JoomlaLock.com All4Share.net

AHMED DAVUDOĞLU

Hadisi şerifte Efendimiz (sav); “Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini oranında belâ görür/imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise belâsı ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar belâ görür/imtihana tâbi tutulur. Belâ insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.” (Tirmizî, c. 7, s. 78-79; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, c. 1, s. 136; Ahmed bin Hanbel) buyurmuşlardır. Bu ay hayatını aktaracağımız Hocaefendi de bu ifadenin derin manaları doğrultusunda yaşamış, başından geçenlerle hem kendinin hem de ümmetin bu hakikate olan inancını adeta bir kat daha perçinlemiştir.

Kendilerine daha önceki sayımızda yer verdiğimiz merhum Ali Yakub Cenkçiler Hocaefendi gibi Ahmed Davudoğlu Hocamız da Rumeli’de gözlerini açmış, Bulgaristan’ın Şumnu vilayetine bağlı Kalaycıköy’de dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini evinde almıştır diyerek yazımıza başlamak istiyoruz fakat şimdi devir değişti. Bugün maalesef evlerimiz ilim/irfan, eğitim/öğretim yuvaları olamadığı için ilköğrenimini evde almış deyince malesef çok manasız ve basit gibi algılanıyor. Hâlbuki hem Hocaefendi’nin dünyaya gelip yetiştikleri ev hem de o zaman ve onlardan evvel yaşamış kadim ulemanın evleri küçük birer medrese numuneleri idi adeta. Bunun için çocukların dimağları, öğrenmek için en verimli çağ olan dört ila yedi yaş arasında en güzel şekilde temellendiriliyordu.

Böylece evinde, aile büyüklerinden aldığı temel eğitiminden sonra şimdiki ortaokullara karşılık gelen rüşdiyeye 1924’de, Medrese-tü’l-Nüvvâb’ın (Kadı vekili yahut müftü yetiştiren okullar) liseye denk düşen orta kısmını 1933’te, yüksek kısmını ise 1936’da Şumnu’da tamamladı. Henüz ömrünün baharında, yirmi dört yaşında bir delikanlı iken kendisindeki cevheri açığa çıkaracak başarılara imza atmış, Nüvvâb okulunu dereceyle bitirerek Bulgaristan Başmüftülüğü’nce, eğitimini ilerletmek için Mısır’a, el-Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi’ne gönderilmiş.

Son yazılarımız yan yana konup şöyle bir göz atıldığında Ali Ulvi Kurucu, Ali Yakup Cenkçiler, Emin Saraç Hocaefendiler’den bahsederken bu yazılarda ortak olarak andığımız iki isme dikkatlerinizi çekmek isterim. Gerçi gerek Devlet-i Âliye’nin son şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’nin, gerekse de Zahid Kevserî Hocaefendi’nin hayatlarına -elimizden geldiğince- hususen yer de verdik ama birçok ismin biyografilerinde de isimleri zikredildi. Onlar, bazen ilim aşkıyla öğrenimlerini daha ileri seviyelere taşımak için, bazen de Türkiye’deki ve Balkanlar’daki idarelerin -özellikle 1900’lü yılların başından 1950’lere kadarki zalimlerin- baskısından yanlarına, Mısır’a gelen talebelere bu gurbet hayatında adeta sığınacak bir liman olmuşlardır. Onun için oraya giden her talebenin ama az ama çok; ama kısa süreli ama uzun soluklu bu iki muhterem zevât ile muhakkak bir dirsek teması olmuştur.  

“Âlimlerin meclislerinde bulunmak ibadettir.” buyurmuş Efendimiz (sav). Bu hakikatin izahı mesabesindeki şu beyit de ne kadar övgüye layıktır:

Âlim ile sohbet et dürr ü mercân incidir
Câhil ile etme sohbet âkıbet cân incitir

Buradan da anlıyoruz ki ismi geçen bu zevât, diğer kıymetlerinin yanında, son devrimizde ümmeti Muhammed’e “ehli sünnet ve’l-cemaat” çizgisinde yol göstermek için çırpınan bu iki değerli ismin yanında bulunmaları, onların bir takım hizmetlerini görmeleri, onların sohbetlerine iştirak etmeleri ve onlar tarafından sevilmeleri hasebiyle her zaman anılmaya ve hayırla yâd edilmeye layıktırlar şüphesiz.

Merhumun o yıllarda Ezher Üniversitesi’nde baş gösteren mezhepsizlik(!) gibi tehlikeli bir cereyandan da Mustafa Sabri Efendi’nin sohbetleri/izahları neticesinde korunduğunu da kendisiyle yapılan bir röportajdan öğrenmekteyiz. Bu manada diğerlerine nazaran Mustafa Sabri Efendi ile bambaşka bir münasebetinin olduğu da muhakkak. Mısır’da imanını ve iz’anını bu tip tehlikelerden koruyup hem memleketinde hem de memleketimizde birçok gencin yeni yeni filizlenen iman ağacının sırat-i mustakime muttali olmasına bu muhafaza sayesinde vesile olmuştur.

Ahmed Davudoğlu Hocaefendi Ezher’den mezun her sağlam ilim adamı gibi –Sağlamlıktan kasdımız yukarıda izaha çalıştığımız üzere “ehli sünnet ve’l-cemaat” çizgisinde anlayışını muhafaza edebilmiş ariflerdir.- memleketinde İslamî uyanışın yeniden oluşması ve neşv ü neva bulması için çalışmaya başlamıştır.

Tabi o tarihlerde Bulgaristan’da hüküm süren komünist idare Hocaefendi’nin faaliyetlerinden rahatsız olup 1945 yılında “Türkiye lehine casusluk örgütü kurduğu” gibi saçma bir suçlama ile kendilerini askeri mahkemeye sevk etti. Hâlbuki fakülteyi bitirip ülkesine döneli daha üç yıl olmuş, üstelik bu kadar kısa bir sürede okumuş olduğu Nüvvâb Medresesi’ne önce öğretmen daha sonra müdür olarak tayin edilmişti. Ancak hem müdürlüğü sırasında hem de sivil hayatta komünist idareye karşı duruşu onun kısa zamanda  -tabiri caizse- mimlenmesine sebep olmuştu. İşte tüm bu hadiselerden sonra girdiği cezaevinde bir ay kadar hapse mahkûm edilmiş ve diğer suçlularla birlikte baraj inşaatında çalıştırılmış. Fakat gördüğü ağır işkenceler sonrası yakalandığı rahatsızlığı sebebiyle tutuklanmasından yaklaşık beş-altı ay sonra serbest bırakılmış, görevine iade edilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra müdürlükten azlini isteyerek öğretmenliğe geri dönmüştür.

Bir cemiyette yapmış olduğu vaazdan sonra Şumnu’da konuşlandırılmış olan komünist birliklerin komutanı tarafından ömür boyu hapse mahkûm edilince bin bir güçlükle elde ettiği pasaportlarla hanımı ve iki kızı ile birlikte memleketimize iltica etmiştir.

Tabi bu hicretle hayatında yepyeni bir sahife açılmış ve her şeyi belki de hiç ummadığı biçimde değişmiştir. 1949 yılının sonlarında gerçekleşen bu hicretin ardından önce Adapazarı’na daha sonra da İstanbul’a yerleşen Hocaefendi ülkemizde imam-hatiplikle başladığı memuriyete vaizlik, Bursa Orhangazi’de müftülük, Fatih ve Süleymaniye Kütüphaneleri’nde memur olarak devam etti. 1956 yılına kadar süregelen bu memuriyetten sonra İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapıp aynı yıl kurulan Yüksek İslam Enstitüsü’nün eğitmen kadrosu içinde yer aldı. 1963 yılında bu kurumda müdürlüğe getirildikten bir yıl sonra bu görevden ayrılıp yine enstitüde Arap Dili ve Edebiyatı dersleri okuttu.

1966 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği bir seminerde yaptığı konuşmada “belediye nikahından sonra dinî nikahın da hemen ve küçümsenmeden yapılması gerektiğini” söyleyince bu, “laikliğe aykırı beyan” olarak kabul edilip, ağır cezaya çarptırıldı. Bir yıl hapse ardından bir müddet zorunlu ikamete tabi tutuldu, daha sonra da memuriyetle ilişiği kesildi.

1971’den sonraki bu hayatına, bu sayfada hâl tercümelerine yer verdiğimiz diğer hayırlı kimseler gibi –Ki onlar Allah’ın lütfu ve inayetiyle hem kendilerine hem de çevresindekilere faideli olabilmiş kimselerdir.- memuriyet- ten ayrılsa bile o da Nisan 1983 yılında vefat edene kadar etrafındakilere dünya ve ukba için yararlı olabilmek niyetiyle hizmet etmeye devam etmiştir. Bu gaye ile verdiği eserlerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Selâmet Yolları:
İbn Hacer el-Askalânî’nin ahkâm hadislerine dair Bülûgu’l-Merâm adlı eserinin tercüme ve şerhi olup, eser büyük ölçüde Emîr Es-San-’ânî’nin Sübülü’s-Selâm adlı şerhine dayandığı, onun bir tercümesi mahiyetinde olduğu için, bu şekilde adlandırılmıştır.

2. Sahîh-i Müslim Tercümesi ve Şerhi: Müslim b. Haccâc’ın el-Câmiu’s-Sahîh adlı meşhur hadis kitabının tercüme ve şerhidir.

3. Kur’ân-ı Kerim ve İzahlı Meâli

4. Tibyân Tefsiri:
Ayıntâbî Mehmet Efendi’nin Tefsîr-i Tibyân adlı Türkçe tefsirinin Süleyman Fâhir Bey’in sadeleştirdiği nüshanın yeniden gözden geçirilmiş şeklidir.

5. Reddü’l-Muhtâr ale’d–Durri’l–Muhtâr: İbni Âbidîn’in fıkha dair meşhur eseri Reddü’l-Muhtâr’ın tercümesidir. Merhum bu eserin ilk on cildini hazırlamış, sağlığı elvermediği için sonraki ciltleri Mehmet Savaş ve Mazhar Taşkesenlioğlu tarafından tercüme edilmiştir.

6.Mülteka Tercümesi

7.Dini Tamir Davasında Din Taripçiliği

8.Ölüm Daha Güzeldi

Bunlarla birlikte Mehmed Zihni Efendi’nin   Nimet-i İslam adlı eserini de sadeleştirmiş ancak bu eser henüz neşredilmemiştir.

Hocaefendi’yi hem eserleri hem de yaptığı diğer hizmetleriyle Müslümanlara dinlerini öğrenme ve bu doğrultuda amel etmelerine yap tığı katkılardan ötürü bir kez daha hayır dualarla yad ederken, kendilerine tekrar Allah’tan rahmet dileriz. Mevlâm onu ve bu Din-i Mübîn’e hizmet eden herkesi Cemâli ile müşerref eylesin inşaallah!

Bu ayki yazımızda yararlandığımız; sidre.org, İlkadım Dergisi, bulgaristanalperenleri.blogspot.com, ihvanforum.org sitelerine emeklerinden ötürü teşekkürü bir borç biliriz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort