JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Bugün topluma baktığımızda karşımıza çıkan topyekûn bir erozyona uğramış, birey ve millet profili görüyoruz. Köklerinden kopartılıp bir ideal uğruna yeniden oluşturulmaya çalışılan fakat dikiş tutmayan ve bunların neticesi bir hilkat garibesi durumuna gelen birey ve toplumla karşı karşıyayız. Hiçbirimiz bu mefluç hadiseden müstağni değiliz. Bugün iyi ya da kötü; iyi niyetli ya da art niyetli sadece Batı dünyasının bir dünya projesi kalmıştır. Bizim gibi ülkelerde (Bizim gibi bir ülke pek olmasa da!) bu büyük projeyi en iyi anlayıp bu proje doğrultusunda (Bu topraklar adına bir hesap yapamadan büyük projenin hesabına) hareket kabiliyeti en yüksek olan şahıs ve toplulukların hâkimiyetiyle yönetilen bir vatan parçasında yaşamaktayız. Neden böyle olduk? Bu topraklar gerçekten bu kadar çorak mıdır, bir nebze de olsa ümit kalmamış mıdır..? Allah’tan ümit kesilmez fakat bugün yaşananlar bir imtihan mı, yoksa bir intikam mıdır, bunu anlamak önemli. Ümit, imtihana mahsustur. İntikamda ise her yer kopkoyu karanlık ve bataklıktır. Büyükler buyurmuşlar: “Allah verirse hoştur sefası, Allah vurursa yoktur devası.” Geleneği ve öğretiyi taşıyan şahıslar bugün kendilerini denizin içerisindeki damla misali saklayabildikleri için yaşamlarını devam ettirebilmektedirler. Allah’a her şey kolaydır, fakat eğer ortadaki hadise Allah’ın takdirinin neticesi ise, kolay bitmiştir. Onun iradesinin dışında her şey kilitlenmiş demektir. Her şey imkânsız olmuştur. Allah “Mudil”dir fakat bu, insanın kötü yaklaşımı, nankörlüğü... gibi sayabileceğimiz özelliklerinden kaynaklanan bir fiil olarak gözükmektedir. Biliyoruz ki Allah, kulları için her zaman hayrı murad eder.

Oysaki; “Onlar içleri boş, duvara yaslanmış kütüklerdir fakat sen onların konuşmalarından hoşlanırsın.” ifadesiyle tanımlanan bireyler gibiyiz. Müsemma gitmiş isim kalmış. Mananın yokluğu ya da benlikler ile doldurulmaya çalışılan mananın edepsizliği, kayıtsızlığı, özetle küstahlık ve içten içe küçük ilahlık adımları.

Halimiz pür-melal, tutar yanımız yok. Nedense halen cüretkarâne üstüne gidiyoruz Celâlin. Her şeyi varlığımızla doldurma çabası, Allah’ın kendine nispet ettiği her şeye saldırmamız anlamına geliyor. Bundan ilk nasibini “Din” alıyor. Din bizim elimizde dünyevileşiyor, ilahi özelliği din dediğimiz olguda bulmamızın imkânı kalmıyor. Din, yalnızca bir milleti oluşturan unsurlardan biri gibi algılanıyor ve inanç boyutuyla, birleştiricilik yönüyle insanın yaşamından bir parça olarak karşımıza çıkıyor. Din, insan hayatının doğal gerçeklerinden biri olarak algılanıyor. Kültür gibi, dil gibi.

Dinin bir vicdan hareketi olması, iyi, güzel duygulara sebep olması, insanın inanç ihtiyacını gidermek için tiryak olması gibi çoğaltabileceğimiz nedenlerden ötürü toplum ve devlet hayatında bir gereklilik, bir gerçek olarak görüldüğünden yolu açılıyor ve destekleniyor. Desteklemeyenler ve karşı çıkanlar da bu ihtiyacın başka unsurlarla karşılanabileceğini savunduklarından karşı çıkıyorlar.

Böyle anlaşılan din, İslam âlimleri tarafından halk dini tabir edebileceğimiz örf ve adetler olarak sınıflandırılmıştır. Tarihten gelen yanlış miraslar hep bu kanaldan gelmektedir. Emevilerin, Abbasilerin sürtüşmelerinin din olarak bizlere kadar gelmesi misali. İmam-ı Şafii, bu anlayışa karşı durduğu için sürgün edilmiş, İmam-ı Âzam, Abbasi anlayışını eleştirdiği için o dönem kendisine reyci (çağdaş diyebiliriz) denilmiş, cezalandırılmış, şehit edilmiştir. İmam-ı Hanbel, Kur'an’ın savunusundan şehit edilmiş değil midir? Tarih, sahih din-İslam ile halk dini veya yanlış siyasi otorite yorumlarının çarpışma örnekleriyle doludur.

“Allah katında din İslam’dır.” vahyi ilahisinden anlaşılması gereken o zaman ne olmalıdır? Kısacası ilahi din nasıl tarif edilir, ana özellikleri nedir? İlk önce günümüzde en çok karıştırılan iki ana kavram var. Şeriat ve din. Din işin inanç, şeriat ise amel boyutu. Din hayat nizamı, şeriat onun koruyucusu. Ya birbirlerinin yerine müteradif kullanılan ya da ikisi bir bütünü oluşturan unsurlar olarak telakki ediliyor.

Din ilahi, şeriat beşeridir oysaki. Onun için din Hazreti Âdem’den günümüze kadar değişmemiştir. Şeriat ise her zaman ve mekânda değişim göstermiştir. Kul ile kul arasındaki münasebetlerin zemini şeriat iken, Allah ile kul arasındaki ilişkinin zemini dindir. Din Allah’ın kulundan istediği şeylerdir. Şeriat içtihatla, yaşanılan zaman ve mekâna, kulların maslahatı ön plana alınarak açılım yapar, uyum sağlar. Zamanın ilerlemesiyle hükümler zamana-mekâna uyumlu hale getirilir. Şeriat insanın Rabbiyle ilişkisinde en güzel koruma kalkanıdır. Rabbimiz insana kendi elindeki imkânları kullanarak rızasını arama ve bulma imkânı vermiştir. Sanki bir işi beraber yapma olanağı ortaya çıkmıştır. Şeriatın sınırı insanın anlayışıdır. Din ise Allah’ın kemale getirdiği bir usuldür, değişme imkânı yoktur ve insan için seçilmiştir. Din insana uygun Allah tarafından dikilmiş en güzel bir elbise gibidir. Tıpkı takva elbisesi gibi.

İslam’ın tarihteki açılımı fıkıh ve mezhepler, imanın açılımı kelam ve akait, ihsanın açılımı tasavvuf olmuştur. Dinin her şeyi Allah’ın katından gelmiş ve sunuluşu da O'nun öğretmesiyle olmuşken; şeriat, kulların dinden anladıklarıyla sınırlıdır. Allah’tan bize gelen yol dindir, İslam'dır. Bizden O'na giden yol ise mezheptir. Din hikmeti vaaz eder. Şeriat illeti vaaz eder. Hikmet değişmez, Hakk’ın hükmüdür; illet sebeplere bağlıdır ve değişir.

Burada vurgulanması gereken önemli bir anlayış vardır: İnsan, Allah’ın kudret eliyle yaratılmış ilahi muradın meyvesidir. İnsan insan oluşuyla mükerrerdir, eşreftir. “Rabbi’nin şah damarından daha yakın olması” gibi bir yakınlıkla nimetlenmiştir. İnsanın kendisi Allah’ın sıfatıdır. Böyleyken din, şeriat insana ne sağlar? İşte bu büyük nimetin anlaşılması, verilen bu büyük nimetlere şükür edilebilmesi, Allah’ın kibriyası ve azametini coşturucu, gayretini harekete getirici bir beraberlik için din bir tarzdır, usüldür, yoldur, yordamdır. Yani din insanın Rabbine yapabileceği en güzel hizmetin ona yine Rabbi tarafından öğretilmesidir. Halakal insan, allemehul Kur'an…

İnsan din olmadan ne olduğunu kavrayamaz, kendine eremez. Kendine erenin işi erdiği iledir artık. Din ona en güzel bir elbisedir artık. Onunla tezyin olur ve Rabbini davet eder, Rabbine davet eder. İslam fıtrat dinidir, insanın yaratışındaki asliyeti ne ise oraya varmanın, asliyete dönmenin, ulaşmanın yoludur. Dinsiz insan, kendini kaybeden ve bulması imkânsız olan insandır. Allah ne kadar yücedir ki kelimeler, anlayışlar O’nun şulesine yetmez. Sonsuz, Allah karşısında ufalır, ufalır kaybolur. İşte böyleyken insan O’na ait olmasıyla büyür de büyür. Allah’ın kendine nispet eylediği her şey bizim için Allah kadar değerlidir. Ondan ayrılamaz. İnsan Allah’ın kendisine nispet ettiği bir vücud u azimdir. İnsan Allah’ı için vardır ve Allah’a varma zemini de yine insandır, insanı temizleyen, ona hikmeti ve yolu gösterecek olan, beslenme kaynağı ve varacağı yer yine insandır... İnsan, Allah’tan zuhur eylemiş, Allah’tan süzülüp gelmiştir. Allah’ta ne varsa Efendimiz Muhammed (aleyhisselam) onu göstermiştir. İsm-i Azam veyahut insan, Efendimiz Muhammed'dir (sav). “Lâilâhe illallah Muhammedurresûlullah” vesselam.

Tevhid asılların aslı, özlerin özüdür. Din Rabbi’nden insana gelen yol ise tevhid bu yolun neticesinde insanın karşılaştığı, muhatap olduğu varlığın kendini tanımlamasıdır. Tevhid, Hakk’ın asliyetini yine O’nun tarifidir. Din, Hakk’ın insan için seçtiği yol. Tevhid, Hakk’ın kendisini resmetmesidir. Kendisinin ve gayrisinin mahiyetidir. Tevhid, her şeyin haddini, konumunu belirleyen mikyastır. Her şey yerli yerindedir, ihtilat yoktur. Nasılsa öyle, O’nun tarifiyle O'nu tanımak. Vaaz-ı ilahidir tevhid. Kimsenin haddi değildir onu tanımlamak. İnsanın anlayışına bırakılan hiçbir şey olamaz tevhidde. O insan varolmadan nasılsa, varolduktan sonra da aynıdır. Tevhid mahlûk olmayanın fotoğrafı sanki. Miraçtan gelen hediye-i Rabbanidir tevhid. Miraçta ne görüldüyse kendini gösteren, görüleni yine kendi tarif etmiş, işte böyle bakıp anlayacaksın, demiş.

Kur'an “Miraç”taki buluşmanın neticesi, Allah’a muhatap olma seviyesine geliş ve Allah’ın Resûlü ile beraber bizleri muhatap alması. İkisinin bizimle yaşadıklarının vesikası. Sohbete katılmamız Kur'an. Efendimiz’in mucizesi. İnsanlığı teslim alış vesikası. Aslı levh-i mahfuzda ki Resûlullah'ın kalbidir başka ne ola.

Toparlarsak din, Cibril Hadisi’ndegörüldüğü gibi İslam, iman ve ihsan'ıntoplamı olan bir hakikattir. Hadisten anlaşılacağı üzere İslam, salih amellerin neticesi oluşan selamet; iman, her varlığın sınırlarının keskin ve net hatlarla belirlenmesi, tevhide giriş basamağı, her şeye Rabbiyle bağı çerçevesinde bakılması, algılanması, kabul edilmesi, Allah’tan başlayan, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine doğru gidişin öyküsü, beraberlik için gereken zeminin kendisi; ihsan, uyanıklık hali (agahiyet), bilinç ve farkında olma hali, huzuru ilahide olma bilincini taşıma duygusu.

İslam, insana yaraşır, Rabbine sunabileceği tüm davranışlar. İman, Rabbi ve âlemi yine Rabbinin tanımladığı, tarif ettiği tarzda tanıma; ihsan, kulun Rabbiyle ikili ilişkisi.

İslam, Allah ile selamete ermek, selam yurduna varmak, mutlak itaatin ibadete dökülüşü. İman, Allah’ı tercih, emr-i ilahinin, haberi ilahinin kalbte huzur üzere karşılanması. İhsan, mahza-i lütfü ilahi, Allah’ın kuluna yakınlığının kul tarafından ilahi ita ile idrak edilmesi.

Hazreti İbrahim, Hazreti İsmail gibi... Birisi Allah’ı tam tercihin abidesi, birisi tercih edene yardımın en güzeli. Birisi Allah’ın verdiklerini, Allah’a istediği anda geri vermenin teslimiyeti; birisi Allah adamını görenin sevgi ve hayret dolu teslimiyeti...

Hazreti İbrahim Allah’tan gelen emri tasdik eyledi, yani doğruladı ve uyguladı. İşte iman Hakk’ın emrini, iradesini insanın kalbi ile tasdikidir ki amel-i salih onun doğrulaması, uygulamasıdır. İslam, imanın insandaki görünüşüdür. İhsan, imanın Hakk’a bakan yönü; İslam, halka bakan yönüdür.

İslam insanın neler yapabileceğinin izlerini verir, ihsan ise insana açılan kapının. Yolun muazzamlığını gösterir bizlere. İman, mahlûk olmayan Vech ile insan varlığının ilintisinin işaretlerini taşır. İman ifşadır aslında. İnsanın muazzamlığının ifşası. İnsanın nereden geldiğinin, neleri içerdiğinin işaretidir. İhsan Allah’ı görmek, iman gördüğünü gördüğünün bakışıyla değerlendirmek, İslam görülenle nasıl yaşamak gerekiyorsa öyle yaşamak. Hayatımızdaki karşılıkları itibarıyla İslam ibadet, iman itaat, ihsan muhabbettir.

Kim demiş Allah görünmez diye, kim demiş Allah bilinmez diye? Allah görülür, amma nasıl görülür. “Allah bilgiyle görülür.” buyurmuş Cafer-i Sadık (ra). Boşuna mı söylemiş Beyazıd-ı Bestami; (ks) “Kırk yıldır Allah ile konuşmaktayım ama konuştuklarım kendileriyle konuştuğumu sanıyor.” Boşuna mı söylemiş büyükler “Vech-i insan suret-i Rahman’dır.” diye. İnsan anlaşılmadıkça Allah bilinmez de görülmez de. “Nefsini bilen Rabbini bildi." ne güzel bir tariftir. Nasılını, niçinini, nedenini, O’nu görenlere, O'nu bilenlere bırakmak lazım.. Büyükler buyurmuşlar da ne güzel demişler; “Allah aşığını görenler Allah’ ı görmüş gibidirler.” Kainatın Efendisi buyurmamış mı; “Allah o kullarının gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olur.” diye. Allah buyurmamış mı; “Senin elini tutan, Allah’ın elini tutmuştur; Sana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir; Sen atmadın Allah attı.” diye ve Efendimiz “Beni gören Hakk’ı görmüştür.” diye buyurmamış mı?

İşte ihsan; Efendimiz’den sonra insanlığa gidebileceği menzilin öğretilmesi, öğretisi...

Hülasa İslam, iman, ihsan hepsi Allah ile ilişkinin belli yönlerini anlatan kavramlardır. Dinin yönleridir bunlar.

Hatm-i kelam; Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) ifadesiyle ”Din Hak için halkla, halk içinde Hak'la yaşama sanatıdır.”

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

“Bizim işimiz sizi sizden kurtarmaktır”  Hâce Hazretleri

“Sığınırım…

Bir tehlikenin içerisindeyim, baş edemeyeceğim düşmanlarım bana kast etmiş üzerime geliyor. Gücümün yetmeyeceği zorluklar kapımı çalmış, düzeltme imkânımın olmadığı ahlaki zafiyetler üzerime çullanmış. Perişan haldeyim, çıkış yok. Dalgaların esir alacağı bir geminin en yakın sığınağa girmesi gibi, na-hak yere aranıp soruşturma, kovuşturma geçirecek bir adamın iltica etmesi gibi… Sığınıyorum.

Kime
“Allah’a…
Masivadan. Demek ki dostum O.Ne güzel dosttur O.En zor anımda, en düşkün zamanımda tek ümidim. Beni kabul edecek tek limanım Allah’ımdır. Dostluk, arkadaşlık zor gün işidir.

Kimden
“Şeytandan…
Şatane fiili uzaklaştırılan, uzak kılınan. En uzak noktaya tard edilip kovulan demektir.

Uzakta kalmaktan, Hak tarafından uzak kılınmaktan, istenilmeyen konumuna düşmekten, Hakkın yöresinden, civarından uzak tutulmaktan…
Beni böyle bir duruma sürükleyecek tüm tutum ve davranışlardan.
Bu uzak tutulma nasıl gerçekleşir?
“Recim.”
Önceki topluluklarda insanların başka insan veya gruplar ile ilişkilerini tamamıyla kesmesini, koparmasını ifade eden bir yaklaşımdır recm etmek. En üst düzeyde, geri dönmemek üzere ilişkileri kesmek yani taşlamak.
Uzaklaştırılması en sert şekilde gerçekleşmiş olmaktan, kovulmanın en şiddetli şekliyle hor ve hakir olarak kovulup uzaklaştırılmaktan sığınırım.

Hakka en uzak nokta şeytandır. Şeytan gibi olmaktan sığınıyorum. Peki, şeytan gibi nasıl olurum. Kuranı Kerim’den örnekleri dinleyelim.

“Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.” Mümin 27
Kibir şirkin yavrusudur. İnsan ilaha şirk ile kullara kibirle böbürlenir. Hesab verme gerekliliği her şeye tepeden bakan için gururuna yediremediği bir harekettir. Hesap günü kibirli için onurunu zedeleyen bir inanıştır. Ne demek hesap vermek? Malca, mülkçe güç olarak zaten dünya hayatında üstün bir konumdadır. Bu hayatta bu nimetlerle onure edilmişken tembel, aklı fazla kesmeyen, kimi kimsesi belli olmayan insanların inandığı gibi nasıl inanabilir. Hesap vermek kendisinin bulunduğu statüden, konumdan kıyas kabul etmeyecek derecede küçük kişilerin işidir. Kibirli hesap sormak için yaşar hesap vermek için değil.
Ulul azim bir Peygamber olan Hazreti Musa kendisinin ve âlemin Rabbi’ne işte bu rezil özelliğe sahip kişilerden kaçmaktadır, sığınmaktadır.

“Bir vakit de Musa kavmine demişti: Allah size bir bakare boğazlamanızı emrediyor, ay dediler: Bizi eğlence yerine mi koyuyorsun? Dedi: Allaha sığınırım öyle cahillere katılmaktan” Bakara 67

Cehalet Allah ile dostlarının ilişkisinin ciddiyetini bilmemektir. Dostlarının Allah katındaki yerini, Allah’ın emirlerinin dostları katındaki değerinden habersiz olmaktır.
Cehalet Allah’a kaçmak, sığınmak için yeterli bir haslettir.

Ulul azim bir Peygamber savaşmıyor, hadisenin üzerine gitmiyor, Rabbine sığınıyor. Çünkü hadisenin üzerine gidilecek aşama bitmiştir. Kişiler kendi mevhum ilahları ile Allah’ın Peygamberini tartmakta, hesaba çekmektedirler.
İnsan ahlak-ı zemime bataklığına düşmüştür. Cenab-ı Peygamberimizin ”Gazab bir şeytandır, hased bir şeytandır” buyurması şeytanımızı bizlere ne güzel göstermektedir. Osman Bedruddin Hazretlerinin ifadesiyle ” Ahlak-ı zemime necaseti kübradır ”.Asıl sığınmamız gereken varlığın içimizdeki rezil ahlak olduğunu bizlerin gözleri önüne ne koymaktadır.
“«Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana düşenlerden olurum» dedi.” Hud 47    

Bilemediğimiz, her şeyin Cenabı Hak katındaki yeri, konumudur. Bildiğim her şey ise bana Cenabı Hakkın beyan ettikleri, açtıklarıdır. Hakkın beyan etmediklerini merak etmek, zanni bilgini yakin sanmak, Haktan açmadığı şeyleri açmasını talep etmek tamamen hüsrandır, ziyandır, kahırla dolmaktır. Allah ve Resulünün önüne geçmeyin emrinin muhatabı müminlerdir. Allah kulunu her yönden kıyas kabul etmez çok daha iyi bilir, kollar. Allahtan kula gelen her şey tamamıyla hayır Allah’tan gelenin dışında kulun beklediği her şey ise ibtila ve imtihandır.

Neden sığınacağım. Edebsizlıkten. Allah’ın hüküm vermesini kendimdeki bilgilerle değerlendirmekten, Allah ve Resulünün önüne geçmekten sığınacağım. Kime?  Edepsizlik yaptığım varlığa. Hazreti Ebu Bekir’in buyurduğu gibi “Allah’ım senden sana sığınırım”

“ (Meryem) ona ben, dedi: her halde senden rahmana sığınırım, sakınırsın eğer bir muttaki isen” Meryem 18

Güçsüz isen, karşılık veremeyeceğin bir durumla karşılaşmış isen, koşullar aleyhine gelişiyorsa… Koşman gereken, sığınman gereken kapı Rabbindir. Yolu sığınmadır.

Allahın kendi eller ile yetiştirdiği çiçeği, insanlığın namusu, bekâreti olan Hazreti Meryem’in içene doğan, aklına ilk gelen bela ve musibet anında Rabbine iltica etmektir. Allah’a iltica etmek ne muazzam bir yakınlıktır. Kul zorda kaldı mı etrafında kimsecikler kalmadı mı, ağalar, paşalar gözden kayboldu mu Rabbi yine yanı başında kulunu beklemektedir. Allah kulunu hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Böyle bir Rabbi yalnız bırakmak hangi vicdana sığar, hangi yüreği kanatmaz, hangi aklı sızlatmaz.

İnsanın en önemli kabul ettiği namusu tehlikede ise Allah devrede olmalıdır. İstiaze korunmaya muhtaç her şeyin sahibine sunmayı gerektirir.

“ Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve «Haydi gel!» dedi. O da «(Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!» dedi.” Yusuf 23

Zafiyet illa güçsüz olmakla açıklanamaz. Yapabileceğin, gücünün yeteceği işler de de zaaf içinde olabilirsin. Gücün var fakat zaaftasın. O zaman kaçmalısın? Kime Allah’a.

Neden kaçmalısın nefsine uymaktan çünkü her zaman rezilliği emreder. Heva ve hevesine uymaktan, vefasızlıktan, hukuka riayetsizlikten Cenabı Hakk’a sığınmalısın. Hâce Hazretlerinin “ Bütün kötülüklerin başı ve sebebi kişinin nefsinden razı olmasıdır” ifadesi kaçmamız gerekenin kontrol altına alınmamış, eğitimden geçirilmemiş içimizdeki ahlakı zemimenin yurdu nefsi emare olduğunu, sığınmamız gerekeninde Allah olduğunu bizlere göstermektedir.

Sadece üzerine gelindiğinde değil üzerine gitme imkânının da olduğu her halde kişi Allah’a sığınmalıdır.

“ Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken «Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım» dedi.” Al-i İmran 36

Cenabı Hakka adanan her şey taarruza uğrar. Büyükler “insan dünyaya geldiğinde şeytan ona tükürür ağlaması ondandır” buyururlar. İnsan doğduğunda velisi tarafından Cenabı Hakka ısmarlanmalıdır. Adamak yeterli değildir. Adağın himaye edilmesi içinde gerekenler yapılmalıdır. Gereken istiaze’dir. Adağı Allah’ın koruması için yalvarıp, yakarmaktır.

Hazreti Ali buyurmuşlar ki “Sizler ameli fazlalaştırmak için gayret ediyorsunuz, biz ise bir amel tapıp Allah’a kabul ettirmek için gayret sarf ediyoruz.” Adamak başlangıç istiaze ise sonuca vardırıcı sebeptir. Bugün Müslümanların amellerinin neticelerini alamamalarının asıl sebeplerinden biri de istiaze eksikliğidir.

“ Ve haberiniz olsun ki ben sizin beni recminizden rabbim ve rabbinize sığınmışımdır.” Duhan 20

Cenabı Hakk’ı tercih ettiği için toplum tarafından dışlanan insanın yapması gereken topluma kendisini kabul ettirme çabasından önce Allah’a sığınmasını bilmesidir. Günümüzdeki taşlamaya misaller verirsek; hâkim oldukları makam ve mevkilere kotalar koyulması, nasıl giyinmeleri, nasıl yaşamaları, hangi bölgelere girip giremeyeceklerine kadar kurallar koymak, birinci tehlike algılamasıyla iğneleyici, küçük düşürücü propagandalar yapmak… Günümüz Müslüman’ı ise kendisini temizleme derdinde. Söylenenlerin kendisine bir iftira olduğunu, kendisini anlatılmaya çalıştığı gibi olmadığını ispat etme derdinde.

Yapılaması gereken; tercih ettiğin âlemlerin Rabbine sığınmaktır. Allah faaldir. Allah nazırdır, görüp işiticidir.

“ Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir.” Mümin 56

“ İmdi Kur'an okuduğun vakit evvelâ Allaha sığın o recîm Şeytandan”  Nahl 98

Kuran Allah’ın emir ve nehiylerini içinde barındırmaktadır. Şeytan Allah’ın emrine direnmiş, kaçınmış, karşı çıkmıştır. Cenabı Haktan uzaklaştırılması, mahrum bırakılması emri şerifle muhatap olmasından sonra gerçekleşmiştir. İşte Kuran okumaya karar veren kişi de bu emri ilahilerle muhatap olmalıdır. Şeytan ne çektiyse nefsine uymaktan çekmiştir. Kuran okuyan kişi de nefs taşımaktadır. Allah’a sığınmak önlem almaktır. Uzak kılınma olasılığını bertaraf etme çabasıdır. Aman aman ben de Cenab- Hakka muhatap olacağım akıbetim uzaklık olamasın muhasebesidir.

Günümüzde insanlar devamlı Kuran okumaya teşvik edilmekte, her şeyi kaynağından öğrenilmesi gerekliliği bir şuur göstergesi olarak serdedilmektedir. Kuran teşvik edilirken istazenin anlatılmaması şeytanlaşma yolunu açmaz mı? Çünkü Kuranın kendi ifadesiyle Kuran zalimlerin zulmünü artırır. İstiazesiz Kuran okuma çabaları temizlenmeden mess edilemeyecek kelamullaha bir zulüm değil midir?

Allah’tan başkasına sığınmak
“ Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların istilalarını, taşkınlıklarını arttırırlardı.” Cin 6

Cenabı Haktan başkasına sığınmak, Allahın izni olmadan yardım edeceğine inanmak, zorda kalışını çözeceğine inanmak sığındığın varlığın kişinin üzerindeki tasallutunu artırmaktan başka bir işe yaramaz. Allah’tan başkasına sığınmak bugün toplumuzda ki bütün manevi, psikolojik hastalıkların sebebidir. Sığındığın varlığa verdiğin zarar onun azması, kendine verdiğin zarar o varlık tarafından istilaya uğramandır. Kime sığınırsan üzerindeki tasarrufunu artırmış olursun. Düşmanını kendinin yapması, büyütmesi, beslemesi bu olsa gerektir. Hüsran sığınağı yanlış tespitinin neticesidir.

Seyyid-ül istiğfarda Cenabı Peygamber “yapıp-ettiklerimin şerrinden sana sığınırım” buyururlarken tehlikenin üretiminin içimiz de olduğunu bizlere göstermiştir. Kimden, niçin sığınacağımızı öğrendik. Kime sığınacağımızı da öğrendik. Peki, bu sığınmanın sığınağı neresidir. Ahlakı zemimemizin ahlakı hamideye dönüşümü bu sığınmayla nasıl gerçekleşecektir ki sığınmamız devamlı olsun, içimizde yer etsin, kalıcı olsun.

“Rahman ,Rahim Allah’ın ismi ile”
Mevlan Câmi besmele-i şerifteki i ismin manası insanı kâmildir diye açıklayan büyüklerden birisi kendisine sorulduğunda “ o lafız ( açıklama) besmelede ki ismin tefsiridir; Allah lafzının tefsiri değildir “ buyurarak besmeledeki ismin insanı kâmile delalet ettiini tasdik etmiştir.

Hâce Hazretleri ise “İsmi azam Muhammed’dir ” buyurarak sığınağı bizlere göstermiştir.

Allah’a sığınmak Cenâbı Peygamber sığınağında mümkün olabilir.

Cenabı Peygamber Allah’a en yakın hatta edna (yakından öte ) noktadır. Uzaklık zehrinin yakınlık panzehiri Hazreti Muhammed ve varisi tâmlarıdır.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 EKİM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Pazartesi, 27 Ocak 2014 10:12

YAŞAMDAN ALLAH’A YOL; SECDE

İbadetler devamlı uyulması gereken kurallar, yerine getirilmesi gereken kaideler, üzerimize düşen borçlar vs. gibi algılanırsa hayatımızı anlamamızda, değerlendirmemizde, şekillendirmemizde bizlere hiçbir katkıda bulunamazlar. Ancak manevî bir zevk alırız, görevi yerine getirmenin mutluluğunu tadarız. Fakat ibadetlere hayatımızı anlamada ve şekillendirmede öncü rolü verilirse; düşüncemizi açıcı, ufkumuzu genişletici olması gibi ana özelliklerinden yararlanmaya başlarız. Hayatımızı kurmak için Rabbimiz tarafından vazedilen ibadetler bugün ana işlevini yerine getirememektedir. Bunun en büyük sebebi ise ibadetleri birer vazife şeklinde algılamamızdır.

İbadetlerden hayata geçişler, hayatı şekillendirmeler, anlamlandırmalar ne yazık ki yok denecek kadar azdır. Üç kitap vardır: Kâinat, Kur’an, İnsan. Bu kitaplar birbirlerini açıklar. Geçişleri yapmak için ibadetler birer işaret, rumuz gibidir. İbadetler tefekkür için vazedilmiştir. Bu yazımızda ibadetlerden secde ile ilgili düşüncelerimizi açmaya çalışacağız.

İnsan secdeye gittiğinde en yüksekte olan başını en altta bulunan ayaklarıyla aynı seviyeye getirir. En yüksek en alçakla buluşur. Bu buluşma en alt düzeyde gerçekleşir.

Secde, Yüce olanın tenezzülüdür, dûn (en alt seviyede, aşağıda) olanın bu tenezzülün şuuruna varıp gönlüyle kabul etmesidir. Allah tenezzül eder. Vahy-i İlâhi bir nüzuldür. Âdem, Allah’ın tenezzülüdür. Âlem bundan dolayı secdeye davet edilmiştir.
Yüce olanla dûn olanın buluşmasında secde mahalli Âdem idi. Âdem, Allah’ın âlemle buluşma yeriydi. Secde yeriydi. Allah, âleme Âdem ile Âdem’e ise vahy-i İlâhi ile nüzul etmiştir.

Melekler secde ederek Âdem’in hakikatini  bilerek, konumunu hiç unutmadan yaşamaya adım attıklarını izhâr ettiler.
Güneş secde etmekteydi, ay secde etmekteydi. Yerden bitme otlar, ağaçlar secde etmekteydi. Gölge durur mu burada, gölgeler secde etmekteydi. Bütün âlem secde etmekteydi. Çünkü Âdem bu âlemin içinde yaşayacaktı. Secde olmasa âlem dağılırdı. Âlemin tecânüsü, teâvünü, tesânüdü secde ileydi.

Kâinat, Rabbine secdesini hamd ile tesbih ederek yerine getirir. Namazdaki secdemizde biz de bu tesbihe katılırız.

Âdem’in hakikati, onunla birlikte yaşamını her an şuurla sürdürme gerekliliğini getiriyordu. Secde, bu şuuru sağlayan yaklaşımdı. Secde, birlikte herkesin mevki ve makamını zedelemeden yaşamasını sağlıyordu. Herkes böylece kendine Rabbin’den lütfedilen nimeti hem unutmuyor hem de tahdis-i nimetini yerine getiriyordu.

Secde Allah’a aittir. Zaten Allah’a ait olmayan ne var ki? Secde mahalli varlıkların hakikatleridir.   Allah’a secdeyi nerede yaparız? Namazımızda Kâbe’ye yönelmiyor muyuz? Secdeyi Kâbe’ye doğru yapmıyor muyuz? Bu secde Allah’a aittir. Bizler Kâbe’nin hakikatinden dolayı Kâbe’ye yöneliyoruz. Hakikat Allah’ın varlığa bağışladığı yakınlık mesafesidir ki; buna nispet denir. Kâbe’ye “Evim” buyurmuş. Yakınlık lütfetmiş. Bizler bu hakikati      unutmamak, beslenmek ve buluşmak için Kâbe’ye yönelir ve secde ederiz. Ya Âdem’in hakikati nedir? Kâbe’yi bir insan inşa etmişken insanı Allah kendi inşa etmiştir. Her inşa safhasında kendini övmüş de övmüş. Ahsenü’l-Hâlıkîn diye, insan inşasında kendi sanatını bütün muhteşemliği ile göstermiştir.

Kâinattaki milyar yıldır devam eden bu muhteşem uyum nereden gelir? Birbirlerine secde ile bağlandıkları içindir. Güzel bir yeşillik, ağaçlar ve gölgeleri, akşamları ay ışığı niçin insana huzur verir? Secde hallerinin bizlere akışı huzurumuzu oluşturur. Bütün güzellikler secdenin tebessümüdür.
Her varlığın Allah’a nispeti bilinir bilinmez hemen secde gerekir. Secde nispeti korur, hudutları muhafaza eder.

İnfak, sadaka, zekât toplumsal secdeyi sağlar. Toplum katmanlarını birbirlerine yaklaştırır, hatta buluşturmayı hedefler. Gücün belli bir kesimin eline geçmesini engeller. Üst ile altı buluşturur. Hangi toplum toplumsal secdesini yerine getirirse huzuru yakalar. Bütün değerler secde ile korunur. Secdesiz toplum vahşileşir, tekelleşir. Sınıflar arasında aşılamaz uzaklıklar oluşur. Toplum parçalanır.

İslam Allah’la kulunu buluşturduğundan her emri secdeye götürür. İslam’ın her şeyi secdedir. İslam’ın isteklerini yerine getiren kul daimi secde halindedir.

Allah kuluna neyini vermiştir? Allah’ın kuluna verdiği anlaşılınca secde edilir. Secde, Allah’ın kuluyla paylaşımını anlamanın gerekliliğidir. Kul, Allah namına yaşamaktadır. Bu  anlaşılınca katılım secde ile olur. Yûsuf Peygamber’e kardeşlerinin, baba ve teyzesinin secdesi buna ne güzel örnektir. Hazreti Yûsuf yalnız kaldı, itildi, atıldı, köle oldu, kadınların hakim olduğu ortamlarda kadınlar tarafından sıkıştırıldı da sıkıştırıldı, on dört yıl hapis hayatı yaşadı… Bütün bunları peygamber olan babasından uzakta yaşadı. Kardeşleri ise  bu yıllarda  hep Yakûb peygamberin yanındaydı. Hepsi Yûsuf’u     Allah’ın koruduğunu, özel yetiştirdiğini, kendisiyle çok özel sıfatlarını paylaştığını, Allah namına yaşamasını gördüler, bildiler, itiraf ettiler. Bu gerçeklerle bundan sonra Yûsuf’la yaşayacaklarını secde ile bildirdiler. Secde ALLAH’ın Yûsuf’a ne lütfetmiş olduğunu bilmenin karşılığı idi.

Secde aşk işidir. Sevginin kabarıklığıdır. Hayretin kuldaki görüntüsüdür. Sevgilinin vechi görününce şükür ifadesidir. Ağlamanın özüdür. Firâkın devasıdır. Firâkı anlayan kulun teselli mahallidir. Secde olmasa insan nerede teselli bulur. Secdesiz insan çıldırır. İntihar neden eder ki akılcılar? Tabiki secdesizlikten.

Secde küçüğün eğilmesi değil; haddini, kendini bilmesidir. Büyüğün eğilmesini görüp büyükle buluştuğunu görmesidir. Büyüğün bu inişine en anlamlı cevaptır. Beraberce yaşamak için küçüğün konumunu bulmasıdır.

Allah “Ruhumdan Âdem’e nefha ettiğimde hemen secde edin.” buyurdu. İnsanın içindeki nefsi ruhuna secde etmedikçe kulluk yapılmaz. Ruhun Allah’tan tenezzülüne direnmek, onu tanımamak secde etmemektir.

Secde itaat, hizmet, uyum ve tevhiddir. Kulun Allah’la kendinde hududu muhafaza ederek buluşmasını secde sağlar. “Secde et yaklaş.” bunu anlatır. İnsanın yaklaşması ancak secde ile gerçekleşir. Sana gelenin farkına varman ve şanına yakışır şekilde onu karşılaman secdeyle mümkündür. Allah’a ait her şeye secde etmeyi öğrenen, Allah’a her an yaklaşmayı öğrenmiştir. Allah’a sanatında secde edilir. Sanatı secde mahallidir.

Kul Rabbinin tenezzül ettiği yeri müşahede ettiğinde secde o yere koşuşu, kapanışı  temsil eder. Namazda  her rükün bir defa yapılmasına karşılık secde iki defa yapılır. Kur’an ilk levhe sonra Peygamberimiz’in kalbine nüzul ettiğinden namazda iki secde vardır.

Peygamberimiz sırlanmasına yakın “Er-refiku’l-âlâ” en yüce arkadaşa buyurduğunda Hazreti Âişe’nin dizine yatmış elleri göğüslerinde idi. Efendimiz Rabbine secdesini her zaman insanda gerçekleştirmiş. Arkadaşlığını her zaman insanda göstermiş. Sırlanma vaktinde de en yakın haldeyken O’na yürümüştür.

Allah ile insanda buluşanların secde mahalli, buluştukları insanın kendisidir. Müslümanların Allah’a nerede secde yapacaklarını bulamadan Allah’a yakın olmaları nasıl mümkün olabilir?

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

İlâhî, perişanız, deva ihsan eyle. Eylediğin devanın şükrünü eda etmeyi nasip eyle.

İlâhî, dağıldık, içimiz paramparça, cem eyle. Toparla bizi. Senin elin nereye değerse şifa ender şifadır.

İlâhî, önce söz verdik sonra kendi amelimizle deldik, bozduk. Senden bizlere güzellikler gelmezse yaşayan ölüler oluruz. Lütfunla dirilt bizleri.

İlâhî, Sen bizim her şeyimizsin. İnancımız budur. Bizler aciz varlıklarız. İhtiyaçlarımız ise sonsuz. Bizi kandıracak Sen’sin. Yardımını bir an olsun üzerimizden kaldırma. Bizi bize bırakma.

İlâhî, sevgi Sensin, sevdalın ise bizler. Muhteşem Sensin, hayranın ise bizler. Azim Sensin, zelil ise bizler. Aklımıza her düştüğünde kalbimiz yerinde duramaz olur. Azametin korkumuzun kaynağı. Azametin hayretimizin kuvveti.

İlâhî, ne de güzelsin. Güzelliğinle utancımız artar da artar durmaz olur. Güzelliğin hayâmızın sürekliliğini sağlar.

İlâhî, bizlerin yaşamı Sana hizmet, Sana adanmışlık. Senin yardımınla her an başarımız. Senin devamlı nazarın hayatımız, serpilişimiz, neşv ü nema bulmamız. Sen ne kadar da bizleri kendine bağlamışsın. Sen bizleri kendine tam köle kılmışsın. Şükürler olsun rızan ile gerçekleştirdiğin her şeye ki bizlere gelen her lütuf oradan gelmiş.

İlâhî, Rabbimizsin, anamız-babamızdan yakın. İlâhî, dostumuzsun, en iyi dostumuzu sonsuz utandıracak şekilde. Senin bizlere muameleni kim görürse başı öne eğik, yüreği buruk, dilinde hayret, gönlü heybetinden şaşkın şaşkın dolaşır durur Mecnun misali.

Ya Rabbi, Sevgilin bir köpek leşinin yanından geçtiğinde yanındaki arkadaşları burunlarını tıkamaya çalışırken asasıyla öndeki iki dişine dokunarak “Ne güzel de dişleri var!” buyurmuş. Bizler yine Sevgilin’den öğrendik ki “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti”. Bizler de kendimizi o leş mesabesinde görüyoruz. Sevgilinin bizlere baktığı gibi bak, ya Rabbi.

Sen bize nazar kılmazsan kim bize bakar?  Bizleri affınla yıka, mağfiretinle dirilt, rahmetinle coştur.

Sen Settar’sın bizleri düşmanlarımıza kendinle gizle. Sen bizi kendinle gizlemezsen açıkta kalırız. Düşmanlarımıza yem oluruz.

Sen Zahir’sin bize bir an olsun gizlenme. Sen gizlenirsen yaşamımızın ışığı gider. Karanlık zaten geldiğimiz yer. Bizlere ışıl ya Rabbi.

Sen nurusun yerin göğün, içinin, dışının. Bizler nasıl gizleriz düşüncelerimizi, niyetlerimizi Senden, Sen nurken. Her şey Seninle zahir iken. Bizler gaflette iken şefkatinle bak ya Rabbi. Büyüklerin deyişiyle; anamızın bizlere baktığı gibi bize bak ya Rabbi.

Başka kapımız yok. Başka dostumuz yok. Olmasını da hiçbir zaman istemiyoruz. Yıkığız, kendimize yaptığımızı başka kim yapabilir ki bize.

Cennetine sadece rahmetinle girilirken rahmetinden başka hangi dayanağı ararız ki. Rahmetin gayretlerimizin kıblesidir. Rahmetin senin bir süsün değil ki aslındır, tabiatındır. Seni tanıdıkça gayretimiz artıyor. Senden uzaklaştıkça amelimize güveniyoruz.

Zulmün içimizde yer etmesini engellemeni diliyoruz Senden. Sen mâni, engel olansın. Sakın bizlere lütfettiklerini yüzümüze vurma, biteriz ya Rabbi. Sizlere sermaye vermedim mi diye sorarsan ne deriz ki sana ellerimizi dizlerimize, göğüslerimize vura vura eyvah demekten öte.

Sen yüzünüzü nereye yöneltirseniz benim yüzüm oradadır buyurmuşsun. Yüzümüz yok ki, ah, ah, ah yüzümüz yok ki. Avucumuzun içinden kayıyorsun, yüreğimiz meyuslaşıyor, hırçınlaşıyor. Lime lime olduk ya Rabbi. Bütün sermayemiz sunduğun lütuf, verdiğin sözlerdir ya İlâhî.

Senin bizden rızan zor değil fakat rızanı hissetmek en değerli anımız. Bizim Senden rızamız zor fakat değeri bizim kadar. Senden bize ne gelirse saadet içinde saadet, bizden Sana ne giderse şekâvet içinde şekâvet.

Allahım biz bilmeyiz Sen bilirsin. Biz hayır deriz, şer çıkar; şer deriz, hayır çıkar. Bizim bilmemiz Sensin. Seni izlemek kulluğumuzun özü. Seni kim izleyebilir ki. Kim Seni yakalayabilir ki kendini ele vermezsen, iz bırakmazsan.

Bildiğimiz ne kadar güzel, latif, manalı kelime varsa Sana temas ettiğinden değerlenmişken hangi kelimeyi oluşturalım. Sen bütün güzel isimler benimdir diye buyurmuşken Sana Senden başka hangi yolu arayalım. Bütün iyilik, güzellikler Bendendir buyurmuşken kötülükten gayri Sana bizler ne sunabiliriz ki. Ey bizi satın almaya aday Allahım, satın al demeye yüzümüz yok. Sana Senden sığınıyoruz. Kendi hiçliğimizden Senin varlığına koşuyoruz. Biz hiç Sen hepsin ey sevgili.

Seni Sensiz nasıl anarız. Hak, Hak ile bilinir buyurmuşlar da ne güzel buyurmuşlar  Nakşibendîler.

Düşmanlarımız bizi yenebilir ama asla Sana ihanet etmeye elimiz uzanmaz.

Her gaflet anımız Seni terk etmek demektir. Sana arkadaşlığımızı ne kadar da az gösteriyoruz. Ne ulu bir bekleyiş Senin bekleyişin. Ne kadar büyük yazık bizim Seni bekletişimiz.
Kirliyiz temizle. Kırığız bütünle. Umursamaz haldeyiz şuur ihsan eyle. Her an şüpheliyiz salim kıl. İçimizde pusuda düşmanlarımız hazır yardım kıl, bizi koru.
Dünya hayatı bizi başıbozuk yaptı, hadiseler esir aldı, arzular her yönden elimizi kolumuzu bağladı, herkes kendi arzuları için bizleri kullanır oldu. Esir hayatı yaşıyoruz. İmdat Allahım halas eyle, bizleri kendine has eyle.

İsyan bize, mağfiret Sana. Acziyet bize, kudret Sana. Zâfiyet bize, kemalat Sana. Gaflet bize, şuur Sana. Adamak bize, kabul etmek Sana. Seni zikretmek bize, bizi zikretmek Sana. İstemek bize, dilediğini lütfetmek Sana. Kulluk bize, izzet Sana. Düşkünlük bize, kaldırmak Sana.

Ne biliyorsak Sen öğrettin. Ne yapıyorsak Sen izin verdiğinden. Bizi ve amellerimizi var eden Sensin ya Rabbi.

Bugün ise bizler Sana sadece yardımcı rolünü uygun gördük. İhtiyaçlarımızı karşılama vazifesini üstüne yıktık.     İlişkilerimizde günahlarımızı affetmeyle sınırını tayin ettik. Yaradılış gayemizi kendimiz belirlemeye, tarif etmeye kalktık. Hatta Seni tarif etmeye, yorumlamaya kalktık. Yanımızda bir figür olarak Sana yer biçtik. Vicdanlarımızı hapishanen kıldık. Seni hiç sevdiklerimizi düşündüğümüz gibi düşünmedik. Seni kabul ettik,  yeterli gördük. Hislerin olduğunu hiç düşünmedik. Seni soğuk, hissiz, yalnız kabul ettik. Sevdiklerinde Seni bulduktan sonra utanıyoruz. Bizleri bu yozluktan, acımasızlıktan, cehaletten halâs eyle, kendine has eyle. Ne olur bizlere rahimiyetinden şuur ihsan eyle.  Bizler kendi zayıflığımızla hareket ettik. Sen ise kendi şefkat ve merhametinle muamele eyle.

Rızkından yiyip, içiyoruz. Hislerinle tadıyoruz. Gözünle görüyoruz. Kulağınla işitiyoruz. Ya Malik-el mülk ne kadar da paylaşımcısın. Seninle doyuyor, Seninle görüyor, Seninle tadıyoruz. Ya Rabbi, ne kadar da yakınsın. İç içe geçmişiz. Etle kan, etle tırnak gibi. Ruhla beden gibi. Her şeyi iç içe yapmışsın. Sen karîbsin. Sen yakınlıksın, yakınlık Sensin.
Sana sevdiklerinle varmayı nasip eyle. Seni sevdiklerinde görmeyi, sevdiklerinde bilmeyi nasib eyle. Seni en güzel sevenler anlatır. Sevenlerinden Seni dinlemeyi nasib eyle. Bizlere nazar kıldığında sevdiklerinin gönüllerinde hazır bul. Nazar kıldığında isyanda, gaflette isek hemen tevbe nasib eyle. Güzel işlerde isek devam nasib eyle. Seni sevenlere sevgimiz var, kabulümüz vardır. Hayatımızı sevgililerine adanan, etraflarında pervane olarak hizmet eden hayatlara dâhil eyle.

Ya Rabbi sevgini rızkımız yap, Seni sevgi diliyle okumayı öğret. Kıblemiz Sensin,çevremiz Sen. Meramımız Sensin, devamız Sen. Yârimiz Sensin, yaranımız Sen. Gülümüz Sensin, gülistanımız Sen. İsyanımız Sana, affın bize. Gafletimiz Sana, rahmetin bize. Utanmamız isyanımızdan değil inceliğinden ya Rabbi. Umudumuz amelimizden değil şefkatinden ya Rabbi. Seni sevmemiz adamlığımızdan değil bizleri sevmenin neticesi. Senin kulların olmak şeref olarak her şeyimize yeter. Bizler inancımızda Senin gibi bir ilâhımız olmasından tarifi mümkün olmayacak derecede hoşnuduz, memnunuz. Sen de bizleri hoşnut olduğun kullarına hizmetkâr yap. Sevdiklerine sevdir. Sevdiklerini    bizlere gizleme. Atalarımızın buyurduğu gibi haykırıyoruz:

“Padişahı âlem olmak kuru bir kavga imiş / Bir velîye bende olmak cümleden evlâ imiş”.

Ey kutlular kutlusu
Ey büyükler büyüğü
Ey misalsiz güzel, emsalsiz Azîm.
Nasib ettiğin kadar Seni seviyoruz.
İzin verdiğin kadar hizmet ediyoruz.
Güvenimiz, umudumuz Sensin.
Tek güzel, en güzel Sensin.
Allah’ım ne kadar güzelsin.
Gerçekten Sen Âlemlerin ve
Hazreti Muhammed’in Rabbisin.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

“İnsan Allah’ın en büyük sıfatıdır. Çünkü sıfatların çoğu üzerinde cem olmuştur.”*


Kâinat aşkla  insanın sahneye çıkışıyla tanıştı. Aşk kâinata insan ile gülümsedi. Moğollar Müslümanlara akıl almaz işler yaptılar. Müslümanlar paramparça oldu. Ne ilim kaldı nede ekmek. Ne ahlak kaldı ne de devlet. Mevlana Konya’dan gülümsedi. Yunus Anadolulun bağrından yakardı. Aşk dediler. İnsanlık yeniden toparlandı, hayat buldu. Sihirli kelimeydi aşk. Esmadaki Hüsna idi aşk.

Allah hazine idi. Hem de gizlimi gizli. İradesi bilinmeliğini diledi. Zatından zatına yöneldi. Tecelli eyledi. Âlem olup bitenlerden habersizdi fakat sezileri olmuyor da değildi. Âlem şaşkındı. Ne oluyordu?  Sanki gönül şevkteydi. Bu coşku sezisi nedendi, nerdendi? Gönül etrafına gülücükler saçıp dağıtıyordu. Hali değişik mi değişikti. Kimse bu hali anlayamıyordu. Bu halin öncesi yoktu. Atalar, önceki nesiller hiç böyle bir halden bahsetmemişlerdi. Sanki âlemi gönüldeki neşve silmişti. Herkesi var olma kaygısı bürümüştü. Kimisi meraklı, kimisi endişeli. Hiç kimse ne olabileceğini bilemediğinden tahammülsüzdü. Etrafı anlaşılamayan bir tedirginlik aldı.

Kutlu ses duyulmaya başlandı. Her canlı pürdikkat varlık endişesiyle kulak kabarttı. Kutlu ses Ben dedi “gizli bir hazine idim”. Varlıkların kalpleri durdu sanki. Donmuş bir hale geldiler. Rableri, ilahları, malikleri… Hizmetinde hayatlarını geçirdikleri rableri gizli idim buyuruyordu. Ne demekti bu. Yaşadıkları neydi. Onu takdis ediyorlar, tesbih ediyorlardı. Bir dediğini iki etmemişlerdi. Gizliyim ne demekti. Hazineyim ne demekti.

Kutlu ses buyruğuna devam etti “bilinmeliğimi irade ettim”. Varlık âlemi öyle bir korkuya kapıldı ki korku korkmuştu sanki. Mesnetleri olan Rableri ile yaşanmışlık zemini kaymaya, sallanmaya başlamıştı. Ama Kutluluk sahibi sevinçliydi. Onun üzerinde bugüne kadar hiç görmedikleri izler, işaretler görüyorlardı. Bilemedikleri isimler neydi dersiniz hizmetkârların. İsimler Kutluluk sahibinin üzerindeki izler, hallerdi.

Kutlu ses buyruğuna devam etti  “bilinmelik irademi çok sevdim”.Herkes şaşkındı. Rableri kendi iradesine aşkını mı ilan ediyordu. Malikleri kendi aldığı karara sevda mı duyuyordu? İlahları kendi kendisine âşık mı olmuştu? Gözü kimi görürdü ki artık. Varlık daraldıkça daraldı. İçlerine çekildikçe çekildi. Büzüldükçe büzüldü. İradesini rablerinin sevmesi ne demekti. Bunun neticesi ne olabilirdi. Âlemin aklını bu peşi sıra gelen soru yumakları yemeye başlamıştı. Olamaz böyle bir şey diyenler çoğalmaya başlamıştı. Fakat Kutluluk sahibi bunlara iltifat etmiyordu. O kendi muazzamlığında tekti. Tek iken aldığı karar Onu sevindirmişti. Kararını sevmişti. Tekliği muhteşemdi.Kibriyası eşsizliğindendi.Dediğini kimse diyemez,yaptığını kimse yapamazdı.Dileği hüküm ,dileği adalet,dileği hikmetti. Ne oldu ki birden muhteşem ,eşsiz rableri  bir varlığı kutlu sesiyle âleme geliyor diye nida ediyordu…

Kutlu ses devam edip buyurdu “İnsanı yarattım”.İnsan geliyor insan. Kutlu ses hiç bu kadar tesir etmemişti varlığın kulağına. Ne kadar da içten gelen bir nidaydı bu. Varlığı şu soru kemirdi durdu. Varlık neredeyse eriyecekti. Rablerinin azametiyle yalnız muhteşemliği devam edecek miydi? Bu nasıl bir varlık ki âleme gelişini Allah geliyor diye bildiriyordu. Dem o demdi âdem o âdemdi.

Karanlıktan, yokluktan geldi. Topraktan, çamurdan yapıldı. Allah nurundan, ruhundan ona nefha eyledi. Üstelik varlık biliyordu ki nur da, ruh da şey-i  vahidir. Sonra Allah âleme döndü secde edin buyurdu. Cenabı Peygamber buyurmamış mıydı “Allah’a en yakın an secde anıdır”diye. Allah âleme en yakın olmuştu. Hadi buyurdu sizde bu yakınlıkta benimle olun. Bırakın kendi yakınlıklarınızı.

Varlık şaşkındı. Âlemi alt üst eden dalgalarla gelen insandı. Yokluk ve karanlıktan gelip çamurla yoğruldu. Böyle bir varlığa Allah nurundan, ruhundan nefha etti. İnsan benim sırrım ben de insanın sırrıyım buyurdu. Sır yani gizem. İkisi arasında başkasının olmaması. Allah nasıl olurda bir varlığa sırrını açardı! Kendini ele nasıl verirdi. Bunu ne yaptırabilirdi!

Âdem bütün ihtişamıyla zuhur etti. Meleklere Allah hadi buyurdu bendeki bu hali açıklayın? Varlık sus pus oldu. Sen dediler bize kendi hakkında ne bildirmişsen bizler onu biliriz. Âdeme döndü Allah sen söyle buyurdu. Âdem arkadaşını anlatır gibi, dostunu dillendirir gibi, sevgilisinden bahseder gibi anlatmaya koyuldu. Varlık şaşkındı. Allah ile arkadaş olunur muydu? Allah dostluk yapar mıydı? Resmiyet sivilliğe toslamıştı. Âdem âlemde yalnızdı. Allah da muhteşemliği ile yalnızdı. Âdem Allaha arkadaş olmuştu. Hali ile hâllenmişti. Hadi buyurdu Allah Âdeme secde edin. Varlık Âdemi Hak kapısı, sırdaşı, arkadaşı, dostu… Halifesi bilip etrafında peyke başladı. Mürşidi kâmilin gönlünü bütün varlık peyk eder buyurmamış mı Nakşibendîler.

İnsan artık sahnedeydi. Meraklı gözler önünde herkes Ona muti idi. Kıyıda köşede acımasız, kendi kendini kemiren düşmanı da vardı artık. Gerçeğe hoş gelmişti. Düşmanı olmayan nasıl gerçek olabilirdi ki…

Bütün varlığın anladığını biri anlamak istemedi. Ayak sürttü. Direndi. Neticede kibirlendi. Gerçeği örtmek istedi. Ne kadar da böndü. Ne kadarda alçakça davrandı. Sonunda kovulanlardan oldu. Kovuldu ama her yer Allahın mülkü değimliydi? O Allah ile ilişkiden kovuldu. Allahın mutlu gününde Ona savaş açtı, arkadan vurmaya çalıştı. Bilgi sahibiydi cahil oldu. Hizmetkârlardan idi hain oldu. Artık kaçak yaşayacaktı, kaçak saldıracaktı.

Ey İnsan sen atanı unutma. Atanın sulbünde Allah’a verdiğin sözü unutma. Allah seninle açılmak irade ederken sen sakın ha ihanet etmeye kalkma.

Ey İnsan o dem bu dem o âdem bu âdem buyurmuşlar. Sahibine koşmayan neye koşmuş sayılır. Sahibini bilemeyen neyi bilmiş sayılır. Arkadaşını unutan neyi hatırlar.

Ey İnsan sen kimin sırrısın, nerelerde dolaşıyorsun?

Ey İnsan sen yaradılış gayeni bilemezsen neyi bilmiş sayılırsın.

Ey İnsan bil ki sen âlemin şaşkınlığı, Rabbinin aşığısın. Varlık seninle kapasitesini nasıl artıracağını öğrendi. Sen Rabbinin öğrencisi, âlemin öğretmenisin.

Ey İnsan bil ki sen varlığın ufkusun, Rabbinin nadide kulusun.

Gel ki incitme gaflette kalma ki incinme.

*Hâce Hazretleri’nin (kuddise sırruh) ifadesidir.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2009 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort