SEYYİD HULUSİ YAHYAGİL

 

seyyid_hulusi_yahyagil

SEYYİD HULUSİ YAHYAGİL (1895- l986)

 

“Biz kapısının eşiğinde duracağız. Sebatla bekleyeceğiz. Mutlaka bir gün bir vesileyle açılır. Şayet kapı yine açılmazsa o kapıda sesi ünsiyet etmiş birisinin sesiyle o kapıyı çalar, sesleniriz. Tabir caiz ise askeriyedeki protokoller gibi. Misal; Veysel Karânî, Abdülkadir-i Geylanî Hazretleri gibi sesleri beğenilmiş zatların münacatları ile o kapıyı çalacağız.” (Seyyid Hulusi Yahyagil)


Çoğumuz, işlerimizin yoğunluğunu, günlük meşgalemizin çokluğunu, dünyalık vazifelerimizin yükünü bahane ederek Cenâbı Hakk’a karşı olan görevlerimizi yerine getirmekte gafil davranıyoruz. Bunun yanlış bir davranış olduğunu bile bile bunca bahane üreten nefsimizin oyunlarına düşmekten kendimizi bir türlü kurtaramıyoruz. Çünkü insanın nefsin hile ve desiselerinden korunması için ciddi bir terbiye görmesi gerekir. Bu terbiye de ancak bir Allah dostuna ve onun gönül verdiği davasına zahiren ve batınen kemali hizmetle mümkün olur. Yani büyüklerle olan rabıtası kişiyi gün-be-gün adeta pişirerek nefs, şeytan ve onların avanelerine karşı daha dirençli hale gelir.


Nefs ile mücadele ve mücahede çok zorlu bir iştir. Bu yüzdendir ki bu noktada başarı gösterebilmiş kişi sayısı oldukça azdır. Çünkü bizi hayırla bile kandırabilen bir varlıkla karşı karşıyayız. İbni Ataullah İskenderî Hazretleri; “Sen nefsine bu kadar silah ve mühimmatı verdikten sonra onunla savaşmaya kalkıyorsun. Bundan daha büyük ahmaklık olur mu?”  buyurarak onun hile ve oyunlarından emin olunamayacağını bize anlatmaya çalışmış, onun, ancak onu iyi tanıyan ve onunla olan mücadelesini bi-iznillah kazanmış bir zatın himmeti ve nazarıyla istenilen sınırlar içerisinde tutulabileceğini bize haber vermiştir.


Meselenin böyle olduğunu büyüklerin hayatlarını tetkik ettiğimizde daha iyi görebiliyoruz. İşte dünyevi meşgalesinin yoğunluğuna, hatta işi gereği kendi hür iradesiyle istediği zaman hareket etmesi bile mümkün olmamasına rağmen; nefsin arzu ve isteklerine gem vurabilmiş, Bediüzzaman Hazretleri ile hayatı boyunca sadece altı kez görüşmesine karşın ömrünü istikamet üzere geçirmiş bir zatı, bu ay bize ayrılan bu sayfadan siz değerli okuyucularımıza anlatmaya çalışacağız.


Albay Hulusi Yahyagil. 1895 yılında Elazığ’da dünyaya geldi. Henüz yirmi yaşında bir delikanlı iken Birinci Dünya Savaşı’na katıldı, Çanakkale ve Kafkas Cepheleri’nde savaştı. Bu savaş yüzünden yarım kalan tahsilini 1925 yılında tamamlayarak harbiyeden mezun oldu. Alaylı bir zabit (mektep görmeden ordu içinde yetişmiş subay) olan babası Yahyazade Mehmet Efendi’nin subay oğlu olarak ordudaki görevine başladı.


Talebesi olduğu Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Şeyh Said hadiseleri sebebiyle 1925 yılında önce Burdur’a ardından Isparta ve Barla’ya sürüldü. Üstad burada sekiz yıl kaldı ve Risale-i Nur’un büyük bir bölümünü burada yazdı. Hulusi Efendi de 1928 yılında Isparta/Eğridir’e tayin oldu. Bu tarihlerde bir yüzbaşıdır ve Isparta’ya gelişinden takriben bir yıl sonra Üstad’la tanışır. Tanışması da biraz ilginçtir aslında. Cami cemaatinden, Şeyh Mustafa adıyla bilinen meczup bir zat, müteaddin kereler kendisine; “Senin derdinin dermanı Barla’da. Orada bir zat var, onu ziyaret et!” der ve kendi el yazısı ile çoğalttığı bir Risale’yi okuması için verir. Hulusi Bey el yazısının karmaşık olması hasebiyle bu nüshadan pek fazla istifade edemese de en kısa zamanda Üstad’ı görmeye gider. Bu ilk ziyaretlerinde Üstad'ın yanında epey kalmış ve görüşmeleri de oldukça uzun sürmüştür. Bu görüşmeden ve yapılan sohbetten oldukça etkilenen merhum Hulusi Bey, bu günleri ve Üstad’la tanışmasını anlatırken; “Hayatımda bir inkılâb oldu.” diye belirtir. Kendileri, bu tarihten sonra artık Risale-i Nur’un hizmet dairesi içine girmiş ve gece gündüz durmadan risale yazıp çoğaltmaya başlamıştır.


Bu ilk ziyaretten sonra Eğridir’de kaldığı iki yıl içerisinde Barla’ya beş defa daha gider. Bu geliş gidişlerde Üstad’ın birçok kerametine şahit olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri bir defasında; “Kardeşim! Uzaklığın alameti olan mektuplaşmak, âdetim değildir. Fakat sen yazabilirsin.” diyerek aralarındaki irtibatın mektupla da sürebileceğini ifade etmiş o da görevi sebebiyle gittiği her yerden aklına takılanları yahut kendisine sorulan soruları üstadına bildirmiştir. Bu mektuplaşma o kadar güzel bir netice vermiştir ki bundan sadece kendisi istifade etmekle kalmamış, bugün binlerce insanın okuduğu, Üstad’ın “Mektubat” adlı eserinin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır.


Tayini bir müddet sonra Eğridir’den Konya-Karapınar’a çıkar ve böylece Üstad’ın yanından ve sohbet halkasından uzaklaşmak zorunda kalır. Başlangıçta da ifade etmeye çalıştığım gibi bazı kararlar insanın elinde olmuyor. Tabii memuriyet işte. Tayin edildiğiniz bölgeye gitmek zorundasınız. Bu tayinlerden birinde de memleketi olan Elazığ’a vazifelendirilir ve tabur komutanı olarak görev yapar.  Burada görev yaparken kamuoyunda “Dersim İsyanı” olarak bilinen hadise cereyan eder.


1938 yılında meydana gelen hadisede isyanı bastırmak için görevlendirilen birlikler arasında Yarbay Hulusi Bey ve askerleri de vardır. Oraya sevk edildiklerinde hadise neticelenmek üzeredir. Ancak merkezi hükumet bu isyanı bastırmak ve ayaklanmanın bir daha başlamasını önlemek için gereken her şeyi yapmak istemektedir. İsyan denilen şeyin aslında birkaç dağ köyünün vergi vermemekte direnmesi olduğunu ise olayın canlı şahitlerinden yıllar sonra öğreniyoruz. Çok basit bir-iki önlemle noktalanabilecek olaylar kısa zamanda umumileşmiş ve adı bile değiştirilip Tunceli olan Dersim alev alev yanmaya başlamıştı.  Ancak Hulusi Bey’e verilen emir ise gayet nettir: Külliyen İmha!..


Tabii şuurlu bir Müslümanın suçlu ile suçsuzu ayırt etmeden, adeta kurunun yanında yaşın da yanabileceği topluca bir cezalandırmaya rıza göstermesi mümkün değildir. Birliğinin bir takım ağır silahlarla da teçhiz edilip, bölgeye gönderilmesi sırasında adeta bunalmış ve içindeki sıkıntı bir türlü yatışmamıştı. Hatta öyle ki ömrünü bu vicdan azabıyla geçirmektense istifa etmeyi bile düşünmüştü. İşte tam bu sıralarda emir eri kendisine bir mektup verir. Bu, Kastamonu’da sürgünde bulunan Bediüzzaman’ın, yazıp önce Isparta'daki bir arkadaşına, oradan Nevşehir-Ürgüp'te müftülük yapan kardeşi Abdülmecid Ünlükul’a, Abdülmecid Efendi’nin de zarfını değiştirip çeşitli vesilelerle kendisine ulaştırdığı mektuptur. Mektupta şu ifadeler yer almaktadır:


“Hulusi’nin bir hüznü, bir gailesi var olduğunu hissediyorum. Merak etmesin, Risale-i Nur şakirtlerine inayet ve rahmet-i ilâhiye nezaret eder. Dünyaya ait meşakkatler madem sevap verir geçerler, o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Sen ve Hulusi bütün dualarımda ve kazançlarımda berabersiniz.”


Bu mektubu okuduktan sonra içindeki sıkıntıdan kurtulup rahat bir nefes alan ve istifa fikrinden tamamen vaz geçen Hulusi Efendi bu harekâta katılır. Meselenin nasıl neticelendiğini ise kendi ağzından dinleyelim:


“Mektup bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. İsyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek-tük birkaç mermi attıksa da hiç kimseye bir şey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Allah yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan bizi kurtardı ve muhafaza etti.”
Efendisi’nin dualarıyla bir sıkıntıyı daha atlatmış ve bu tarihten sonra, albay olarak emekliye ayrıldığı 1950 yılına kadar mesleğine devam etmiştir. Emekli olduktan sonra memleketi Elazığ’da ikamet etmiş ve burada sevenleri ile görüşmeye, onlara ilgi ve alaka göstermeye devam etmiştir. Üstad ile geçirdiği günlerini, ondan öğrendiklerini taliplilerine kemaliyle anlatmaya; onlara ihlâs ve takvasıyla, tevazu içindeki sade yaşantısıyla örnek olmaya özellikle gayret göstermiştir. Muhitinde bulunan âlimlerden hocaefendilere, esnaftan talebelere kadar herkesle iyi geçinmiş, güler yüzünü ve nasihatini kimseden esirgememiştir.


Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ilk talebelerinden olan Albay Hulusi Yahyagil 25 Temmuz 1986 senesinde Elazığ’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kabri, Elazığ’ın tarihi bölgesi Harput’taki Meteris Kabristanı’nda, İmam Efendi medfun olduğu türbenin hemen kuzey yönünde, etrafı demir cağlarla çevrilmiş aile mezarlığı olan bir parselin içindedir. Sanduka biçimindeki kabrinin baş tarafındaki şahide taşında: “Risale-i Nur’un birinci talebesi, Emekli Albay Es-Seyyid İbrahim Hulusi Yahyagil. Ruhuna El-Fatiha!” yazısı bulunmaktadır. Mekânı cennet olsun.


Nasıl bir şahsiyet olduğunu daha iyi anlamamız açısından Avlarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin kendisi hakkında söylediği şu mısralarla yazımızı noktalamak istiyoruz:
Gülbin-i tevhidde gunce-i hemrah, Hulusi Efendi kardeş; Nur-u tevhid ile dilde dilara bir haknüma zata olmuşsun yoldaş, Tuttuğun dümeni elden bırakma, ilm-i ledünnane olmuşsun sırdaş, Kerem-i Kerim’e bu mazhariyet bir kadr-i vâlâya olduğun hâldaş. Hamd eyle Mevlâ'ya rube zemin o! Nâ-ehle esrarını, eyleme faş.


Bu ayki yazımızı yazarken mared.gen.tr, elazigajans.blogcu.com, nur.gen.tr, saidnursi.de, talhaugurluel.com, haber7.com, bediuzzamansaidnursi.org, yeniaktuel.com.tr, risale-inur.org, nurpenceresi.com internet adreslerinden istifade etmiş bulunmaktayız. Emeklerinden dolayı kendilerine teşekkür ederiz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2010 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort