JoomlaLock.com All4Share.net

ABDÜLMECİD NURSÎ (ÜNLÜKUL)

 

abdulmecid_nursi-unlukul

 

 

ABDÜLMECİD NURSÎ (ÜNLÜKUL)
(1884–1967)

 

Kutlu olsun, mutlu olsun sana şu âli makam,

Bu makam oldu sana elbette berden ve selâm.

Öksüz kalan nurcuların, ağlar-öter subh u şam.

Okur sana yetimlerin, binler duâ, binler selâm…

Abdülmecid Efendi isminin sizlere pek yabancı gelmeyeceği kanaatindeyiz. Bu, onu daha önceden tanıma fırsatı bulup hayatı hakkında malumata sahip olanlar için böyle olduğu gibi evvelden ismini hiç duymamış fakat dergimizi yakinen takip edenler için de böyledir. Çünkü bir önceki sayımızda Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi merhum Seyyid Hulusi Yahyagil’den bahsederken Üstad’ın kendilerine yazdığı bir mektubu iktibas etmiş, bahsi geçen mektubu da o sıralarda Ürgüp’te vaizlik görevini sürdüren Abdülmecid Efendi vasıtası ile Elazığ’a, Albay Hulusi Bey’e, ulaştırdığını nakletmiştik.

Büyüklerimiz kendilerinden bahsederken eğitim öğretimdeki derecelerini, mezun oldukları medreselerini, ilmî payelerini bir kenara bırakıp öncelikle Allah’ın emir ve yasakları hususundaki dikkati, sünnete mutabaattaki titizliği, insanlara karşı sevgi ve şefkati ile birlikte kâmil bir insanın bütün sıfatlarını kendisinde cem etmiş olan bir Allah dostuna yakınlıklarını, onunla olan irtibatını dile getirmişlerdir.

Abdülmecid Efendi’nin hayatını da öncelikle bu yönü ile almak isteriz. İsminin sonundaki “Nursî” ibaresinden de anlaşılacağı üzere Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin kardeşidir. Üstad ile olan kan bağının yanında yazımızın ileriki kısımlarında değineceğimiz birbirinden değerli birçok güzel haslete sahip olmasında ağabeyinin muhakkak bir payı vardır. Onun hayatı adeta onunla birlikte şekillenmiş, onun tavsiyeleri ve rehberliğinde sürüp gitmiştir. Hatta Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından sonra bile onunla ilgili hadiseler kendisinde derin izler bırakmıştır.

1884 yılında Bitlis’in Hizan kazasının İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini doğduğu bu köyde tamamladıktan sonra Arvas’ta eğitimine devam etmiş, daha sonra henüz on altı yaşındayken Van’a giderek buradaki Horhor Medresesi’nde tam on dört yıl kalmıştır. Bu yıllar, eğitim-öğretim hayatında bambaşka bir yere sahiptir. Çünkü ağabeyinin ilim halakasında, onun nezaretinde kendisini yetiştirme fırsatı bulmuştur. Bu medresede okuduğu sırada ağabeyinin iki yüzü aşkın öğrencisinin arasından sıyrılarak kendisini kanıtlamış, özellikle Arap Dili ve Edebiyatı alanında çok büyük bir başarı göstermiştir. Hatta bu alandaki başarılı çalışması ve yetkinliğinin sonucu olarak Üstad, İşâratü’l-İ’caz ve Mesnevi-i Nûriye adlı iki kıymetli eserinin Arapça’dan Türkçe’ye tercüme görevini kendisine tevdi etmiştir.

Malumdur ki Birinci Dünya Savaşı başladığında, ülkenin her yerindeki Müslümanlar, dinlerinin, vatanlarının, ırz ve namuslarının muhafazası için, üzerlerine gelen küffarın karşısında var gücüyle mücadele etti. Bediüzzaman Hazretleri de doğudaki diğer büyükler gibi talebeleri ve sevenlerinden oluşan milis kuvvetleriyle üzerine düşeni yapıyor ve din-i mübinin selameti için cihada devam ediyordu. Kardeşi Abdülmecid Efendi de yanlarından ayrılmayarak bu çileli yıllarda vatana olan borcunu ifa için elinden geleni yapmaktaydı. Fakat cilve-i Rabbanî, Said Nursî Hazretleri yaralı olarak Ruslara esir düşmüş, yeğeni Ubeyd de -büyük ağabeylerinin oğlu- şehid olmuştu.

Bu tarihten sonra Abdülmecid Efendi’nin hayatında çile kendisini daha fazla hissettirmektedir. Çünkü omuz omuza vererek yaşamını sürdürdüğü ve duası hürmetine yükünün hafiflediği biricik ağabeyini ömrünün kalan kısmında çok az görecektir. Sıkıntılı yıllar hicret ile başlar. Rusların ve iş birlikçileri Ermeni çetelerinin hâkimiyeti bölgede ciddi şekilde hissedilmeye başlayınca Abdülmecid Efendi de ailesini ve kimi akrabalarını da yanına alarak öncelikle Diyarbakır’a oradan da Şam-ı Şerif’e göç eder. Ancak burada üç yıl kaldıktan sonra tekrar Diyarbakır’a döner.

1917 yılında Diyarbakır Askeri Lisesi’nde Arapça öğretmenliğine başlayan Abdülmecid Efendi üç yıl sonra okulun kapanıp sanat enstitüsüne dönüştürülmesinden sonra görevinden ayrılır. Tekrar uzun yıllarını geçirdiği Van’a döner ve burada öğretmenliğine devam eder. Van’daki öğretmenlik hayatı da yedi yıl sürmüştür. 1927 yılında Şeyh Said vakası nedeniyle bölgedeki sıkıntılı günlerden -sürgüne gönderilen ağabeyi kadar olmasa da- nasibini alır ve görevine son verilir. Mesleğine son verilince önce Ergani de (Diyarbakır) dokuz yıl, sonra da çocuklarının eğitimi için gittiği Malatya’da dört yıl ticaretle uğraşır. Ticaretindeki düzgünlüğü, güler yüzü, hak/hukuk noktasındaki dikkati ile kendisini gittiği yerlerdeki her kesimden insana sevdirir. Kimi zaman camide, kimi zaman arkadaş ortamlarında yaptığı, fıkıh ve iman bahsi ağırlıklı sohbetleri ile de her hal ve kârda çevresine faydalı olmaya çalışmıştır.

Malatya’da geçirdiği dört yılın ardından Ürgüp’e müftü olarak atanır ve acı tatlı birçok gün geçirdiği bu görevini tam on iki yıl sürdürür. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin kendisine verdiği ve yukarıda bahsi geçen İşâratü’l-İ’câz ve Mesnevî-i Nûriye adlı eserlerin tercümesini bu görev sırasında yapmıştır. Burası, başarıyla tamamlanmış ve layıkıyla yerine getirilmiş bu vazife gibi mutluluk verici hatıralara şahitlik olmakla beraber hayatının kalan kısımlarında her hatırladığında yüreğini sızlatacak acı olayları da tattığı bir mekân olmuştur. Nitekim Ankara’da üniversitede okumakta olan çok sevdiği oğlu Fuad’ın vefat haberini burada alır. Oğlunun vefatı onu o kadar derinden etkilemiştir ki üzüntüsünü kâğıda döktüğü ve “Fuadiye” adını verdiği eserindeki şu mısralar acısının ne derece büyük olduğunu göstermeye yetecek en büyük şahitlerden biri olsa gerektir:

Ey mezarcı! Göm beni de şu Fuad'ın kabrine,

Firkatın dayanmaz vallahi asla kahrine.

Katılsın zerrâtımız, âlem-i berzahta keza,

Sarılsın birbiriyle ruhlar, ilâ yevmi'l-ceza.

Ey mezarcı! Cebeci'de bana da kaz bir mezar,

Olalım ünlü Fuad'ın komşusu leyl ü nehar.

Bu on iki yıl içersine, yapmış olduğu çevirilerin yanı sıra “Mantık” adlı bir telif eserle birlikte Haleb-i Sağir ve Kaside-i Bürde şerhini sığdıran Abdülmecid Efendi, görevden alınmasına rağmen Ürgüplülerin ısrarı üzerine üç yıl daha burada kaldı ve insanlara vaazları ve sohbetleri ile talim ettirdiği hakikatleri yaşantısında tatbik ederek gerçek bir tebliğ memuru oldu.

Kızları Konya Kız Öğretmen Okulu’nu kazanınca 1955 yılında buraya yerleşti. Bu seferki hicreti ile birlikte yaklaşık otuz beş yıldır çeşitli sebeplerden dolayı göremediği ağabeyini Isparta’da ziyaret imkânı buldu. Bu ziyaret Bediüzzaman Hazretleri’ni de son derece mesrûr etti.

Konya İmam-Hatip Okulu Koruma Derneği ve bazı hocaların daveti üzerine yetmiş dört yaşında tekrar öğretmenliğe döner. Bu yaşına rağmen okula yaya olarak gidip gelen Abdülmecid Efendi, kendisine yapılan bir vasıta tahsis edilmesi teklifini reddeder. Onu bu böyle bir aşk ve şevk ile bu okula getiren sebebi, yorulmasını istemedikleri için oturarak ders anlatmalarını rica eden öğrencilerine verdiği şu cevapta bulmak mümkün herhalde:

“Bu, helaket ve felaket asrında iman, Kur'an dersi almaya gelen, malumat-ı diniyeyi öğrenmeye koşan sizin gibi gençlerin karşısında oturarak ders vermekten hicap duyuyorum ve bu hareketimle huzur duymaktayım. Ben vücudumun değil, ruhumun rahat etmesini temine çalışıyorum.”

Sıkıntı ve çile dolu günler onun burada da yakasını bırakmadı. Bırakması da düşünülemezdi zaten. “İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi) Buyurmamış mıydı Peygamber Efendimiz (sav)? Bilinmeyen bir sebeple buradaki görevine de son verilmiştir. Ancak onu asıl üzen hadiseler daha sonra gerçekleşecektir. Bediüzzaman Hazretleri Konya’ya kadar gelmişken onunla görüşmesine müsaade edilmez. İkinci sefer gelişinde ise evinin önünde, arabadan bile inmeyen Üstad ile ayaküstü görüşme imkânı bulmuş, araç daha sonra Urfa’ya doğru hareket etmiştir.

Bu kadarla da kalmamıştır. Sistem Mart 1960’ta dünyasını değişen Bediüzzaman Hazretleri ile uğraşmaya devam etmiş ve mezarının nakli için Milli Birlik Komitesi’nde karar alınmıştır. Kararın kendisine tebliği ve kabrin nakil işlemi şöyle gerçekleşmiştir:

Valilik makamına çağrılan Abdülmecid Efendi, alışılmadık bu davete çok şaşırmış bir vaziyette icabet eder. İçeri girdiğinde Cemal Tural Paşa, Refik Tulga Paşa ve zamanın 2. Ordu Komutanı da makamda oturmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri’nin kabrinin taşınacağını kendisine söylerler. Cemal Tural Paşa, “Said Nursi’nin kabrini şark ahalisi ve güney sınırlarımızdan kaçak olarak gelip ziyaret edenler var. Nazik bir zamandayız. Sizin de iştirakinizle kabrini İç Anadolu’ya nakledeceğiz.” ifadesiyle kendince olayın sebebini de izah eder. Abdülmecid Efendi’nin “Bırakın kabrinde bari rahat etsin.” ısrarına aldırış bile etmeden, ağzından yazılmış bir dilekçeye zorla imzası attırılarak nakil işlemleri başlar.

Hemen uçağa binerek Urfa’ya giderler. Şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir ve Balıklıgöl çevresinde güvenlik tedbirleri alındıktan sonra gece vakti kabir kazılır ve merhumun cesedi defnedilişinden yaklaşık dört ay sonra çıkarılır. Bu işleme katılan herkes tedirgindir. Zira defnin üzerinden geçen zamanda ceset gömüldüğü günkü tazeliğini korumakta ve kefende en ufak bir bozukluk bile görülmemektedir.

Bir arabayla havaalanına, oradan uçakla Afyon’a, oradan da karayolundan yapılan yaklaşık dört saatlik bir seyahatle Isparta’nın dağlarından birinde önceden hazırlanmış bir kabre askerler tarafından alelacele defnedilir. Hiçbir iz/işaret bırakılmayan bu kabir böylece unutulmaya terk edilir. Abdülmecid Efendi bu nakil sırasında askerlerin yanlarında bulunmasına rağmen gecenin karanlığı ve kullanılan karmaşık yol yüzünden kabrin yerini bilemez. Bu hadise de hayatı boyunca karşılaştığı en vahim olaylardan bir tanesi olarak zihnine kazınır.

Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından sonra aslında kendi ömrünün hitamı için de yedi yıllık bir geri sayım başlamıştır artık. Çünkü hayatı boyunca işaret ettiği bütün olayların gerçekleştiği ve hiçbir zaman boş laf etmediğine en yakınlarından ve talebelerinden birisi olarak pek çok kez şahit olan Abdülmecid Efendi’ye Üstad; “Benden yedi yıl sonra vefat edeceksin.” demişti. Bunu bildiği için 1967 yılında hemen herkesle vedalaşan Abülmecid Efendi 11 Haziran günü, seksen üç yaşında dünya hayatına gözlerini yumdu. Cenazesi Hz. Bediüzzaman’ın talebeleri, Konya Yüksek İslâm Enstitüsünün ve İmam-Hatip okulunun ders hocaları, talebeleri; oğlu merhum Suat Ünlükul’un polis arkadaşları ve emniyet mensupları; Konya’nın değerli müftüsü ve hatibi Tahir Büyükkörükçü başta olmak üzere, bölgedeki ulema, meşayıh ve cemaatin katılımıyla kılınan bir namazdan sonra tekbirler eşliğinde defnedildi. Kabri Konya’da Mevlana Hazretleri’nin türbesinin hemen karşısında yer alan Üçler Mezarlığı’nda, Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hocaefendi’nin mezarına varmadan sol taraftadır.

Ağabeyi Bediüzzaman Hazretleri’nin “Mühim bir âlim” diye vasıflandırdığı Abdülmecid Efendi’nin cenazesinde yaptığı konuşmada, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin halifelerinden Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi’nin şu cümlesi ile yazımızı noktalamak istiyoruz:

“Muhterem cemaat, bir âlim ölmedi, bir âlem öldü...”

Bu ayki yazımızı hazırlarken risaleinurenstitusu.org, sorularlasaidnursi.com,yenidendogus.net, saidnursi.de, tefekkurdergisi.com, tumgazeteler.com internet adreslerinden istifade etmiş bulunmaktayız. Kendilerine teşekkürü bir borç biliriz.

 

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Bu kategoriden diğerleri: « CEMİL MERİÇ SEYYİD HULUSİ YAHYAGİL »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort