JoomlaLock.com All4Share.net

ASLA SADECE SİYASİ OLARAK DÖNÜLMEZ, ASLA ÖNCE İMANİ OLARAK DÖNECEĞİZ

Asla Sadece Siyasi Olarak Dönülmez, Asla Önce İmani Olarak Döneceğiz - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 126 - Haziran 2018

 

Asla Sadece Siyasi Olarak Dönülmez, Asla Önce İmani Olarak Döneceğiz

 

İmam Rabbani hazretleri ihvanı bir ağaca teşbih etmiş. İmam Rabbani hazretlerinden konu açıldı ondan bir şey nakledeceğiz… İmam Rabbani hazretleri diyoruz… Dört yüz senedir bütün cihanı aydınlatıyor. Şark da ondan aydınlanıyor, garp da ondan aydınlanıyor, şimal de aydınlanıyor cenup da aydınlanıyor. Dünyanın dört bir tarafı İmam Rabbani’nin yazdığı eserlerden özellikle Mektubatı’ndan istifade ediyor. Farklı eserleri de var ama en meşhur eseri Mektubat. Çünkü Mektubat bir hazinedir. Mektubatın içinde çok farklı konulara ait bilgiler vardır. Fıkha dair, akaide dair, ahlaka dair, siyasete dair… İslam’ın çok farklı meselelerini izah eden nasihatler var Mektubat’ın içinde, bu yüzden çok kıymetli bir eserdir. Peki, biz de okuyabilir miyiz? Elbette, herkes okur ama her okuyan Mektubatı anlayamaz. Mektubat böyle âlim, fadıl, kâmil bir insanın okuması ve onun izahlarıyla birlikte olursa istifade edilir. Çünkü içinde ağır gelebilecek, izaha gerek duyulan, tevil gerektiren, teşbihe dayalı meseleler de vardır. Onları biz kafamıza göre anlamaya kalkarsak yanlış olur. Bu anlamda Mektubat’ın herkes tarafından okunması uygun değildir. 

Geçen bir videoda gördüm kabristanda cenazeye meal okuyorlar. Ama nasıl ki aşırları kıraat üzere okuyoruz, meali de öyle okuyorlar. İlahi, kaside söyler gibi kabristanda meal okuyorlar. Hani “gemi azıyı alma” diye argoda bir söz vardır, gemi tamamen azıyı almışlar. Cenazelerde kaside şeklinde meal okuyorlar. Yakında Türk sanat müziği de söylerlerse şaşmayın. 

Bu neden kaynaklandı: “Kur’ân herkese geldi, Kur’ân’ı herkes anlayabilir. Herkes Kur’ân’ı okuyabilir, bir başkasına gerek yok.” diyen Kur’ân Müslümanlığı anlayışından. O bir başkası kim, Hazreti Muhammed aleyhissalatu vesselam… 

Arkadaşlar okuduğu gazete makalesini bile anlamaktan aciz insan var. Okuyor ama makalenin ana konusu ne bunu anlayamayabiliyor. Bu ayıp bir şey değil. Adamın konusu değildir, ilgi/sevgi alanı değildir, meseleye yabancıdır, bugüne kadar o konu dikkatini çekmemiştir o yüzden anlamayabilir. Sıradan, kendi gibi birinin yazdığı bir makaleyi anlayamayan bir insan mutlak hikmet olan bir Kitab’ı ilk okuduğunda anlaması güç bir şeydir... Bu yüzden Mektubat da hikmeti anlatan bir eserdir, dolayısıyla hakim biri tarafından okunması, izahı, tevili, tefsiri gerekir. Tasavvufi eserlerin birçoğu böyledir…

İmam Rabbani buyururlar ki, insan bir ağaç gibidir. Ağaç belli bir müddet sulanmazsa, bakım yapılmazsa kurur. Meyve vermez, odunluk olur zaman içinde. İnsan da belli bir müddet sohbetlere, muhabbetlere, ilim irfan meclislerine devam etmezse kalbi katılaşır. Kalbinde gaflet arız olur. Manadan, hakikatlerden uzaklaşmaya başlar. Zaman içinde kuruma gösterir. Sohbet hayattır, muhabbet hayattır. Her şeyin temelinde dürüst bilgi, temiz bilgi vardır. Bilgi sohbetle aktarılır. İnsan sohbete devam etmeyince bilgisiz kalır. Bilgisiz kalan ilgisiz kalır. İlgisiz kalan sevgisiz kalır. Sevgisiz kalan uzaklaşır. Sevgiden mahrum olan her şeyden mahrum olur. 

Nakşibendi yolu sohbeti esas almıştır. “Hayır cemaattedir, cemaat de sohbettedir.” buyurur, bu yolun kurucusu sayılan Şahı Nakşebendi Hazretleri. Hayır cemaattedir/topluluktadır, topluluğun vasfı ise sohbettir. 

Demek ki bir hakikat üzere bir araya gelmeyen topluluklar cemaat değildir. Cemaat olabilmek için de ehli dert, ehli sohbet, ehli muhabbet olmak lazım. Çünkü cemaatleri birbirine kaynaştıran şey muhabbettir, sevgidir. Sizi burada tutan şey sevgidir, sevmeseniz burada olmazsınız, bir sevginiz, bir ilginiz var ki buradasınız. Ama bu sevgiyi de besleyecek bir gıdaya ihtiyaç var, o da sohbet, muhabbettir. Nakşibendi usulü kısa ve kesedir. Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) böyle buyurmuş. Yani kâinatta insan sayısı ne kadarsa ve bu insanların alıp verdiği nefesler ne kadarsa o kadar usul vardır. Ama bunların en kese ve kısasını Nakşibendiler tespit etmiş, onu uygulamışlar.

Sevgi olmazsa hiçbir şey olmuyor… Biz bu sabah yoldaydık, uçağımız saat 06:00’da kalktı. Medine-i Münevvere’de de sabah namazı tam 06:00’da kılınıyor. İslam fıkhına göre vasıtanın içinde namaz kılabilmemiz için vasıtanın hareket halinde olması lazımdır. Duran vasıtada kıble tespiti şarttır. Duran uçağın içinde kıble tespit edip kıbleye yönelmek zor olabilir. Kıble istikameti müsait olmayabilir. Ama hareket halindeki vasıtanın gittiği yön kıbledir, öyle kabul edilir ve namaz kılınır. Vasıtanın gittiği yöne doğru namazını kılarsın. Ama vasıta durdu mu kıble tespiti şart olur. 

Uçak hareket etti, biz namazları uçağın içinde kıldık. Uçakta kalabalık var ve bunların hepsi umreden dönüyor, umreci… Çoğu sabah namazını kılmadılar... Umreye gittiler, Allah’ın Kâbe’sini ziyaret ettiler, Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) mübarek Ravza’sını ziyaret ettiler, belki saatlerce Hacerülesved’i öpmek için beklediler. Saatlerce Ravza’da Cennet Bahçesi’ne girebilmek için beklediler. Ama namaz kılmadılar...

Şimdi ne diyelim? Allah kabul etsin diyelim mi? Eder mi sizce? Önümüzde, sağımızda, solumuzda oturanlar vardı, baktık hepsi uyuyor. Sabah namazı bize uçakta gelecek, abdestimizi muhafaza edelim, namazımızı uçakta kılalım, diye bir endişeleri olmadı. Namaz diye bir dertleri yok? Ama umreye gelmişler. Turistik bir seyahat! 

Niye bunlar bu haldeler? Soh-betsizlik… Manevi bereketsizlik… Allah’ı sevememişler ki O’na hizmet etmeyi, O’na ibadet etmeyi, kulluğu sevsinler... Bunlar Allah’ı sevenin işi. Kılamadım, kılamadım; sorun yok. İndim mi kaza ederim, her şeyin kolayı var.

Bugün maalesef Müslümanlar sunileşmişler... Sunnilik ayrı, sunilik ayrı. Gerçi bugün sunniler de sunileşmiş bu çok acı bir şey. Sunni, biz Müslümana diyoruz, sunni ehlisünnet anlamındadır. Ehlisünnet inancını, amelini, ahlakını taşıyan insanlara sunni denilir. Suni, yamama, yakıştırma… Siz argoda çakma diyorsunuz. Çakma müslümana suni denilir. Yapay; asliyeti, hakikati olmayan. 

Evet, bugün maalesef Müslümanlar, sunniler sunileşmişler. Umreye gidiyoruz ama namaz kılmıyoruz. Umreye gidiyoruz ama umreden döndükten sonra ki yaşantımız eski tas eski hamam. Tası değiştirmiyoruz, hamamı değiştirmiyoruz. Burada nerden bıraktık oradan devam ediyoruz. 

Havaalanında dikkatimi çekti, umreden geliyorlar; kadın erkek bir muhabbet, kanka olmuşlar… Ya Rabbi insan mahremiyle öyle muhabbet etmez, öyle muhabbetleri var. 

Bunlar ehli sohbet olsalardı o sohbetin bereketiyle dinlerini öğre-neceklerdi. Hakkı batılı, helali haramı, doğruyu yanlışı öğreneceklerdi. İslam’da kadın ne erkek ne, kadın ile erkeğin ilişkisi ne, İslam’da arkadaşlık hangi boyutlarda, karşıt cinslerin arkadaşlıkları nasıl, bunları öğreneceklerdi. Namazın önemi ne, “Namaz bu dinin olmazsa olmazıdır!” bunları öğreneceklerdi. Ama maalesef… 

Bunlar bunu öğrenmişler: Güna-hımız çok, Kâbe’ye gidelim bir tevbe ederiz, tavaf ederiz birkaç bardak da zemzem içer yıkanırız, tamam oldubitti. Peygamberimize de geliriz bunu mühür-lettiririz orayı da ziyaret ederiz bir “Şefaat Ya Rasulallah!” deriz işimiz tamam olur...

Ağacı kurutmayalım arkadaşlar. Kur’ân’ın müjdelediği o ağaç gibi olalım. Aslımız hidayet üzere, istikamet üzere sabit olsun ahlakımızdan, amelimizden, irfanımızdan, fikriyatımızdan, yaşantı-mızdan başta ailemiz çoluk çocuğumuz, anamız, babamız vesaire sonra çevremiz istifade etsin, örnek olalım. 

Bir Müslüman cihana bedeldir. Bu sözü değiştirmişler şimdi, bir Türk dünyaya bedeldir diyorlar. Bu o sözün yalanı. Müslümanlar, her yalanın arkasında bir gerçek vardır. Gerçeği olmayan bir şeyin yalanı da olmaz. Misal şu bardak bir cisim, bir madde; eğer bu cisim yoksa gölgesi olmaz. Eğer gölge varsa o gölgeyi oluşturan bir gerçek cisim var, bir madde var. Kâinattaki cari ilahi kanun böyle. Hakikat yoksa yalan da yok. Her yalan bir doğrunun habercisidir. O yalan bir doğrudan neşet etmiştir. Bu yüzden bir Türk dünyaya bedel sözü yalandır. Hiçbir Türk dünyaya bedel değildir. Dünyaya bedel olan dünyadan kıymetli olan imandır. Bir mümin cihana bedeldir. Niye; Allahu Teâla buyuruyor da ondan.

وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ - Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmrân, 139)

Siz müminseniz cihana bedelsiniz buyuruyor Allahu Teâla. En üstün sizsiniz. Gerçek anlamda iman etmişseniz siz dünyalardan kıymetlisiniz. Bu Türk olsun, Kürt olsun, Arab olsun, Laz olsun, Çerkez olsun, önemli değil. Şart mümin olmak, iman etmek. Hakikat bu, gerçek bu. Bu sözün yalanı; bir Türk dünyaya bedeldir. 

Şimdi suni Müslüman varsa, az önce açıkladığımız şekilde, bu yalandır; ama hakikati var; hakiki Müslüman var. Olmasa sunisi de olmaz. Gerçek Müslümanlar var, gerçek müminler var. 

Biz o gerçeklere tabi olalım. Onun için ehli sohbet olalım, ehli yakîn olalım, ehli irfan olalım. Sohbetten mahrum olursak nimetten, hikmetten, himmetten, nispetten, letafetten, güzelliklerden mah-rum oluruz. 

Büyükler buyurmuşlar ki gözden uzak olan gönülden de uzak olurmuş. İstisnai durumlarda farklılık arz eder ama genel kaide budur. Birbir gözümüzden uzak olmayalım. Birbirimizi tez tez görelim, görüşelim. 

İşte sohbet buna vesile… Üzüm üzüme baka baka kararır, der ecdat. Hazreti Sultanımız “Yüzün yüzüme baka baka kararır.” buyururdu. O üzüm demezdi direk “yüzümüze” derdi; yüzün yüzüme baka baka kararır. Yani karşı karşıya geliriz, seni nazarımızla, himmetimizle, manevi tasarrufumuzla olgunlaştırırız. Yüze bakmaktaki kasıt bu. 

Sahabe böyle olgunlaşmış. Bir kez Rasulullah’ın aleyhissalatu vesselam yüzünü görmek… Sahabe olma şartı bunu gerektiriyor. Yoksa Veysel Karani gibi yansan yıkılsan, dünyanın kutbu olsan, derecende hiç kimse olmasa O’nun yüzüne bir sefer bakmış olmanın faziletini tutmuyor. Peygamberle yüz yüze, göz göze gelmenin faziletini tutamamış Veysel Karani, canımız ona kurban. Aşkı dillere destan ama bize hep Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin hikâyeleri öğretmişler. Hiç Veysel Karani’yi tanımamışız, onun aşkından haberimiz olmamış. Âşık Veysel Karani yerine Kerem ile Aslı’yı dinlemişiz. Biz yalan masallar dinlemişiz, Hazreti Ebubekir’in aşkını bir dinlesek, Ali’nin aşkını bir dinlesek, Sevban’ın, Ammar, Yasirlerin, Hazreti Sümeyyelerin aşkını bir dinlesek… Veysel Karani’nin, Geylani’nin, Rabbani’nin… bunların aşklarını öğrensek, bir tanısak… Nasıl aşk imiş onlarınki, nasıl bir sevda imiş? Ya Rabbi bizi gerçeklerden mahrum etme! Bize gerçeklere giden yolları ardına kadar aç Ya Rabbi!

Bu masalları dinlediğimiz için biz de hep Leyla ile Mecnun’a özenmişiz, şiirlerimizde de hep onları konu almışız, yazılarımızda hep onlar konu olmuş. Sahabe… Nasıl sevmişler Peygamberi, nasıl sevmişler Allah’ı, nasıl can vermişler Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Mute’de? Aşkın kurbanı hepsi… 

Bir sefer karşılaşmanın, yüz yüze gelmenin, sohbetinde bulunmanın ecrine, feyzine, bereketine, aşkına hiç kimse erişememiş. Bunun için sohbet önemli. Sohbette manen Rasulullah var, sahabe var, evliya var, var, var… 

“Hocam biz görmüyoruz!” Biz neyi görüyoruz ki? Biz burnumuzun dibini görmüyoruz. Allah Rasulü gayret etseydiniz görürdünüz, buyuruyor. Me-lekler sarılır sizi kucaklardı. Öyle sohbet etseydiniz, meleklerle musafahalaşırdınız, onlarla sarılır kucaklaşırdınız. Sokaklarda sizleri selamlarlardı, evlerinize gelir döşeklerinize otururlardı, buyuruyor. Görmüşler, görenler olmuş. Sahabe Cebrail’i görmüşler. Yakışıklı, güzel, tertemiz, pir u pak bir genç şeklinde defaatlerce görmüşler. Efendimiz’in meclisinde görmüşler. Hazreti Cebrail’le Hazreti Mikail’le çarşıda alışveriş yapmışlar. Hazreti Ali’nin meşhur at hikâyesi vardır. Cebrail’den atı almış, Mikail’e satmış. O ne Cebrail olduğunu biliyor, ne Mikail olduğunu. Vatandaşın birinden alıyor, öbür vatandaşa satıyor. Sonra geliyor ki Efendimiz ona buyuruyor; atı sana satan Cebrail’di, atı senden alan Mikail’di... 

Söyle arkadaşını, söyleyeyim kim olduğunu… Cenabı Hak ayeti kerimede buyuruyor: Arkadaştan sorulduğunda o mahşer gününün dehşetinden niceleri diyecek ki: “Keşke ben filanları dost etmeseydim!” Ben filancalarla birlikte olmasaydım. Filan adamla oturup kalkmasaydım. Ama o keşke fayda etmeyecek. İşte o keşkeyi demeden burada kiminle oturup kalkıyorsun ona dikkat et. 

Ali Haydar Efendi cennetmekân, güzel buyurmuş: “Arkadaşına daima şeriattan sohbet et. Arkadaş olduğun kişiye Allah’ın emirlerinden bahset. Onunla dini muhabbet et. Eğer dinlerse sen huzur bulursun o da kurtulur. Yani o sohbetleri dinler uygularsa onun kurtuluşuna sebep olursun, onun hayatı kurtulur; sen de Allah yolunda hizmet ettin diye huzur bulursun. Yok dinlemezse o sıkılır bırakır gider, seninle daha arkadaşlık yapmaz. Sen ondan kurtulursun...”

Seviyesini gözet, fil lokmasını karıncaya verme ama sohbet et. Arkadaşını sohbete getir, bak ki tavrı ne? Senin ortamlarına nasıl bakıyor? Ama sen arkadaşını sohbete getireceğine arkadaşın seni eğlenceye götürüyor. 

Uçakta tembih ediyorlar: Uçağa binip ta havaalanından çıkıncaya kadar tütün ve tütün mamulleri yasaktır. Uçakta, havaalanında, orada burada içirmiyorlar. Subhanallah, Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de lüks otellerde ve lüks şirketler hacıları hurma bahçelerine götürüp nargile partileri tertipliyorlar. Umre’de!.. Hacılara tesbih vereceğine, zikir halkaları düzenleyeceğine nargile partileri yapıyorlar. Bu ne hale geldiğimizi, meseleleri nereye vardırdığımızı gösteriyor. Hani sistem İslamlaşıyor, güzelleşiyor, ne güzel, diyoruz ya sistem İslamlaştıkça sanki tam zıddı biz İslam’dan uzaklaşıyoruz. Nasıl bir imtihan bu ya Rabbi? Eskiden devlet zalimdi, devlet kâfirdi halk İslam’a sarılıyordu. Subhanallah, şimdi devlet İslamlaşıyor, halk İslam’dan uzaklaşıyor. Adam umrede nargile partisi veriyor hurma bahçelerinde. 

Arkadaşlıklar, sohbetsizlikler… 

Deve sütü ikram ediyorlar, barbekü yapıyorlar, kadın erkek karışık! Şeriatın nazil olduğu mekânlarda şeriatın ihlal edilmesi, düşünebiliyor musunuz bunu? Kur’ân’ın nazil olduğu ortamlarda Kur’ân’a muhalefet… 

Kur’ân, kadın “Tepeden tırnağa örtünsün!” buyururken umrede tavaf yaparken Kâbe’nin etrafında kadınların ayakları çırılçıplak, ayakları açık. Yüzler alabildiğine açık, gerdanlar açık. Makyaj o biçim, yüz boyası mı, göz boyası mı ararsın; beğen beğen al. 

Şuurlanma var diyordum, gençler umreye gidiyor diye seviniyordum meğer mesele farklıymış, seyre gidiyorlarmış. Baktım ki bütün bekâr gençler gelir buradan kız beğenir. Eskiden bizde, Karadeniz’de, bekâr erkekler düğünlere giderdi, düğünde evleneceği kadını belirlerdi… Ben de ümitleniyordum ki gençler şuurlanıyor, ihlaslanıyor, erken erken umreye geliyorlar… Mesele farklıymış. 

Allahım bizleri senin konuşulduğun, zikredildiğin, razı olduğun sohbetlerden mahrum etme. Emrinin talim edildiği, emrinin yaşanılıp yaşatıldığı sohbetlerden bizi uzak bırakma Ya Rabbi… 

Kimse bizim evdekilerin, ailele-rimizin, ihvanımızın Türk olduğuna inanmıyor. Oralarda bizimkileri Arap zannediyorlarmış. Bazıları bizimkilere ziyaretlerde ayrımcılık tanıyorlarmış. Kıyafetlerinden dolayı, bunlar da Arab diye önden alıyor, özel alıyor… Bayan polisler Kâbe-i Muazzama’da peşlerine koşuyorlar, durduruyorlar, üstlerine tutuyorlar… Çarşaf giyiyorsun, elin eldivenli, nasıl Türksünüz, diyorlarmış. Diğer Türkleri gösteriyorlar, bakın onlar da Türk, hepsinin yüzü açık hepsinin üzerinde çiçekli gecelikler, elbiseler var, yatak pijamasıyla her yerleri meydanda gelmişler. Onlar da Türk, sizler de Türk?.. Siz Türk değilsiniz, başka bir milletsiniz, diyorlarmış. Elbette, biz önce Müslümanız sonra Türküz. Müslümanız Elhamdülillah. İslam ne buyurmuşsa onu yapmaya gücümüz kadar gayret ediyoruz. 

Allah’ın farzını bırakmışız modanın tarzına göre giyiniyoruz. Tarz mı, farz mı seçim yapacağız. Allah’ın farzı mı yoksa zamanın tarzı mı? Havadis mi ehadis mi, seçim yapmak zorundayız. 

Farkında değiliz muhteremler, hep dışarıya bakıyoruz, cazip görünüyor bize. Dışarıyla aşırı meşgulüz içeriyi unutmuşuz, gün be gün zayıflıyoruz. Gün be gün hakikatlerden taviz vere vere ortada hakikat diye bir şey kalmayacak. Ahlak sıfırlanıyor Müslümanlarda, ahlak-sızlık artıyor. Mahremiyet tamamen tahrif edilmiş, erkek bayan iç içe artık… Hocası, hacısı hep böyle. Müftüsü, âlimi, vaizi, şeyhi bakıyorsun kadınlarla iç içe. Tokalaşmalar vesaireler artmış. Tesettür kalmamış Müslüman hanımlarda. 

Eskiden daha yaygındı, hamdolsun, şimdi git gide azaldı; bakıyoruz, Haremi şerifte on iki, on üç yaşında kız, tamamen pantolonlu üzerinde hiçbir şey yok, başı açık tavaf ediyor... On üç yaşında kız baliğ olmuş, renklenmiş. Açıklık Müslümanlarda da çoğalmış, takva örtüsü kalmamış. Kadınların bütün hatları belli, o kadar dar elbiseler giyiyorlar. Tavaftaki giyim kuşamlar allı pullu, nakışlı, dikkat çeken, özellikle kalbi zayıf kişilerin bütün huşusunu, ihlasını bozacak şekilde. Bunlar bizim hanımlarımız. İslami kıyafet azalmış tamamen. Bakıyorsun adam hanımını Allah’ın emrettiği gibi güzel örtmüş, yanında kızı var, kızı… Sanki tesettür anneye farz, kızına değil. Anne Kur’ân’a göre örtülü, kız modaya göre örtülü. Bu ne lahana turşusu ne perhiz… 

Kadınlarımız bu halde; erkeklerimiz hakeza. Erkeklerde de İslam tesettürü yok. Haremi şerifte giydikleri kıyafetlere bakıyoruz, insanın evinde, çocuğunun yanında bile öyle durması caiz değil. O kadar dar eşofmanlar giyiyorlar, her yerleri meydanda. Kâbe’desin sen yahu. Bazen öyle oluyor ki kalabalıktan dolayı kadın ve erkek tamamen birbirine yapışıyorsun. Erkeklerde de tesettür tango... 

Ehlisünnet dediğimiz, sünnete de bağlı dünya devletlerinden geçmişte Afganistan, Pakistan vardı, şimdi bakıyorsun Pakistanlılar da aynen bizim gibi, onlar da çok bozulmuş. Müslümanların yüzde sekseninde sakal yok, sarık yok, kalmamış kimsede. Herkes atmış. Erkeklerde de başı açıklık çoğalmış. Namaz kılarken kimsede takke yok… Niye? Ne oldu bize? Sahabeden günümüze tabiin, tebei tabiin, Selçuk-lumuz, Osmanlımız hep böyleyken; ecdadımızın mezarları, sandukaları bile sarıklıyken biz şimdi bu hale nasıl geldik, nasıl başı açık namaz kılıyoruz? Nasıl dandik kıyafetlerle namaz kılıyoruz? Niye böyle olduk, niye aslımızdan bu kadar koptuk? İslam’dan ne zarar gördük? Veya laiklikten, sekülerizmden ne faide gördük, nasıl bir katkı sağladılar bize, ne verdiler bize? Sarığı, cübbeyi ne ile değiştik biz arkadaşlar? Acayip acayip montlar giyiyoruz. Niye böyle olduk? 

Bizim çocukluğumuz öyleydi, bırakın namazı dedelerimizin, büyük amcalarımızın yanına bile takkesiz çıkmak ayıp sayılırdı, başımızı örterlerdi. Sofrada otururken bayanlar da, erkekler de başlarını örterdi. Baş açık yemek yemeyi Allah’ın nimetine tazimsizlik, hürmetsizlik sayarlardı. Şimdi namaz kılarken bile başımızı örtmüyoruz. Cebimizde iş ilanları var, reklamlar var, güzel makaleler var diye icabında iki üç günlük gazete taşıyabiliyoruz ama cebimizde bir takkemiz, cebimizde bize Allah’ı hatırlatacak bir küçük namaz tespihimiz olmuyor... Niye Hakkani, Rabbani olan şeylerden bu kadar rahatsız olmaya başladık? Kendimizi biraz muhasebe edelim, bir sorgulayalım: Bu işin sonu nereye gidecek. 

Aslımıza dönmemiz lazım. Asla böyle dönülür. Asla sadece siyasi olarak dönülmez, asla önce imani olarak döneceğiz. İman noktasında aslımızı bulmadan, irfan noktasında aslımızı bulmadan başka konulardaki asla dönüşlerin hepsi suniliktir, taklittir. 

Bakın Suudi Arabistan seksen sene önce “sözde” şeriata dönmüştü, sözde aslına dönmüştü. Ama insanların kalbi dönüşmediği için şimdi geldikleri nokta “Ilımlı İslam.” Gayri İslami hayat Suud’da o kadar revaç bulmuş ki yakında Mekke-i Mükerreme’nin, Medine-i Münevvere’nin de Kudüs gibi Yahudilere teslim edildiğini görürseniz şaşırmayın. 

İran… Aslına dönmüştü… Otuz, otuz beş sene önce şeriat dedi, aslına döndü. Önümüzdeki sene İslam rejimi kaldırılır İran’dan. Orası da Amerikan mandası haline gelecek. Niye, gönüller dönüşmediği için. Suni dönüşümler kalıcı olmaz, eskisinden beter duruma gelecekler. 

Şimdi seviniyoruz Türkiye de İslamlaşıyor diye ama gerçekte öyle mi? Ne kadar İslami hayat yaygın? Bakın Müslümanlara, Müslümanların arasındaki birliktelik, kardeşlik, muhabbet, İslam’a olan bağlılık, haramlardan sakınma ne kadar yaygın bizde? 

Gençler camileri dolduruyor, güzel… Camiden çıkınca nereye gidiyorlar, ona bakın? İmam Rabbani buyuruyor ki: “Karganın uçtuğuna şaşma, bak ki sonra nereye konuyor?” Karganın konduğu yer önemli. Genç, camiden çıkınca nereye gidiyor? Kafeteryaya gidiyor, bilardo salonuna, nargile salonuna gidiyor. Meşru bir işi, mesaisi yoksa nereye gidecek… Sohbete, irfan meclislerine, dinini öğrenebileceği yerlere gitmeli. Allah’ın razı olduğu yerlere gitmeli. Şeytan sanki caminin kapısında onu bekliyor, camiden çıkınca onunla arkadaş oluyor. Camide cemaatle arkadaş, saf safa omuz omuza, dışarı çıkınca şeytanla birlikte. Buna dikkat etmeliyiz. 

Bu yüzden meselenin rehavetine kendimizi kaptırmayalım. Emin olun, Tayyip Erdoğan -lâ teşbih- sahabe olsa, öyle bir imkân olsa ona sahabe fazileti verilse… Allah ömrünü uzun kılsın, hayrını çoğaltsın inşaallah, muhafaza buyursun onu… Sahabenin faziletini verseler vallahi bizi kurtaramaz. Biz kurtuluşu istemedikçe, biz Allah’ın kurtuluş ipine sarılmadıkça Tayyip Erdoğan bizi kurtaramaz. Tayyip Erdoğan’ın Müslümanlığı kendine. Biz böyle onun da başını yeriz. Bizim cürmümüz, bizim günahımız, onun da başını yer. 

Şimdi Müslümanlara bakıyorum: “Destek olalım, destek verelim…” Tamam… Nasıl yapalım bu işi? Nasıl destek olunur? Destek sadece ona oy vermekle veya her yaptığı işi alkışlamakla mı olur? Hayır, bu destek değil. Destek, kendi halimizi değiştirmekle, tevbede samimi olmakla, istikamet üzere bulunmakla, Tayyip Erdoğan’a ve bütün Müslümanlara dua etmekle... Emri bilmarufu nehyi anilmünkeri ayakta tutmakla, insanlığın ahlakı için çalışmakla… Destek böyle olur. 

Sahabeden birisinin Rasulullah’a (aleyhissalatu vesselam) bir hizmeti dokunuyor. Bir meselede yardım ediyor Efendimiz’e. Efendimiz de ona soruyor: “Niye böyle yaptın? Bu senin işin değildi, yapmaya da mecbur değildin, niye Bana yardım ettin, niye bu işi yaptın?”

O sahabe de buyuruyor ki: “Ya Rasulallah mahşer gününde, o zor günde de Siz bana yardım edesiniz.” diye yaptım. “Bugün burada ben Size yardım ettim ki yarın ahirette, anamın bile benden kaçacağı, babamın beni tanımayacağı o günde beni tanıyıp bana yardım edersiniz diye… Beni o zorluktan kurtarasınız, bana şefaat edersiniz diye yaptım...” 

Allah Rasulü tebessüm edip sahabeye buyuruyor ki: “Sen bunu kimden öğrendin, nerden öğrendin ki Ben sana yardım edebileceğim?” 

Sahabe de diyor ki; bunu bana Allah öğretti ya Rasulallah. Rabbim söyletti, gönlüme böyle geldi. 

Efendimiz ona buyuru-yor ki: “Peki, ama sen de çok secde ederek yani ibadet ederek Bana yardım et, Benim işimi kolaylaştır.”

Ben sana Mahkeme-i Kübra’da yardım edeceğim, ama sen de Allah’a çok secde ederek, çok ibadet ederek, kulluk yaparak Benim işimi kolaylaştır, sen de Bana yardımcı ol. 

Demek ki destek böyle oluyor, öbür türlü köstek oluruz. Kulluğumuzu tam yapmaya gayret edersek Hakk’ı Hak görüp ona ittiba etmekle, batılı batıl bilip batıldan sakınmakla; helal zor olsa da pahalı olsa da helale riayet etmekle, haram kolay zahmetsiz olsa da nefsimize hoş gelse de ondan uzak durmakla destek olmuş oluruz.

24.12.2017/İstanbul

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort