JoomlaLock.com All4Share.net

ALİ YAKUB CENKÇİLER

ALİ YAKUB CENKÇİLER
(1913-1988)
Cenabı Hakk’ın kulları hakkındaki takdiri, onların alınlarına yazdığı yazı ancak yaşanarak anlaşılabilen bir mefhumdur. İnsanların nerede doğup, nerede vefat edeceği; ömrü boyunca kimlerle münasebette bulunacağı; hem kendisine hem de insanlığa faideli olup olamayacağı ve daha neler neler… Bunların her biri cevabı ancak yaşandıkça alınabilen sorulardır.

Merhum Ali Yakub Hocaefendi’nin hayatı da oradan oraya hicretler, sıkıntı ve meşakkatli günlerle birlikte dostluğun, arkadaşlığın, sohbetin, ilmin ve onun gönül moralini hep yüksek tutan daha nice güzelliklerle beraber gelip geçmiş. Kosova eyaletinin Gilan kasabasında başlayıp İstanbul’da nihayete eren koca bir ömür. Kendileri hakkında araştırma yaparken İnkişaf Dergisi’nde adına yazılmış bir yazının nüshası geçti elimize. Abdullah Kargılı Beyefendi şu cümleleriyle hadiseyi gayet güzel ifade etmiş:

“Ulema Allah Resûlü’nün (sav) hem sünnetine hem de çilesine varis oldu. Onlar ne sıkıntılar çektiler. ‘Fukaha’ kelimesi ile ‘Fukara’ birbirine kardeş oldu. Kimi okuyabilmek için evinin tahtalarını söküp sattı, kimi diyar diyar dolaştı, kimi geceleri gündüzlere birleştirdi, kimi zindanlarda ruhunu teslim etti.”

1913 yılında Gilan kasabasında dünyaya gelen Hocaefendi’nin ailesi ilme intisab etmiş bir ailedir. Adını aldığı dedesi Yakub Efendi Niş Medresesi’nde, babası Hafız Hüseyin Efendi de Fatih Medresesi’nde eğitim görmüştür. İlk tahsilini dünyaya geldiği bu kasabada alırken bir taraftan da ailesinden Kur’ân-ı Kerim ve temel dini bilgileri öğrenmiş. On bir yaşında iken Gilan medreselerinde eğitimine başlamış Kadri Efendi ve Abdurrahman Efendiler’den temel medrese ilimlerini öğrenirken, kendini zamanın şartlarına uygun olarak yetiştirme gayreti ile de çevresindeki bazı hocalardan Fransızca, belagat ve Türk Edebiyatı’na dair dersler aldı. 1928’de tekrar resmi okula dönerek iki yıl boyunca ortaokula devam etti. 1931 yılında Mekteb-i Nüvvâb (Osmanlı Devleti’nde kadı vekili yetiştiren okullardır.) imtihanını kazandı, bir yıl sonra babasının vefatıyla bir müddet ara vermek zorunda kalsa da üç yıl boyunca bu okula devam etti.

1936 yılında Ezher imtihanlarını kazanıp Mısır’a gitmiş ve Usûlüddin Fakültesi’ne kaydını yaptırmış. Bu gidiş hayatında derin izler bırakan insanlarla tanışmasına vesile olmuştur. Bunlar arasında Osmanlı Devleti’nin son şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’yi, cihanşümûl devletimizin son dönemindeki değerli âlimlerinden olan Zahid Kevserî Hocaefendi’yi ve Yozgatlı İhsan Efendi’yi, şair ve mütefekkir Ali Ulvi Kurucu’yu, eski milletvekillerinden Mustafa Runyun’u, İhvân-i Müslimîn hareketinin kurucusu Hasan el-Bennâ’yı saymak mümkündür. Bu çevreyle oluşturduğu arkadaşlık bağıyla hem yalnız kalmamış, hem de tek tek onların ilimlerinden, ahlaklarından, sohbetlerinden, güzel hasletlerinden istifade etmişlerdir.

Merhum Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi ile ayrı bir münasebetleri ve arkadaşlıkları varmış mübareğin. Hocaefendinin ifadesiyle “Yedikleri içtikleri ayrı gitmez.” imiş. Hele Ali Yakub Hoca’nın zemzem niyetiyle içtiği gaz-yağı meselesi hem herkes tarafından bilinen meşhur bir hadise olmuş hem de öğrencilik ortamlarını ve samimi arkadaşlarını gözler önüne seren bir vakıa olarak hafızalara  kazınmıştır. Belki tamamını anlatmak mümkün olmasa da bir kısmını nakletmek istiyoruz burada:

“Ali Ulvi Kurucu’nun gazyağı tenekesini görünce içindekini sorar Ali Yakub Hoca. Rahmetli Kurucu da aralarındaki samimiyete dayanarak şaka yollu “Zemzem!” deyiverir. Bu cevabı alınca hem Mısır’da, yanıbaşında böyle çok zemzem bulunmasına şaşırır hem de hemen bir bardak içmek için can atar. Bulduğu ilk bardağı Ali Ulvi Hoca’ya uzatır ve doldurulan bardağı dur demeye kalmadan duasını yaparak zemzem niyetiyle içiverir.

İş işten geçmiştir ama gazyağı içtiğini fakat önemli olanın niyet olduğunu, bunun için de Allah’ın izniyle zemzem içme ecrine nail olacağını kendisine söyleyiverirler. O da “Hadi, hayırlısı Allah’tan!” deyip gider.

Bir kaç gün sonra heyecenla Ali Ulvi Kurucu’ya gelip; “Senin verdiğin o taklid zemzem gençliğimden beri devam edegelen hastalığımı geçirdi vallâhilazîm...” der. Hadiseyi anlattıkları Mustafa Sabri Efendi ise:

“Ali Yakub Efendi, ben senin veli olduğunu bilirdim de kibarı evliyaullahtan, büyük velilerden olduğunu bilmezdim. demek hastalığın geçti. Ey canım iman büyük nimettir, büyük servettir.” buyurmuştur.

Kendisinin ahlakî üstünlük anlatmakla bitmez. Hadiseler karşısındaki temizliği, saflığı, ilmi derinliği, müslim/gayrimüslim demeden herkese karşı gösterdiği merhameti, öğrendiklerini taliplilerine aktarma gayreti, ilim ehline hayranlığı sahip olduğu meziyetlerin sadece bir kısmıdır.

Merhumun, Mustafa Sabri Efendi’ye de çok hizmetleri olmuştur. Şeyhülislamın yaşı ilerlediğinden elleri titremekte, bu haliyle yazmakta olduğu “Mevkıfu’l-Akli ve’l İlmi ve’l Âlemi min Rabbi’l-Âlemin ve İbâdihi’l-Mürse-lîn” adlı dört ciltlik kitabı matbaa çalışanlarınca okunamadığından basılamamaktadır. Bu durumdan haberdar olan Ali Yakub Hocaefendi büyük bir fedakarlık ve azimle eseri baştan sona yazarak hem tamamına muttali olmuş hem de eserin basılarak âlem-i İslam’ın istifadesine sunmuştur.

Bugünlerde, özellikle son devir genç nesilden pek anlaşılamasa bile Yakub Cenkçiler Hoca’nın doğup büyüdüğü topraklarda Osmanlı hayranlığı/sevgisi fevkalâdedir. Bu bağlılığın en büyük nedeni Cenabı Hakk’ın kendilerine bahşettiği iman sermayesinin Osmanlıların vesilesiyle ellerine geçmiş olmasıdır. Bu yüzden onlara olan borçlarını asla ödemeyeceklerini düşünürler. Hatta bu mefkûre onlara öylesine hâkimdir ki o topraklarda Müslümanlıkla, Osmanlı Hanedanı’nın ve tebaasının genelinin etnik kökenini ifade eden Türklük kavramı birbirinin yerine kullanılmaya başlamıştır. Kendisi ile yapılan bir röportajdaki ifadeleri aynen şöyledir:

“Meselâ bir Arnavut, Müslümanlığını bildirmek istedi mi, ‘Elhamdülillah Türküz!’ derdi. Hoca kalkar, burada yirmi sene tahsil etmiş, vaaz ederken, ‘Türklüğün şartları otuz üçtür.’ şeklinde konuşur; ‘Allah Türklükten ayırmasın!’, ‘Allah canımızı Türk olarak alsın!’ der. Adam meselâ Müslüman değil, Sırplı. O bile kendisinin Türk olduğunu söyler. Hicazlı bile Türk olarak bilinir. Bizim zamanımızda Müslüman için Türk kelimesi kullanılırdı. Biz yalnız kitap okurken, ‘Din-i İslâm’ın şartları otuz üçtür.’ derdik. Halk bir kelime Türkçe bilmezdi ama ‘Allah’a şükür Türküm!’ derdi. Azizim, öyle adamlar vardı ki Sultan Abdülhamid’in adı geçtiğinde, emin olun, ayağa kalkarlardı.”  

1946 yılında Mısır’da Merkez Kütüphanesi’ne memur olarak çalışmaya başlamış ve on bir seneye yakın hizmet vermiştir. Çoğu Türk’ten daha düzgün ve bir yabancı olduğunu hissettirmeyecek kadar fasih ve beliğ Türkçesi, bununla birlikte Osmanlı Devleti ve onun nesline duyduğu derin muhabbetin neticesinde Mısır’ın Türkiye sefaretinde mütercim olarak çalışmaya başlamıştır. Ancak büyükelçilikteki yoğun bürokrasi ve sefirin işgüzarlığı, kendisine yüklediği aşırı iş yüzünden bir müddet sonra istifa etti.

Kısa bir süre sonra İstanbul’a taşınmış ve bir müddet işsiz kaldıktan sonra Müslüman şahsiyetleri ile tanınmış Topbaşların iş yerlerinde muhasebeci olarak çalışmaya başlamıştır. Bu arada da Fâtih, Mesih Paşa ve Emîr Buhârî camilerinde İhyâ’ü Ulûmi’d-dîn, Ede-bü’d-dünyâ ve’d-dîn, Medârikü’t-Tenzîl ve Dîvânü’l-Müte-nebbî gibi eserleri okuttu. Ayrıca 1976 -1980 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezinde  tefsir, kelâm ve belagat dersleri verdi. Evinde de orta ve yüksek öğrenim gençliğinden isteyenlere ve kendisinin ilmi aşkı, şevki gördüğü talebelere özel dersler vererek birçok talebe yetiştirdi.

Hayatını ilme, irfana ve din hizmetine adayan bu insan için ahir ömründe talebe yetiştirmekle meşgul iken Mayıs 1983 yılında geçirmiş olduğu kısmî felç hizmetlerine ister istemez sekte vurmuştur. bu felç ve ilerleyen yaşının getirdiği hastalıkların neticesinde beş yıl sonra, 22 Mayıs 1988’de rahmeti Rahman’a yürüdü.

Cenabı Hak onlardaki şevk, gayret ve hizmet aşkından bizlere de lütfedip, bizleri dostlarından ayırmasın inşaallah...

Bu ayki yazımızı hatırlarken zahidan.blogcu.com, iskenderpasa.com, kitapelinizde.com, analitikbakis.com ve Ertuğrul Düzdağ’ın hazırladığı “Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-1” kitabından adreslerinden istifade ettik. Mevla-i Müteal Hazretleri emeklerini zayi etmesin inşaallah. Kendisi hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyen okuyucularımıza Necdet Yılmaz tarafından hazırlanan “Ali Yakub Cenkçiler Hatıra Kitabı”na bakmalarını tavsiye ederiz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort