JoomlaLock.com All4Share.net

NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR?

Nerede O Eski Ramazanlar

Nerede O Eski Ramazanlar? - Veysel Özsalman

Sayı : 114 - Haziran 2017

 

Nerede O Eski Ramazanlar?

 

Bazı ifadelerin sürekli tekrarlanması, nesilden nesle aktarılıp büyük küçük herkesin dilinde dolanması hiç yadırganmazken, bazı ifadeler de her işitildiğinde insanı hafakanların basmasına vesile olur. İlk olarak bahsettiğimiz ifadeleri ikinci sırada zikrettiklerimizden ayrı bir yere koymamıza sebep olan en büyük fark, onların çoğu zaman mübalağa ve mecaz vasıtasıyla dahi olsa bir hakikate işaret ediyor olmasıdır. Bir milletin tarih boyunca kazandığı tecrübe ve ahlakından süzerek elde ettiği darbımeselleri, vecizeleri birinci zümreye dâhil edecek olursak, tıpkı yazımıza başlık olan ifade ve onun gibi neye işaret ettiği belli olmayan diğerleri tezat teşkil eden kümeyi kendiliğinden meydana getirecektir.

Bugün -istisnalar hesaba katılmadığında- “orta yaş” diye adlandırılanlar listesinde kaydı bulunanlarınki de dâhil olmak üzere, “Nerede o eski ramazanlar!” şekildeki bütün hayıflanmalar sadece meseleyi iki kat daha komik hale getirmektedir. Çünkü bu ifadenin ne isabet ettiği bir hakikat ne de kendisini anlaşılır kılan bir ölçüsü vardır. Kabaca bir hesapla şimdiden başlayarak üç beş senelik dilimler halinde geçmişe göz attığımızda tam olarak iştiyak duyulan, hasreti çekilen devrenin hangisi olduğu bir muammadır. Yahut yine aynı hesapla taksim ettiğimiz zamanın hangi cüzünün hangi sebeple diğerlerine üstün gelerek iltifata mazhar olduğu da anlaşılamamaktadır? 

Ağız alışkanlığı olarak muhtelif hadiseler için kullandığımız bir söz kalıbının ramazan ayına intibak ettirilmiş haliyle “Nerde o eski ramazanlar!” diyerek belirttiği teessüfü ciddiye alarak, cemiyet nazarında geçmiş ramazanları titiz bir incelemeye tabi tutsak, şimdikiyle eski ramazanlar arasında hakikaten bir fark bulabilir miyiz? Yahut bir fark bulabilmek için zamanda ne kadar geriye gitmemiz icap eder?

Artık yaşı kemale ermiş olanlarla birlikte çağın debdebe ve efsununa kendisini kaptırmamış olanları bahis dışında bırakırsak, “Nerede o eski ramazanlar!” diye iç çekenlerin iştiyak duyduğu şeyin, herhalde çocukluk ve gençlik hatıralarıyla basit bir sıla hasretinden ibaret olduğu anlaşılacaktır. 

Diğer taraftan eğer bu söz ile paylaşmak, kardeşlik, zengin fakir herkesin bir sofraya oturması, fukaranın esnaftaki hesabının tanımadığı hayırseverler tarafından kapatılması, bir aylığına da olsa şahsi ve içtimai hareketlerin gözden geçirilmesi gibi hususlar kastediliyorsa, işte o ramazanların izini bulmak için bir hayli geriye gitmek gerekecektir.

Cemiyet hayatının çeyrek asırlık son devresini ele alacak olsak her biri diğerinin aynısı, basmakalıp davranış ve anlayışlarla geçirilmeye çalışan ramazanlarla karşı karşıya kalırız. Mesela diğer zamanlarda reklam filmlerinde “çıplaklar kampı” kaçkınlarının oynadığı yiyecek ve içecekler nasıl oluyorsa ramazanla birlikte birden “iftar sofrasının vazgeçilmezi” kisvesine bürünür. Bütün bir sene boyunca kızağa çekilmiş olanlarla birlikte meydanı hiç boş bırakmayan akademisyenler ramazan temalı en ilginç konularıyla gündemin ortasına oturur. Yine bütün sezon boyunca kanalların dizilerden, evlenme programlarımdan geçilmeyen yayın akışı geceli gündüzlü sahur ve iftar programlarıyla dolup taşar. Belediyeler sene boyunca peyderpey yaptığı lüzumsuz etkinliklerini bu sefer ramazan geldiği için topluca tatbik etmeye kalkar…

Neredeyse ömründeki bütün rama- zanları yukarıda bahsettiğimiz ve daha birçoğundan bahsedemediğimiz ve artık ne yazık ki ramazanın rutin işleri haline gelmiş zırvalarla geçiren fertlerin, özlemle bahsettiği bir ramazan kulağa garip gelmektedir. Elbette ramazanda yenilen pide, içilen şerbet ve misafirlere gösterilen hürmet eskisi ayarında olmayıp onu aratır vaziyete gelmiş olabilir. Ancak ramazanı sadece bunlara irca ederek bu ibadetin hayata katmak istediklerini, yani onun “ruhunu” göremeyerek “Nerede o eski ramazanlar!” diye sızlanmanın elbette bir manası yoktur. Ama biliyoruz ki bu hayıflanma ne sadece yeme içme arzusunun neticesi ne de tatlı gençlik hatıralarına duyulan hasretin dile gelmiş hali değildir. Bu büyük ihtimalle kuvvetlice esmeye başlayan manevi rüzgârların “Bir şeyler eksik!” diye kulağımıza fısıldayarak bizi mecbur bıraktığı arayıştır.

İşte bu arayıştır ki cevabı ancak her sual ve müşkülümüze olduğu gibi en belirgin hatlarıyla asrı saadete yani Peygamber Efendimiz (sav) ve O’nun güzide sahabilerinin hayatına bakılarak verilebilir. Zahirde her şey tamam, çok şükür bütün imkânlar yerindeyken hâlâ bir mahrumiyet hissi duymanın ve bunun sebebini maddi unsurlarda aramanın manası yoktur. O halde yapılacak en faydalı davranış kaynağa yönelmek ve asıl eksik olanı aramaktır. Çünkü onların örnek hayatı bize kaybettiğimiz anlayışı yeniden kazandıracak misallerle doludur. 

Her şeyden önce onlar ibadetleri bir külfet olarak değil elbette ki bir rahmet olarak idrak etmişlerdi ve bu şuuru evlatlarına da aşılama gayreti içerisindeydiler. Bugün birçoklarının yaptığı gibi akıl baliğ olmuş çocuklarını dahi “dayanamaz” diyerek sahte ve beyhude bir tavırla, kendilerince, menfi durumlardan muhafaza etmeye çalışmak yerine, asıl esirgeyici olan Mevla Hazretleri’nin buyruğuna uyarak yavrularını bedenen ve ruhen sakınıyorlardı. Mesela Hz. Ömer ramazanda sarhoş olan birisini “Yazıklar olsun sana! Bizim çocuklarımız bile oruç tutmaktadır!” diyerek azarlarken bu işin ciddiyetini belirtmektedir.

Ashâb-ı kirâm Rasulullah’a (sav): “Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorunca, Efendimiz (sav): “Ramazan ayında verilen sadaka.” buyuruyorlardı. Ebette ki bu sadaka kimin verdiği, ne kadar verdiği, kime verdiği haber bültenlerinde, gazete sayfalarında boy boy fotoğraflarla cümle aleme ilan edilen sadakalardan değildi. Bu sadaka “Sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmamalı!” düsturuyla gerçekleşir ve ola ki fukaranın kalbi incinir diyerek son derece itinalı davranılırdı. 

Ramazan ayı şimdiki gibi fazla kilolardan kurtulup zayıflamaya bir vesile olarak yemeden içmeden kesilmek değil de, bütün azalarıyla çirkinliklerden “imsak” etmenin ve bunu ömrün tamamına tatbik etmenin vesilesi kılınmaya çalışılırdı. Nitekim bu hususta Efendimiz (sav): “Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver ya da çatarsa, ‘ben oruçluyum’ desin.” buyurmuşlardır. Yine aynı hususa başka bir hadisi şeriflerinde “Kim yalan konuş- mayı ve yalan dolan iş yapmayı terk etmezse, Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına kıymet vermez.” diye- rek dikkat çekmiş- lerdir.

Rasulullah (sav): “Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihya ederse, geçmiş günahları affolunur.” buyurmuştur. Bunun üzerine ashâb-ı güzîn ramazan gecelerini ibadetle ihya etmeye ehemmiyet göstermişlerdi. Her sene tekrar verilen televizyon dizilerini ibadet şevkiyle seyretmenin, kanalı değiştirdiğimizde yahut televizyonu kapattığımızda günaha giriyormuş hissi verecek şekilde pazarlanan “ramazan özel” programlarının, belediyelerin tertiplediği ramazan eğlencelerinin bu geceleri ihya edecek ibadetler arasında olmadığını söylemeye herhalde lüzum yoktur.

Şimdi Resûlullah (sav) ve O’nun ashabının hayatlarını ölçü edinerek kendimize “Nerede o eski ramazanlar?” diye soracak olursak manalı, faydalı ve cevabı gayet net şekilde ortada olan bir soru sormuş oluruz. Cenabı Hak bizleri noksanlarımızın madde değil ruh planında olduğunu fark edip bunları sahih kaynaklarından ikmal edebileceğimiz ramazanlara eriştirsin. Amin...

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

Bu kategoriden diğerleri: « SÜNNETE RİAYET RAMAZANDAN SONRA... »

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort