanır kapanmaz da rüyalar âlemine dalıp gitti hemen. Gördükleri karşısında: “Allahım bu da ne!” diye bağırdı uykusunda. Köşelere çekilerek Kur’ân-ı Kerim okuyanlar ise müezzinin bu yaptığına bir mana veremedi.

O rüyasında Resûli Ekrem’i gördü. Ay yüzlü Nebiler Nebî’si, şefkat dolu gözlerle ona bakıyordu. Resûli Ekrem’in izinden yürüyerek kendisine doğru gelmekte olan birçok nurlu insanı daha gördü. Bu zâtların en arkasında da Hacı Feyzullah Efendi vardı. Onların da çehreleri hem parlak ve hem de çok güzeldi. Bir an onların sırasıyla “Silsiletü’z-zeheb’in nur halkaları, her birisi kandil-i nur-i Hüda, kadri şanı muâlla muhterem zâtlar” oldukları ilham edildi kendisine. Bu zâtlar önünden geçerek; “Bu durum devam ederken Âdem Rabbi’nden birtakım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.” mealindeki Bakara Sûresi’nin otuz yedinci ayetini okuyup sonra da göğe yükseliyorlardı. En son olarak da Hacı Feyzullah Efendi geldi karşısına ama o ayeti okumaya başlar başlamaz Hafız Rüşdi uyandı. Uyanır uyanmaz da gönlünü dolduran ilahi feyzin sıcaklığı ile hemen ayağa fırladı. Hiç vakit kaybetmeden doğruca Karaköse mahallesine doğru koşmaya başladı. Arkasından bakanlar şaşkınlıkla dudak büküp boyun burdu. Hafız Rüşdi, gençliğinin de verdiği enerjiyle kısa zaman içerisinde medreseye varmıştı. Gördüğünü anlatmak için aceleyle içeriye girdi hemen.
Hacı Feyzullah Efendi seccadesinin üzerinde yüzü kıbleye karşı oturmuş, hafif bir ses tonuyla Kur’ân-ı Kerim tilavet ediyordu. Hafız Rüşdi Efendi, heyecanlı olduğu için onun ettiği tilavetin hiç farkında olmadan elini öpmek için eğildi. Bu durumda hafızın kulağı Feyzullah Efendi’nin dudaklarına daha da bir yaklaşmıştı. Ancak o an Feyzullah Efendi’nin Kur’ân tilavet ettiğini fark etti. Hem de o rüyada okunduğunu gördüğü aynı ayeti uyandığında kaldığı yerden başlamak üzere aynı makamla tilavet ediyordu. Bu duydukları karşısında Hafız Rüşdi’nin bütün vücudu bir anda titremeye başladı. Şahit olduğu bu harikalar karşısında; “Ârife tarif olmaz!” diye düşünerek rüyasında gördüklerini ona anlatmaktan vazgeçti. Sadece başını eğdi ve öylece kala kaldı bir zaman. Bu saatten sonra Ketencizade Rüşdi Efendi, Şeyh Hacı Feyzullah Efendi’nin azat kabul etmez saliklerindendi artık.

Şeyhin elinde bir hamur gibi yoğrulmuş olan Ketencizade, işin sırrına erenlerdendi. O yüzden de şeyhi, Kisha’ya gittiğinde onun hasretine dayanamıyordu. O kadar dayanamıyordu ki Tortum yolu üzerine çıkarak onun köyünden gelen insanların gözlerini ziyaret ediyordu çoğu zaman.

Onlar; “Böyle ne yapıyorsun?” diye sorduklarında ise; “Sizin gözleriniz benim şeyhimi seyretti. Müsaade ederseniz ben de o mübarek simayı seyreden gözleri seyredeyim.” diyerek onların yüzüne bakıyordu. Yaz kış demiyor, çok kere yaya olarak yollara düşüyor, seksen kilometre yolu gidip ve dönüyordu. Feyzullah Efendi aynı zamanda da Ketencizade’nin hat hocasıydı. Şeyhinin himmeti ile kendisinin gayretleri onu iyi bir hattat yapmış ve bizzat Feyzullah Efendi’nin elinden hattatlık icazetini de almıştı. Ketencizade Hattat Hafız Rüşdi Efendi, aynı zamanda da çok iyi bir şairdi. Şeyhi Hacı Hattat Feyzullah Efendi için yazdığı ve ona beslediği duyguları en içten terennüm ettiği şiir şöyledir:

Erişir Peygamber’e feyz Hazreti Allah’tan
Ol dahî lutfun kem etmez ârif-i Billâh’tan
Sonra âlem feyz alırlar evliyaullahtan
Fark edince tâ fenâfillâh bekâbillâhtan
Behre-yâb olmak dilersen sen de feyz-ü Allah’tan
Gel talep kıl kutb-i âlem Şeyh Feyzullah’tan

Gavs-i a’zam Hazreti Şeyh Hâlid’in âzâdıdır.
Ol sebebden teşne dillerin katı sayyâdıdır.
Tâlib-i Hakk’a götürmek tâ ezel mu’tâdıdır
Çün hakîkat şehrine yol açmanın Ferhâdı’dır
Behre-yâb olmak dilersen sen de feyz-ü Allah’tan
Gel talep kıl kutb-i âlem Şeyh Feyzullah’tan

Gezme sahrâ-yı hevâda gel duhûl et râhına
İstifâda kıl edîbâne gelip dergâhına
Gâfil olma rabt-ı kalb eyle dil-i âgâhına
İhtiyâc ehli niyâz etmek gerekdir şâhına
Behre-yâb olmak dilersen sen de feyz-ü Allah’tan
Gel talep kıl kutb-i âlem Şeyh Feyzullah’tan

Nâr-ı aşkın ile şâhın kalbine urdunsa dağ
Mutlaka lutf u keremlerle olur dağ üstü bağ
Bî-nihâye mürde dil ihyâ kılıp ol yüzü ağ
Nicesin bezm-i visâle irdürüp itdi çerâğ
Behre-yâb olmak dilersen sen de feyz-ü Allah’tan
Gel talep kıl kutb-i âlem Şeyh Feyzullah’tan

Ağ olur yevm-i kıyâm vechin bu hâke süresin
Hem huzûr-ı kalb birle ayak üzre durasın
Okuyup ihlâs ile Seb’ü’l-Mesânî sûresin
Rûh-i pâkine hediyye kıl ki feyzin göresin
Behre-yâb olmak dilersen sen de feyz-ü Allah’tan
Gel talep kıl kutb-i âlem Şeyh Feyzullah’tan

RÜŞDÎ-veş ben tâ ezelden bu şeyhin hayrânıyam
Miskinim bî-çâreyim ammâ kulu kurbânıyam
Kapısında kelbiyem hem bende-i fermânıyam
Rûyuma bassın gelenler hâk ile yeksânıyam
Behre-yâb olmak dilersen sen de feyz-ü Allah’tan
Gel talep kıl kutb-i âlem Şeyh Feyzullah’tan

Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi: Şeyh Feyzullah Efendi’nin önde gelen müridlerinden birisi de Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi’nin babası ve hocası Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi’ydi. O aslen bir yetim olmasına rağmen annesinin gayretleriyle Erzurum’daki en iyi hocalardan iyi bir tahsil gördü. Bunlarla da yetinmeyerek tahsilini ilerletmek için İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı. Gayesi Trabzon’a varıp oradan da deniz yoluyla payitahta varmaktı.

Bin bir güçlükle Of’un Şinek köyüne geldi. Önceden hocalarından duyup adını bildiği için önüne gelen ilk adama; “Abbas Efendi’nin evi nerede?” diye sordu. Adam, onun yabancı olduğunu bilmediği için hayretle; “Abbas Efendi’nin evi hiç bilinmez mi yahu!” diye sitem etti. Sonra hafif sola dönerek; “Bak şu karşıdaki ahşap bina.” dedi ve yürüyüp gitti. Hüseyin Efendi, gösterilen eve vardığında aradığı adamı tam da kapının önünde buldu. Abbas Efendi, oracıkta öylece durmuş onu bekliyor gibi bir tavır takınarak gözünü yola dikmişti.

İlk görüştüklerinde sanki yıllardır tanış biliş gibiydi ikisi de. Birbirlerine bakışları öyle anlamlıydı ki adeta hayran olmuştu her biri yekdiğerine. Günlerce birlikte içeri kapandılar ve derin musâhabeler oldu aralarında. Onlara halk da katılırdı bazı zaman. Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi bir yıl kaldı orada.  O Allah dostunun tavsiyesi üzerine İstanbul’a gitmekten vazgeçerek tekrar döndü Hasankale’ye. Döndüğünde Kındığı köylülerinin aşırı talepleri üzerine imam bu köye yerleşti. İmamlık görevini yerine getirdikten sonra, kalan bütün mesaisini talebe yetiştirmeye harcıyordu. Zaten en çok sevdiği iş de buydu onun ama diyorlar ki; “Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi, daha Of’un Şinek köyündeydi. Abbas Efendi o zaman ona, Ketencizade’nin kasidesine benzer sözlerle; ‘Anlaşılıyor ki sen nasip almak diliyorsun feyz-ü Allah’tan!’ dedikten sonra, şahadet parmağıyla Erzurum’u gösterip; ‘O zaman git talep kıl orada Şeyh Feyzullah’tan!’ demiş ve o dergâhı işaret etmişti.”

Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi, hilkaten var olan o iç âlemindeki manevi zevkin tesiriyle hep münzeviliği tercih ediyordu. Artık gözünü uzaklara diktiği için, Kındığı köyündeki imamlık ve talebe yetiştirmek de tam olarak tatmin etmiyordu onu. İnzivadayken, yalnız başına kalıp düşünceye daldığında veya bir dalgınlık anında Abbas Efendi’nin hayali karşısındaydı. Her seferinde de; “Anlaşılıyor ki sen nasiplenmek diliyorsun feyz-ü Allah’tan!” sözleri kulağında çınlıyor, arkasından da kuzeybatıyı göstererek; “O zaman git talep kıl orada Şeyh Feyzullah’tan!” diye telkinde bulunuyordu. Kendine geldiğinde ise onun gösterdiği tarafa bakıyor ha bakıyordu. Bugünlerde her şey orayı işaret ediyor ve hep o Feyzullah Efendi Dergâhı gösteriliyordu ona. Rüzgâr bile o taraftan esiyor, esintiler onun ve o beldelerin kokusunu taşıyordu tâ oralardan buralara. Bu da yetmiyor, Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi uykudayken de uyku ile uyanıklık arasında iken de dergâh sıkça gözünün önüne geliyordu. Abbas Efendi ise o mekânı ona uzaktan göstererek; “Gafil olma! Git talep kıl orada Şeyh Feyzullah’tan!” diyordu her seferinde. Bu yüzden de daha fazla dayanamadı mana âlemindeki bu ısrarlara. Zamanın şartlarına göre uzun sayılacak yolları tepmeyi göze aldı. Abbas Efendi’nin telkinlerine uyarak gitti o dergâha. Nihayet Şeyh Feyzullah’a intisap ederek talep kıldı o makamdan.

O dergâh ve o sima rüyalarında, bazen de uyanıkken onun gözünün önüne çok gelmişti. O kadar gelmişti ki ilk gördüğünde dahi birçok kere görmüş gibiydi sanki. Yine Abbas Efendi’nin telkinleri üzerine nasip almak için feyz-ü Allah’tan şimdi ciddi gayretler gösteriyordu o dergâh-i Feyzullah’ta. Bu gayretleri sonunda da kısa zaman içerisinde baş halifelerinden oldu onun.

Şeyh Feyzullah Efendi halifesini ziyarete gitti bir ara. Böyle bir ziyaretten çok memnun olan Hâce Gedâ-i Hüseyin Efendi de şeyhinin bu ziyaretinden duyduğu memnuniyeti ifade etmek için şu şiir ile onlara hoş geldin dedi:

Daha genç denecek bir yaşta, altmış beş yaşlarındayken dünyadan göçen Şeyh Hacı Hattat Feyzullah Kishavi Hazretleri’nin mezar taşını da yine Ketencizade Hattat Rüşdi Efendi:

“Ağla ey dîde sirişkin döne ta kim nehre zer dola nâr-ı firâkıyla dahi bu cehre.. Yani kim kutb-î zaman Hazreti Şeyh Feyzullah bu fenâdan gitti gideli geldi elemler dehre. Kendini ebr-i saadette nihân eyleyeli gaflete battı cihan. Geldi hacâlet mihre rûh-i pâkına. Oku fatiha ihlasla kim bulasın bahri hakikatte özen pür-behre…” şeklinde yazdı.

* Muammer Akpınar tarafından hazırlanmakta olan bir romandan alınmıştır.

**Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2013 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort