JoomlaLock.com All4Share.net

ABDUL GANİ EFENDİ (ÖZNÜLÜ )

Rufai tarikatı şeyhlerinden Abdulgani Efendi Oltu’nun Ardos köyünde (bugünkü ismi Çamlıbel) dünyaya geldi. Hayta lakabı verilen sülaleden Hayta Mustafa’nın oğlu olan Abdulgani ilk medrese tahsilini o yıllarda Ardos köyünde müderris olan Molla Mustafa’dan aldı.

O dönemde Ardos köyünde beyler hâkimiyeti vardır. İnsanları çalıştırıp haklarını tam olarak vermezler. Hayta Mustafa beylerin bu haksızlıklarına karşı koymaya çalışır ama fazla etkili olamaz. Oğlu Abdulgani’nin okuyup köyde görev yapmasını ister. Fakat beyler buna da karşı gelmektedir. Abdulgani’nin hocası Erzurum’a göndermeyi düşünür ama babası Mustafa köyden dışarı çıkmasını pek razı olmaz. Yinede hocası Abdulgani’yi Erzurum kurşunlu medreselerine gönderir. Abdulgani ilim tahsiline burada devam eder.

O dönemde Horasanın Sanamer köyünde bulunan Rufai şeyhlerinden Hacı Ahmed Baba kurşunlu medreseleri müderrisine bir mektup yazar ve yaşlandığını, köylerinde imamlık ve hizmet yapabilecek birisinin gönderilmesini talep eder. Müderris efendi Abdulgani’ye molla hazırlan seni Sanamer köyüne hizmet için göndereceğim der.

Abdulgani Efendi de efendim ben biraz daha okumak istiyordum diyerek gitmek istemez. Müderris Efendi derki; Evladım ben sana gereken tahsili okuttum, benim öğretemeyeceğim hususları da Ahmet Babadan öğrenirsin diyerek Sanamer köyüne gönderir.

Abdulgani Efendi’nin Sanamer Köyüne geldikten sonra, Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya intisabını Abdulgani Efendi’nin yakın müridlerinden İsmail Hakkı (Çetrez) Hocamız anlatıyor:
“Şeyhim Hacı Mustafa Efendi, kendi şeyhi Abdulgani Efendim’den dinlemiş ve bize anlatmıştı. 1900’lü yılların başında Abdulgani Efendi, Sanamer’e imam olarak gider.
Bir süre sonra Rufai dergâhının ziyâretçilerle dolup taştığını görür. Kendince ümmî bir adam olarak gördüğü Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya karşı insanların bu denli teveccühüne bir anlam veremeyen köyün genç imâmı ziyârete gelenlere:
- Bu ümmî adamda ne buluyorsunuz?” diye çıkışır.
Gelenler:
- Onun huzurunda, beşeriyetin hırs ve ihtirasından arınıyoruz. Bizi bir edep kaplıyor.  Gönlümüz huzurla doluyor. Dertlerimize şifa buluyoruz. Daha da ötesi kalbimizden geçenleri biliyor.
Bu cevap karşısında Abdulgani Efendi:
- Ben de sizinle geleceğim. Kalbimde bir şeyler tutacağım. Eğer bilirse, kendisine intisap edeceğim. Aksi takdirde aleyhindeki düşüncelerim, kat kat artarak devam edecektir, der.
Bu niyetle dergâha varır. O sırada Seyyid Hacı Ahmed Baba, ziyârete gelenlerle sohbet etmektedir. Hoca kalbinden şu düşünceleri geçirir:
- Bu adam, evlenmeden önce hanımının gizli benlerini bilmiş. Benim hanımımın da çokça beni var. Bakalım onları da bilecek mi?
Tam o esnada Seyyid Hacı Ahmed Baba sohbeti keserek yönünü Abdulgani Efendi’ye döner ve hocanın sırrını şu sözleriyle ifşâ eder:
- Deginan oğul Abdulganî! Senin hanımın benim evlâdımdır. İnsan evlâdını tanımaz mı? Ne diye böyle düşünüyorsun?!
Bu durum karşısında bedenini bir lerze (titreme hali) bürür.

Abdulgani Efendi köylüler tarafından zaman zaman davetler çağrılır. Abdulgani Efendi’nin davet edildiği her eve aynı zamanda Seyyid Hacı Ahmed Baba da davet edilir. Hane sahipleri, Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya ziyadesi ile hürmet gösterip başköşeye oturturlar. Abdulgani Efendi, hocalık ilmi ile bu hürmetten pek rahatsız olur. Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya hangi hocada ve ne okuduğunu sorar. Aldığı cevapla ümmî olduğunu ve kimseden ders okumadığını öğrenince rahatsızlığı kat kat artar.

Abdulgani Efendi, sabah namazlarına her gidişinde Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı kendinden önce gitmiş ve caminin kapısı önünde bekler halde bulur. Bir seferinde boy abdesti alıp sabah ezanına geç kalmamak için telaşlanır. O esnada tüm soruların önemini yitirip, sır perdelerinin kaldırıldığı ve tüm cevapların verildiği bir âlem olur. Kendisine gösterilmek üzere sırlar ayân olup, gönül gözü açılmıştır. Bulunduğu yerde, evle camii arasına giren duvar mânen kalkar ve câminin önü görünür. Bakar ki Seyyid Hacı Ahmed Baba yine caminin önünde beklemektedir. Yanına Ricâl-i Gayb’dan iki kişi gelir. Kendi arkadaşlarının vefat ettiğini ve yerine göreve kimi getirmelerinin gerektiğini sorarlar. Seyyid Hacı Ahmed Baba de; “Bu saatte herkes uykuda, ancak (eli ile hoca efendinin evini işaret ederek) hoca efendi uyanıktır, onu yazın” der.

Böylece Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya duyulan tüm öfkeler bitmiş, yerini sevgi ve muhabbete bırakmıştır. Sabah namazını kılarlar. Hoca Efendi, câmiden çıktığında Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı farklı duygularla takip eder. Cemaat hoca efendinin takibini yanlış anlar ve onlar da arkalarından yürürler. Dergâha gider ve hemen orada bugüne kadar ki hal, hareket ve tavırlarından dolayı özür diler. Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ayaklarına kapanır, tüm iradesini teslim ederek ders alır ve dervîş olur.

Bu manevi durum, vakanın her iki muhatabı tarafından da karşılıklı olarak görülmüş ve duyulmuştur. Demek ki Ricâl-i Gayb’lar her seher uyanık olan Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın fikri üzerine Rical-i Gayb’ların görev listelerine isim ekliyorlar.

Hıristiyan Misyonerlerinin Isrârı:
Hıristiyan misyonerlerinin her tarafta kol gezdiği 1900’lü yıllarda, Rufai dergâhında insanlara İslam Dini öğretilmekte, Kur’ân-ı Kerîm okutulup, kâmil Müslümanlar yetiştirilerek manevî cihad devam etmektedir.

Misyonerler yöre halkını Hıristiyanlaştırmak için Rufai dergâhını kendilerine hedef seçerler ve Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya gelerek şöyle derler:
-Bizim dinimiz Hıristiyanlık, sizin dininiz İslâmiyet'ten üstündür. Bizim peygamberimiz Hz. İsâ sizin peygamberiniz Hz. Muhammed’den (sav) üstündür. Zira o, ölüleri diriltir hastaları ilâçsız tedâvî ederdi.

Seyyid Hacı Ahmed Baba:
- Ben, Rasûlullah (sav) Efendimiz’in ümmeti ve evlâdı olarak sizin peygamberinizin yaptıklarından yapacak olursam siz bizim dinimiz İslâmiyet'e iman eder misiniz? Diye sorar.
Misyonerler:
- İddiânızı isbât ederseniz kesinlikle îmân ederiz, derler.
Rufai mürşidi olan Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın dergâhında "burhân" malzemeleri mevcuttur. Duvarda asılı olan kılıcı eline alıp kendi müridlerine dönerek:
- İçinizden biri çıksın keseceğim, der.

Henüz üç gün önce Hacı Ahmet Baba’ya intisâb eden köyün genç imâmı Abdulgani Efendi, meydana çıkar. Şeyhi tarafından karnından beline kadar kesilir. Bir müddet zikir devam eder. Daha sonra Baba, kesilen beli eliyle mesheder. Abdulgani Efendi, eskisi gibi sapa sağlam bir şekilde ayağa kalkar. Papaz ve beraberindekiler, derhal şahâdet getirerek İslâm Dini ile şereflenirler.

O günden sonra Abdulgani Efendi, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın halifeleri arasında yerini almış, hatta sır kâtibi olmuştur. Abdulgani Efendi’nin yakın müritlerinden olan İsmail Hakkı (Çetrez) Hocamız şöyle anlatıyor:

“Abdulgani Efendim’in vefatında Tebrizcikli (Tevrücük) Hacı Mustafa Efendi, belindeki (ameliyat izi gibi) kırmızı çizgiyi hazırda bulunan cemaate göstermiştir”.
Abdulgani efendi bundan sonra Hizmet için Erzurum ovasına gönderilir. İlk olarak Çağdarış köyüne gider ve burada imam hatiplik ve irşad hizmetlerine devam eder. Bundan sonra sırası ile Zerdige köyüne buradan da Ağaver köyüne gider. Burada iken Tevrücüklü Hacı Mustafa gelir Abdulgani Efendiye intisab eder.

Buradan Hasankale’nin Karaveled   köyüne oradan Ilıca Söğütlü köyü Sonra Erzurum Çiftlik köyüne ve nihayet Öznü köyünde görevde iken altmış üç yaşında Hakkın rahmetine kavuşur ve Öznü köyüne defnedilir.    

Bir çok el yazması kitap ve şiirlerinin olduğu biliniyor. ancak sahip çıkan olmadığı için neşredilmemiş ve birçoğu kaybolmuş durumdadır. Günümüze kadar ulaşan birçok gazel türünde eserleri müridleri tarafından ezberlenmiş ve söylenmektedir.

Dört erkek ve dört kız çocuğu olan Abdulgani efendinin şu anda en küçükleri olan Abdulkerim OĞUZ isimli oğlu zahide ve Muhsine isimli kızları hayattadır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort