JoomlaLock.com All4Share.net

YERYÜZÜNÜN ÖĞRETMENİ OLABİLMEK İÇİN GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLMAK LAZIM

Yeryüzünün Öğretmeni

Yeryüzünün Öğretmeni Olabilmek İçin Gökyüzünün Öğrencisi Olmak Lazım - Veysel Özsalman

Sayı : 116 - Ağustos 2017

 

Yeryüzünün Öğretmeni Olabilmek İçin Gökyüzünün Öğrencisi Olmak Lazım

 

Öğrenme ve öğrendiklerini başkalarına aktarabilme kabiliyeti Hz. Mevla tarafından insanoğluna verilmiş ve onu bütün mevcudat içerisinde farklı hatta diğerlerine amir olacak şekilde üst mertebelere ulaştıran bir lütuftur. Alaka ve gayreti nispetince herkes öğrenme ve daha sonra öğretme faaliyetlerinden müstefit olabilir.

Bugün her ne kadar çerçevesi çizilmiş ve artık meslek haline gelmiş olsa da öğrenme ve öğretmeye zaman, mekân ve miktar bakımından hudut çekilemeyeceği de herkesin kabulüdür. Nasıl ki talebe ile muallim arasında mektepte vuku bulan hadiseye tedrisat, bugünkü adıyla öğretim diyorsak, anne ile evladı, usta ile çırağı, komutan ile acemi er arasındaki bilgi akışı da böyle değerlendirilebilir. 

Öğretim faaliyeti bazen bir peygamberin ümmetini, hatta Efendimiz’in (sav) bütün insanlığı, irşat etme vazifesi gibi azami boyutlarda olabileceği gibi buna kıyasla bir annenin çocuğuna en temel hususları öğretme sorumluluğu gibi asgari boyutlarda da olabilir. 

Öğretme vazifesinin çoğu zaman bir insan tarafından yerine getirilmesinin yanı sıra bazen şuursuz diye baktığımız diğer canlılar hatta zaman zaman cansız varlıklar bile öğretici mahiyette olabilir. Bu manada “hakiki mürit taşa baksa irşad olur” denilmiştir.

Fıtratında bulunan bu öğrenme kabiliyet ve arzusu insanı diğer varlıklar karşısında üst mertebelere çıkmasına vesile olsa da öğrenilenlerin mahiyetine bağlı olarak daha aşağı seviyelere düşmesine de sebep olabilmektedir. Çünkü insanın değer kazanmasına vesile olan bütün güzel hasletler gibi onu aşağılara çeken bütün menfi hususiyetlerde öğrenme yoluyla kazanılır. “Her doğanın İslam fıtratı üzerine doğması” ve sonra müspet yahut menfi olacak olanın olması bu durumu açıklamaktadır.

Her gün giderek artan ve bizleri sürekli daha fazla huzursuz eden sıkıntılarımızın kaynaklandığı nokta da burasıdır. Bizleri rahatsız eden içtimai çöküntünün temelinde hepimizin bildiği, kabul ettiği ama buna rağmen ihmal ettiği, sonrasında da “bize ne oldu da böyle olduk” diye sormaktan kendimizi alamadığımız meselelerin kökü buraya uzanmaktadır. Eğer hayat baştan sona bir öğrenme ve öğrendiklerini hareketlere aksettirme vetiresi ise, -ki biz “müminin hayatı talim, tatbik ve tebliğden ibarettir” düsturunu benimsiyoruz, evvela şu soruların cevabını vermemiz icap eder: Ne öğrendik? Kimden öğrendik?

Bahsettiğimiz ve edemediğimiz bütün “öğreticiler” kadrosu, yani ana babalar, iş verenler, imamlar, öğretmenler ve diğerleri, bize hangi müfredatı hangi usullerle tatbik ettiler? İşte bu sorunun cevabı ile “bize ne oldu da böyle olduk” sorusunun cevabı neredeyse birbirinin aynısıdır.

Maalesef biri karnında diğeri kucağında iki çocuğuyla birlikte katledilen, savaşın yaşattığı bütün olumsuzlukları geride bırakmaya çalışırken daha vahşi ve aşağılık bir muameleye maruz kalan masumların ardından, gündemimizde üst sıralara alabildiğimiz bu sorunun asıl muhatabı bahsettiğimiz öğreticiler kadrosudur.

Evde anne, okulda öğretmen, camide imam, askerde komutan, iş yerinde usta ve daha birçok yerde birçoklarının elinde yetişen ama kimsenin ruhlarına dokunamadığı nesiller… Beşikten mezara kadar her safhası akla vurgu yapan, tabiatı, insanı ve bu ikisinin birbirleriyle olan ilişkilerini adeta bir makine gibi anlamaya, anlatmaya çalışan bir dünya görüşü ve bu dünya görüşüne dayanan baştan sona kaba, katı, değerlerimize yabancı ve neresinden tutarsak tutalım elde kalan bir tedrisat…En temel ve insani meseleleri dahi vahşilerin bile reddedeceği bir anlayışla önümüze koyan bir öğretim faaliyeti… 

Basit bir misal verecek olursak bugün lise seviyesindeki talebelere “ekonominin” ne olduğu anlatılmaya çalışılırken ders kitabının, hocasının ve tabii ki modern dünyanın kabul ettiği en basit tanım şudur: “Ekonomi, sınırsız insan ihtiyaçları karşısında sınırlı olan kaynakları en iyi şekilde kullanmanın bilimidir.” Burada insanı dehşete düşüren şey “ihtiyaçların sınırsız” kabul edilmesidir. Bunu öğrenen bir nesilden daha sonra diğer insanları, tabiatı ve değerleri tahrip etmemesini nasıl bekleyebiliriz. Her şeye ihtiyacı ve hakkı olduğunu düşünen bireyler yetiştirip sonra “Bize ne oldu da böyle olduk?” diye sormanın akıl ve mantığa uyan bir tarafı yoktur.

Yine farklı bir derste “özgürlüğü” tanımlarken “bir başkasının sınırlarını çiğnemeden her istediğini yapabilmek” ifadesi kullanılmaktadır. Peki bu “başkası” diye ifade edilen kimdir? Nedir? Onun sınırları nerede başlar? Nerede biter? Bu sorulara cevap verip açıklık getirmeden, sınırları muallak bir özgürlük alanı tarif edilen gençlerden, ileride nerede durması gerektiğini bilmesini istemek onlara yapılmış bir haksızlık değil midir?

Sayısını çoğaltabileceğimiz ve hayatın her safhasından bulup getirebileceğimiz bu misaller karşısında tedbirler evvela “öğreticiler kadrosu” dediğimiz ve bir insanın yetiştirilmesinde pay sahibi olan herkes tarafından alınmalıdır. Bu kadronun tümü kendi müfredatlarını gözden geçirerek aslında doğru bildiğimiz yanlışları ayıklamakla işe başlamalıdır. 

Usta çırağına ücretini verirken “… size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.” (Bakara 172) ikazını hatırlatsa, komutan silah kullanmayı öğrettiği askere “…attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı…” (Enfal 17) ayetini hatırlatsa, muallim talebeye okuttuğu dersin ardından “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) beyanını paylaşsa ve bunları beraberce tahlil edebilseler cemiyetin çehresi şüphesiz şimdikinden daha müspet bir hale bürünürdü.

Bilge Kral namıyla bilinen Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in “Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım.” sözü bahsettiğimiz durumu ne güzel özetlemektedir. Çünkü bize yüzünü semaya dönmüş ve elindeki malzemeyi hakikat mayası ile mayalamış kişilerin rehber olabileceğini söylemektedir. 

O halde bize düşen hasbelkader hayatın bir safhasında herhangi bir sıfatla öğreten konumunda bulunuyorsak, elimizdeki en ufak bilgi kırıntısını bile hakikat ölçüsüyle ölçmek ve muhatabına bu şekilde sunmak için gayret sarf etmektir. Bu da ancak kendimize gökyüzünün öğrencisi olmuş öğretmenleri bulmakla mümkündür.

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort