JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazar, 01 Eylül 2019 00:09

İMAN-AMEL MÜNASEBETİ

iman amel ilişkisi

İman-Amel Münasebeti - Abdülkadir Visâlî

Sayı : 136 - Nisan 2019

 

İman-Amel Münasebeti

 

Allahu Teala’nın, elest bezmi diye bildiğimiz, daha doğrusu bildirdiği ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilahi hitabına muhatap kılmakla kıymetlendirdiği o vakitte bir yönüyle bizi şereflendirmiş, bir yönüyle de büyük bir sorumlulukla mükellef kılmıştır. Şereflendirmiş çünkü yarattığı onca mahlûkat arasından bizi eşref, ekmel ve ekrem olan insan olarak halk etmiş, bütün kâinatı bizim için, bize hizmet için var etmiştir. Diğer yönden de bizim dışımızdaki hiçbir mahlûkunu tâbi tutmadığı imtihanlarla bizi sınamak, neticede cennet yahut cehennem gibi iki ebedi menzilden birisini bizim için hazırlamak suretiyle aslında belimizi bükecek bir yükü bize yazmıştır.

Belimizi bükecek ifadesini özellikle kullanıyoruz çünkü insanlığın kâhir ekseriyyeti olarak biz bu işin fehminde olamasak da hakikati böyledir. Rabbimizin bizi halife olarak yaratması bizim için büyük bir mesuliyettir esasında. Biz meseleye; insan olarak seçilmişliğe, hep nimet penceresinden baktığımızdan tabiri caizse işin oyununda eğlencesindeyiz. Hâlbuki büyüklerimiz Allahu Teala’nın kendilerine ihsan ettiklerini hemen nimet olarak görmemişler. Ellerine geçen maddi manevi her şeyi, önce bakmışlar; “Biz bununla Allahımızı razı edebilecek miyiz, bunu onun muradı doğrultusunda kullanabilecek miyiz?” diye değerlendirmişler. Eğer bu sorulara verdikleri cevaplar olumlu ise ne âlâ, yok menfi ise bunun mesuliyetinden Cenabı Hakk’a sığınmışlar ve kendileri hakkında nikmet (intikam, ceza) olmasından çok korkmuşlar. 

Bizim gerekliliklerini yerine getirmeden, elimizi taşın altına koymadan hayatı ve mematı oyun ve eğlenceden ibaret zannederek selef-i salihinin ifadesiyle “cenneti garanti etmişçesine” neşe içerisinde geçirdiğimiz vakitler Nasreddin Hoca fıkrası gibi. Hoca merkebini ıslık çalarak arıyormuş ya. Hem eşeğini kaybettiğini öğrenen hem de hocanın neşesini gören komşusu bu durumunun sebebini sorunca hoca cevabı yapıştırmış, “Bakmadığım bir tek şu tepenin arkası kaldı. Orada da bulamazsam sen o zaman seyret feryadı!” demiş. Şimdi biz de tıpkı hoca gibi henüz tepenin ardını görmediğimizden -kabri, haşri, mizanı henüz bilemediğimizden- keyfimiz yerinde lakin orayı gördüğümüzde -Allah muhafaza- bizim için geç olmasın, biz de Nebe Suresi’nde misali verilen “Keşke toprak olsaydım.” (Nebe 40) diyenlerden olmayalım. 

Tabi bu duruma düşmemek ve “Allah’ın selamı üzerinize olsun, siz temize çıktınız, öyleyse içinde ebedi kalmak üzere cennete girin.” (Zümer 73) müjdesine nail olmak için evvelen yapılması gereken sahih bir imana sahip olmaktır. Bu sıhhatin ölçüsü elbette Rabbimizin ve peygamberimizin belirlediği ölçülere uygun olmasıdır. Yani inanmak istediğimiz gibi değil de inanmamız gerektiği gibi inanabilmek meselenin özüdür. Allahu Teala’dan başka bir ilah, mabud, maksud bulunmadığını/bulunamayacağını bilmektir. Atamız Hazreti Âdem’den Efendimiz’e kadar gelmiş bütün peygamberler bu gayeye matuf, tevhidi tebliğde bulunmuşlar. Her türlü şirk unsurundan arınmış, yalnızca ona kulluk edilen ve yalnız ondan istenen bir yerde durmaktır ki buna kulluk denilmiştir. Bu kulluğun sağlaması ise ancak ve ancak Efendimiz’in (as) peygamberliğini tasdik ve onun yaşadığı hayatı tatbik etmekle olur.

Tabi bu hakikat, ulaşılması hedeflenen bu nimet-i uzma, elbette ki sadece inandım demekle elde edilemeyecek kadar büyük. Eğer sadece inandım demek yeterli olsa idi münafıkların ehli cennet olması gerekirdi. Hâlbuki bunun tam aksine dilleriyle inandım deyip de bunun içini doldurmadıklarından, inanmanın gerekliliklerini yerine getirmediklerinden, kâfirlerden daha aşağı bir derekeye müstahak olmuşlar ve tabiri caiz ise cehennemin dibini boylamışlardır.

İşte bu yüzden salih, kâmil âlimlerimiz inanmanın nasıl olması gerektiği gibi inancı destekleyecek, sağlamlaştıracak, muhafaza edecek hakikatleri de Canabı Hakk’ın emri şerifine, Rasullullah Efendimiz’in belirttiği ölçülere uygun olarak tarif buyurmuşlar. İmanı kısa ve öz olarak “dil ile ikrar, kalb ile tasdik, mucibince amel” diye ifade etmişler. 

Malum olduğu üzere akaidde (inanç esasları) imamlarımız Ebu’l-Hasan Aliyyü’l-Eşarî ve Ebu Mansur Muhammed Maturîdî hazretleridir. Mezhebleri nisbeleriyle anılagelmiştir ki amelde Şafiî, Hanbelî ve Malikî mezhebine mensup olanlar itikatta İmam Eşarî’nin görüşlerini benimsemişlerken, Ebû Hanife’nin görüşlerini taklit edenler ise İmam Maturîdî’nin belirlediği usûl dairesinde inanç esaslarını kabul etmişler. Aralarındaki bu ihtilafın, meseleleri ve o meselelerin çözümü için kullandıkları delilleri ele alış biçiminden kaynaklandığını yani kullandıkları metod yönünden bir farklılık olduğunu da bilmek gerekir. Bu yüzden farklı olarak görüş beyan ettikleri hususlarda da neticede aşağı yukarı aynı kapıya çıkan ifadeler kullanmışlardır. İşte temel meselelerde herhangi bir görüş ayrılığı bulunmayan, her şeyleriyle ehli sünnet ve’l-cemaat dairesinde bulunan ve bazı kaynaklara göre (bkz. es-Subkî, Tabakatü’ş-Şafiiyyeti’l-Kübra) sadece on üç meselede aralarında ihtilaf olan bu iki mezhebin farklı görüş belirttiği noktalardan birisi de iman amel ilişkisidir.

Kısaca ifade etmek gerekirse Eşarîler genel olarak amelin imandan bir cüz olduğunu ifade etmişler, Maturîdîler ise amelin imandan cüz olmadığını, ancak imanın muhafazası için amelin gerekliliğini vurgulamışlardır. Dikkat edilirse yukarıda da belirttiğimiz üzere burada görünüşte bir ihtilaf bulunsa da ifadeler birbirlerinin mütemmim cüzleri gibidir. Peşinen söylemek gerekir ki ikisi de amelin gerekliliğine vurgu yapmışlardır. Zaten ayeti kerimeler de öyle buyurmuyor mu? Birçok yerde (Ör: Asr 3, Bakara 277, Yunus 9) imandan sonra salih amel zikredilmiştir ki maalesef bugün biz bu hakikati anlamaktan çok uzak bulunuyoruz. Hatta öyle ki imanımızın zayi olabileceğinden hiç endişe duymuyoruz. Taklidi imandan aslında bize hakiki faideyi verecek olan tahkiki imana erebilecek miyiz, diye akıbetimizi merak etmiyoruz. Bu bizim dünya imtihanını ve ahiretin ebediliğini anlayamamış olmamızdan, ciddiyetini idrak edemememizden kaynaklanmaktadır. 

İster imanın bir parçası, olmazsa olmaz cüzlerinden birisi olarak anlaşılsın; ister muhafazası, cilası olarak kabul edilsin en büyüğü olan namazdan başlamak suretiyle bütün ameller bizim için önemlidir. Çünkü her amel iyi ya da kötü bir tercihten ibarettir ve muhakkak ind-i İlahî’de olumlu yahut olumsuz bir karşılığı vardır. Bizim için mühim olanı elbette ki Rabbimizi razı edecek salih ameldir. Salih amel için kişi Rabbini tanımalı yani marifetullahtan hissedar olmalı ki hem ne yapması gerektiğini bilsin hem de yapacağı işleri onun kabul edeceği, razı olacağı şekilde yapsın. Bu ise kişinin her şeyden önce güzel bir anlayışa sahip olmasını gerektirir. Bu marifetle/anlayışla kişi güzel bir niyet tutar ki amelin salahı zaten bu niyetle mümkündür. Aksi takdirde aynı fiilleri yapan kişilerin birisinin cennette yüce derecelere nail olduğu, diğerinin ise cehenneme müstahak olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir. Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî hazretlerine göre niyet “Allah’ın rızasını tahsile ve Onun hükümlerini tatbike yönelen irade demektir. Yapılan fiil niyetle kabul edilir. İster dünyaya taalluk eden işlerde olsun -ki bu ya doğruluk ya da fesat demektir- isterse de ahirete taalluk eden işlerde olsun -bu da sevab ya da ikab manasına gelir- niyet esastır ve bu muhakkak rıza-i ilahiyi tahsile yönelmelidir.” 

Sahip olduğumuz bu bilgilerin ancak amel etmek için olduğu hususunda ise “Emanet ve Ehliyet” adlı eserde özetle şöyle denilmiştir:

“Amellerimiz aynı zamanda fıkıh ilminin de konusudur. Gayesi ise insanı dünya ve ahirette saadete ulaştırmaktır. İmam-ı Âzam Ebu Hanife fıkhı ‘Kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. İmandan sonra amel etmek ahiret saadetini temin etmek için dünya meşgalelerini gönülden çıkarmaktır. Bundan maksat dünya hırsını, mal sevgisini terk edip bütün imkânlarını Allah yolunda hizmete vasıta kılmak ve böylece ahiret saadetini elde etmektir.’ diye tarif etmiştir. Lehimizde ve aleyhimizde olan şeyler ise Allah’ın Kitabı’nda, Rasul-i Ekrem’in sünnetinde muhkem ve müfesser olarak belirlenmiştir. Böylece insanoğlu kendisine tebliğ edilen bu hususlarla mükellef tutulmuştur. Bu malumattan sonra üzerimize düşen onlarla amel etmektir. Amelde muvaffak olan müslümanlar nimetlere mazhar olur. Rasulullah Efendmiz’in; “Bir kimse bildikleriyle amel ederse, Allahu Teala o kimseye bilmediklerini öğretir.” buyurduğu sabittir. Zerre miktarı iyiliğin de kötülüğünde karşılığının verileceği, hesap gününe hazırlanan her mümin, İslam’ı öğrenme ve salih amel işleme hususunda titizlik göstermelidir.”

Büyüklerimiz buyurmuşlar ki; “Ezelde Allah vardı, biz yoktuk. Rabbimiz ihsan buyurdu, kendini gizledi, bizi var etti. Şimdi bize düşen varlığımızı ortadan kaldırıp Hakk’ın varlığını ispat etmektir.” Çünkü ihsanın karşılığı ancak ihsandır. Bizi var etmek suretiyle Rabbimizin Kendisine vasıl olmamız için yaptığı ihsana biz de onun (cc) razı olacağı şekilde, heva ve hevesimizi öne çıkarıp şerik koşmadan, iman etmeli ve varlığımızdan kurtulacak salih amellere say etmeliyiz. Ancak böylelikle Rabbimizin ceza gününde ihsanına, ikramına mazhar olmayı ümit edebiliriz. İşte bu ihsana nail olup ebediyyen said olabilmek ve mesud olanlarla/salihlerle birlikte illiyyin cennetine dâhil olmak için sağlam bir inançla içimizi gönlümüzü lebalep doldurmalı; dışımızı da salih amellerle tezyin etmeliyiz. Ancak bu zahir ve batın dengesini kurmak suretiyle maddi manevi marazlarımızı biiznillah gidermeye büyüklerimizin de himmetiyle muvaffak olabiliriz. 

Cenabı Hak cümlemizi kâmil imandan yana nasibi bol olanlardan, salih amellerde de muvaffak kıldıklarından eylesin. Peygamberimiz’in (sav) ifadesiyle “İnandım dedikten sonra müstakim olanlardan...” olmayı bizlere ikram etsin.

Bu hayatı ancak büyüklerimizin dizinin dibinde, sohbetlerinde hayırlı işler yaparak geçirebileceğimiz şuurundan bizi gözümüzü açıp kapayıncaya kadar gafil etmesin.

 

Yazar: Abdülkadir Visâlî

 

Pazar, 01 Eylül 2019 00:08

TASAVVUFÎ MANADA “AMEL” NEDİR?

Tasavvufi manada AMEL nedir

Tasavvufî Manada ''AMEL'' Nedir? - Vahdettin Şimşek

Sayı : 136 - Nisan 2019

 

Tasavvufî Manada ''AMEL'' Nedir?

 

Muhterem kardeşlerim, bu ayki ana temamız olarak İslam’da salih amel nasıl olmalıdır, iman-amel ilişkisi ve tasavvufi manada “amel” nedir? Bu ana başlıklar altında konuyu sizlerin istifadesine sunmayı gerekli gördük. 

Malumunuz olduğu üzere günümüz İslam anlayışı genel olarak modernizm kıskacında, vicdanlara hapsedilmiş, ferdin yaşayış şekline, yaşadığı ortama göre şekillendirdiği bir hayat şekline dönüşmüştür. Yerine göre sadece inanmanın yettiği, ehli küfürü ürkütmeyecek şekilde, bazen laik, bazen liberal, bazende sosyalist düşünceleri benimseyebilen bukalemun misali ortama göre renk değiştiren bir şahsiyetsiz kimlik ortaya konulabilmektedir. Bunun neticesinde de ne Allah’a (cc) sadık bir kul ne de güvenilebilecek bir müslüman olunulmamaktadır.

İşte tam bu noktada yaklaşık son iki yüzyılda ehli küfrün ve özellikle siyonizmin niçin ehli tasavvufu itibarsızlaştırmaya çalıştığını anlayabiliyoruz. Onlar şunu çok iyi anlamışlardı ki, İslam sadece zahir bilgiyle yaşanan bir din değildir. İslam asıl olarak gönülde yaşanan bir dindir. Elbette bilgi önemlidir. İlim Allah Teala’nın yüce sıfatlarındandır. Bu açıdan -haşa- önemsiz sayamayız. Fakat bu bilginin dahi aslının kalbi, vehbi ve ilhami olduğu ehlinin malumudur. Dolayısıyla şunu kasdetmek istiyoruz ki, iman dediğimiz şey dil ile ikrar edilmesi gerekse de kalbe Halık-ı Zülcelal hazretleri tarafından yerleştirilmiş bir cevherdir. Bunun da koruyucusu-sigortası salih ameldir. Salih amelin kalbte yerleşmesi için de salih insanlarla birlikte olmak ve onların tecrübe ile elde ettikleri mükemmel şahsiyette bir kul olabilme yolunu talim etmekle olur.

Bunun içinde tasavvuf büyüklerinin insanı kâmil olma yolunda ortaya koydukları amelleri yine onlardan öğrenerek yapmaya gayret etmek muvahhid ve mustakim bir mü’min olabilmenin en kestirme yoludur.

Buradan hareketle tasavvuf yolunda “amel” mefhumunun neleri kapsadığını öğrenmek açısından mürşidimiz Hâce Hazretleri’nin (ksa) engin bilgilerine başvurmak adına bir soru tevcih ettik.

-Efendim büyüklerimizin mübarek hayatları anlatılırken şöyle bir tabir söyleniyor; “Mürşidinin gözetiminde amelini tamamladı.” Burada bahsedilen “amel” hangi manaya gelmektedir. 

Cevaben buyurdular ki: Burada kastedilen amel seyri süluk sistemi yani onun yanında seyri sülukunu tamamladı. Sülukunu onun yanında İkmal etti demektir. Tasavvufun öngördüğü terbiyenin yetişme ve yetiştirme metodunun tamamı, “amel” ifadesinden kastedilen budur. Şimdiki eğitimde verilen bir nevi formasyon manasına gelir. Amelini tamamlamış kamil bir zatın yanında formasyon eğitimi görmüş kastedilen budur.

Bu amel kapsamlıdır. Yani öncelikle akideyi kapsıyor. İtikadını tashih etmiş, sohbetler ile amelini salihleştirmiş, bakarak o ortamda bulunarak ahlakını güzelleştirmiş. Rabıtayı kuvvetlendirerek, muhabbet ve mutabaatı artırarak ahlakını güzelleştirmiş, tekamül ettirmiş. İhvan ile iç içe bulunarak insanlarla diyaloğunu insanlara olan şefkatini ve merhametini ülfet ve ünsiyetini düzeltmiş, tekamül ettirmiştir. Sürekli mürşidi ile birlikte olarak onun terbiyesinde insani erdemleri, değerleri öğrenip insanca muameleyi öğrenmiştir. İşte onların nazarları ile büyüklerin himmetleri ile tasarrufatıyla ruhanilerle irtibata geçmiş bir ruhaniyet kesbetmiştir. Sadatı kiram İle ilişki kurmaya başlamış. Mezmum sıfatlarını değiştirmiş, mülhimeyi aşmış, mutmaine, radiye, merdiyyeye ulaşmış. Tüm bu özelliklerinin tamamına amel deniliyor. Bbunları tamamlamış tekamül etmiş sülukunu ikmal etmiş kamil olmuş yani kemal’e gelmiş ve dolayısıyla irşada hak kazanmış ve kendisine hilafet verilmiş yani “amelini tamamladı” demekten kasıt budur.

İşte bunlarla birlikte bu tarikatın usulü ne ise yani evradında, ezkarında, adabında bir usul var misal bizdeki usul: kalp dersinden başlamış latifelerini çalıştırmış aslına ulaştırmış, nefyi ispata geçiş yapmış. Yani Zikri Sultaniye ulaşmış Tevhid’in hakikatine ermiş. Bu usulü de tamamlaması gerekir. Bunlar ile birlikte yukarıda bahsedilenleri de tamamlarsa bu kişi amelini tamamlamış olur. 

Hâce Hazretleri’nin (ks) buyurmuş oldukları terbiye metodu sonucunda mü’min şahsiyet, gerçek manada Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin defaatle tekrar buyurarak önemine vurgu yaptığı salihler, sadıklar, sıddıklar, muttakiler, ebrarlar sınıfına girer. Artık onun için her amel salihleşmiştir. İbadeti yalnız Allah Teala’ya (cc) tahsis ederek, bir an dahi Hak’tan gafil olmayanlar zümresine erişmiştir. 

İbn Ataullah el-İskenderi hazretleri: “Ameller bir takım cansız suretlerdir. Ruhları ise, içlerinde bulunan ihlas sırrıdır.” buyuruyorlar. İşte bir insanı kamil elinde amelini tamamlayan kişi de amellerine adeta canlılık kazandırmış olur. İrşada ehliyet kazandığı için önceden kendisi gibi olan mü’minleri eğitmeye ve onların da amellerine canlılık kazandırmaya gayret etmeye başlamıştır. 

Tasaavvuf yolunda kamil mürşidin elinde amel yapmaya başlayan mürid mutabaatı ölçüsünde Hak Teala hazretlerine yakınlık kesbetmeye başlar. Her geçen gün “Allah’ı görüyormuşcasına ibadet etme hali onda artmaya başlar. Mürşidi ile olan rabıtası güçlendikçe, yani gönlünde Allah’ın dostuna olan muhabbet ve yakınlık ziyadeleştikçe huzur hali de o müridde şuur olmaya başlar. Evliyaullah babullah, yani Hak kapısı olduğu için onların gönlüne gönlünü bağlayan salik o kapının önünde açılacağı günü bekler. Kapı açıldığında da artık beraberlik sırrına ermiş ve yakınlığı elde etmiş olur ve amellerin en salihi olan marifetullaha ve dolayısıyla muhabbetullaha erişir.

İmam Efendi hazretleri konumuzla ilgili olarak Sohbetnâme’sinde bir hadisi şerifi zikrederek şöyle buyuruyor:

Sahâbe-i güzîn hazerâtı (Allah şefâatlarına nail etsin) pek acâib idiler. Aleyhisselâtü Vesselam Efendimizden: “Hangi ameli icra edersek daha ziyâde sevap kazanırız?” diye sormazlardı da “Ya Rasulallah, biz ne yaparsak muhabbet ve kurubâta (Allah ve Habîbine yakınlık) nail oluruz?” diye sorarlardı. Çünkü, maksat ve gaye sevap kazanmak değil, muhabbet ve kurbet (yakınlık) kazanmaktır. İbâdette kim olsa bulunabilir. Fakat herkes muhabbet ve kurbel ehli olamaz. Bununla beraber ibâdet etmemek de lâzım gelmez. Zîrâ muhabbet ehli olanlar ibâdetten de asla geri durmazlar. (Gülzârı Sâmini 1. defter, 5. sahife)

İşte büyüklerimizin de emir buyurdukları üzere mü’mini yakin derecelerine ulaştıracak imanı zahirde ve batında Allah Teala hazretlerinin güzel gördüğü, Efendimiz’in (sav) ve büyüklerimizin hem emir buyurarak, hem de mükemmelen tatbik ederek bizlere talim buyurdukları amelleri yaparak kazanabiliriz. Amelsiz bir varidat elde etmek mümkün değildir.

Geçmişten günümüze kadar özellikle tasavvuf yolunda olduğunu söyleyen bazı insanlar Allah dostlarının belli bir makama eriştikten sonra onlardan teklif kaldırıldığı için amel yapmak zorunda olmadıklarını söyleyerek aslında kendi amelsizliklerine delil aramaya çalışmışlardır. Bunun neticesinde de fıska fücura düştükleri halde süslü kelimelerle artık Hakla birlikte olduklarını bu yüzden -haşa- Hakk’ın ibadet etmeyeceği hezeyanlarını savurarak hem kendilerini hem de onlara inanları küfür bataklığına sürüklemişlerdir.

Burada izah edilmesi gereken şudur ki; büyüklerimiz ömürlerinin tamamını Allahu azimuşşana ibadetle geçirmişlerdir. Şeriatın emirlerinden bir an dahi ayrılmamışlardır. Fakat onlar mahviyyet sahibi oldukları için yaptıkları o her türlü gafletten ve zafiyetten arınmış amellerini Rablerinin nimetleri karşısında değersiz gördükleri için yaptıklarından dahi tevbe etmişlerdir. Yoksa onlar Allah’ın emirlerinden birini dahi terk etmek yerine canlarını feda etmeyi uygun görmüşlerdir.

Yazımız için bize ayrılan bölüm kifayet etmediği için büyüklerin amellere bakışlarıyla alakalı bölümü inşallah gelecek sayıda izah etmeye çalışacağız.

Cenabı Hak azze ve celle her ne yaparsak yapalım onun muradına uygun yapabilmeyi nasib buyursun.

 

Yazar: Vahdettin Şimşek

 

Pazar, 01 Eylül 2019 00:07

ÇÖPLÜKTE GÜL YETİŞMEZ

Çöplükte Gül Yetişmez

Çöplükte Gül Yetişmez - Andelib

Sayı : 136 - Nisan 2019

 

Çöplükte Gül Yetişmez

 

Gönül bahçesinin gülü solmadan,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.
Kâseyi ömrümüz isyan dolmadan,
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.
                     Hâce hazretleri (ksa)

Çöplükte gül yetişmez. Gülü gül bahçesinde yetiştirirsiniz. Güller azalınca çöplükleri gül zannetmeye başlar olduk. Maalesef dünya çöplüğüne boğazımıza kadar batmışız; çırpındıkça, debelendikçe boğulup gidiyoruz. Kulaklarımız tıkandı, gözlerimiz görmez oldu. Rabbimiz dünyanın imtihan oluşuna karşı bizi uyarırken dünyadan, nefsinizden bana kaçın (Fefirru ilallah) buyururken biz dünya hapishanesini kendimize saray yapmışız. 

Ölmek en büyük korkumuz olmuş. Bizim için korku günü iken Mevana için “şeb-i aruz” olmuş ölüm. Dünya sevgisi bütün benliliğimizi sarmış; evimize, ailemize, bütün hücrelerimize sinmiş; kurtulmak o kadar zorlaşmış ki… Dünya sevgisinden kurtulmak isteyen de azaldı ya… Dualarımızda bir şeyler söylüyoruz da, çoğu isteğimiz sözden öteye geçmiyor. Dilimiz söylese de kalbimizin isteği başka. Ezber dualar bizi kulluğun özüne ulaştırmıyor. 

Ne istiğfarımız istiğfara benziyor ne de şükrümüz şükre… Sabırdan çok isyanı yaşar olduk. Azıcık ayağımız takılsa, elimiz sıcak sudan soğuk suya değse ahlanıp vahlanıyoruz. 

Biz manen temizlenemiyoruz artık. Bir müslümanın tebessümünü görmez olduk, menfaatlerimiz aramızda bir duvar… Bizi zikir/sohbet meclisleri temizleyebilirdi. Değişik bahanelerle oralardan da uzaklaştık. Erzurum’un her mahallesinden zikir sesleri gelirken şimdilerde eğlencenin, şamatanın, sporun debdebesi kuşatmış her yanı… 

Bir arkadaşımız bizi zikre, sohbete davet ettiğinde binbir bahane ile gitmezken; yemeğe, maça koşa koşa gidiyoruz. Camilere gidişimizle çıkışımız bir oluyor sanki. Biraz fazla otursak canımız sıkılıyor. Kendimizi dışarı atmaya çalışıyoruz. Camiden bir an önce çıkarken kimden kaçtığımızı hiç düşündük mü? Ne oldu bize? Kendimizi ne zaman hesaba çekeceğiz? 

Hâce hazretleri (kuddise sırruh) umreye gitmeye niyetlenip son anda gereksiz bahaneyle vazgeçen bir ihvanına “ Umre, Allah’ın (cc) bize bir davetidir. Kimin davetini reddettiğini iyi düşün. Allah (cc) kapıyı sana kapatırsa bir daha nasıl açacaksın?” buyurmuşlardı. 

Hayatımızdan Allah’ı (cc) çıkarmaya ne kadar da hevesliyiz. “Müslüman mısın?” diye sorsalar mangalda kül bırakmayız, soranı dövmeye bile kalkarız belki… Neyimiz müslümana benziyor? İnancımız mı, amellerimiz mi, ahlakımız mı? Sorunun cevabını iyi düşünmeliyiz. 

Amelsizlik hastalığı her yanımızı sarmış. Biz salih amel peşinde koşmalıyken amelleri terk eder olduk. Farz namazımıza nafile katmak gerekirken farzları bile terk eder olduk. Oruçlar bozulur olmuş, zekatlardan kaçılır olmuş… Hacca, umreye gidenlerin sayısının artması bizi yanıltmasın. Ya örfi olmuş ya turistik gezi. 

Hâce hazretleri (ks) “Amelleri değerli kılan amelden sonra bizde bıraktığı etkidir. Zikir dilde söylenen lafız değil, o lafzın kalpteki tesiridir.” buyurmuşlardı. Namaz bizi fuhşiyattan alıkoymuyorsa, oruç bizi takvaya eriştirmiyorsa, zekat bizi temizlemiyorsa ameller amacına ulaşmamış demektir. 

Kur’an okurken/dinlerken titreyen kalpler, yaşaran gözler nerede artık? Namazda fokurdayan göğüsler, yanan yürekler nerede? Zikirle cezbelenen dervişler nerede? İyilik için yarışan müslümanlara ne oldu böyle? Yetimin başını okşayan eller kayboldu. Komşusuna yardım edenler görülmez oldu. Hayırlı evlatlar kurudu mu ne? Dünya bizden ne kadar çok şey aldı böyle? Acı olan tarafı ise biz bu kaybettiklerimizin farkında bile değiliz.

Aklıyla, kalbiyle temizlenmeyen müslümanın salih amel yapması beklenemez. Amelleri salihleştiren imandır, anlayıştır, niyettir. Peygamber yanındaki alim, şehid, zengin yaptıklarından sorgulanmış da amellerine nefs bulaşınca helak olmuşlar. 

Tertemiz gönüllerle yapılan ameller Allah (cc) katında çok değerlidir. Hâce hazretleri (ks) genç yaşlarında Ğavs hazretlerinin (ks) yanında talebedir. Bulundukları yer bir köy. Yağmur yağınca çamur oluyor. Namazı bitirince erkenden çıkıp Ğavs hazretlerinin ayakkabısını hazırlamak ister. Ayakkabı biraz çamurludur. Eline bir bez alıp temizlemek ister. Gönlüne gelir ki, bu bez Ğavs’ın ayakkabısından temiz olamaz, bezi bırakır. Ğavs’ın aşkıyla yanan Hâce hazretleri ayakkabıyı diliyle temizlemek ister. Dilini de Ğavs’ın ayakkabısından kirli görür. Ayakkabıyı temizlemeden yerine bırakır. Ğavs hazretleri camiden çıkınca ayakkabısına bakar ve ayakkabısını giymeden eline alıp evine öylece giderler. Gönülle yapılan amellerin kıymeti başkadır. 

Müslümanlar dünya ile kirlenince akıllar karıştı, gönüller bozuldu… 

İnsan temizlenmeden güzel şeyler yapamaz. Salih amel yapmak isteyen müslüman önce kirlerden arınacak. Nehiyleri/günahları terk edecek. Hayatımızda önce kötülüklerden vazgeçeceğiz, sonra güzel ameller gelecek. Kadından şarkı dinleyenlere, genç bir derviş bu yaptıklarının kötü olduğunu söyler. Onlar da çok katısın, büyütüyorsun dediklerinde genç derviş onlara siz de günahı çok küçük görüyorsunuz, der. O günahtan kalbinize kötülükten bir kapı açılmasını niçin umursamıyorsunuz deyince diğerleri de yaptıklarından vazgeçerler. Dinlediklerimiz, seyrettiklerimiz kalbimizi ne hale getirdi acaba?

Temiz bir kalbe ve sonrasında salih amele ulaşmanın yolu bir mürşidi kamilin terbiyesinden geçer.

Niceler gittiler mürşid arayı, Arayanlar buldu derde devayı, Bin kez okur isen aktan karayı, Bir kamil mûrşide varmasan olmaz. demiş Yunus Emre. Nefsi emmareden (kötülüğü emreden nefs) kurtulup nefsi mutmainneye (huzura ermiş nefs) ulaşan Müslüman Allah’ın (cc) müjdesine nail olur. “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O›ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!(İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” ﴾ Fecr, 27-30﴿

Son söz olarak salih amel, salihleşen insanların amelidir. Salihleşmeyen insanın yaptığı salih amel olmaz. Salihleşmenin yolu da salihlerin yanında onlar gibi olmaktan geçer.
Rabbim! Gönlümüzü kendine ve sevdiklerine rabteyle. Arzumuz Sana kul olmaktır. Kulluğumuzu daim eyle. Rabbim! Bizleri salih kullarından eyle. Salih amellerle güzelleşmeyi nasib eyle… Âmin…

 

Yazar: Andelib

 

Pazar, 01 Eylül 2019 00:06

NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR

Nefsini Bilen Rabbini Bilir

Nefsini Bilen Rabbini Bilir - Veysel Özsalman

Sayı : 136 - Nisan 2019

 

Nefsini Bilen Rabbini Bilir

 

Men aref sırrına er, ko gafleti

Gör ne remzeyler bu insan sureti

Haşrü neşreyle tamuyu cenneti

Gayre bakma, sende iste, sende bul

Eğitim öğretimin daha verimli, kalıcı ve anlamlı olabilmesi için bazı umdeler vardır. Bunlardan bir tanesi de bilginin aktarılması esnasında malum olandan meçhule doğru hareket etmektir. Eldeki mevcut bilgiyi temele koyup ona dayanarak, yeni bilgilerin öğrenilmesini ifade eden bu prensip, dar manada maarifle alakalı gibi dursa da geniş manada insan hayatının maddi ve manevi bütün sahalarında geçerli bir kaidedir. İnsan bu yolla bilmek istediklerine daha kolay sahip olabilir ve bu vesileyle öğrendikleri onda daha anlamlı bir bütün teşkil eder. İnsanın hayatı boyunca öğrenmesi gereken şeylerin çokluğu göz önüne alındığında bu tarz ip uçlarının ona sağlayacağı faydayı tartışmanın yersizliği ortadır.

İnsanın öğrenmesi gereken şeylerin fazlalığı yanında bunlardan her birinin aynı ehemmiyete sahip olmadığı da başka bir hakikattir. Bu hususta bir liste yapmaya niyetlensek hiç şüphesiz insanın Rabbini tanıması, bilmesi en mühim ve mecburi vazife olarak ilk sıraya yazmamız gerekecektir. Bu manada “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim.” hadis-i kutsisi kâinatın var olma sebebini ve insanın bu mevzudaki mükellefiyetini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu mükellefiyet insanın harekete geçmesi, Rabbini tanımak/bilmek için bir eğitim seferberliğine girişmesi gerektiğini göstermektedir. Fakat İnsanın Rabbini nasıl bilebileceği, onu (cc) tanımaya nereden başlaması gerektiği ise ilk bakışta epeyce büyük bir soru işaretidir.

İşte bu noktada malumdan meçhule hareket etmek, işimizi kolaylaştıracak ve bilmek istediklerimize bizi vâkıf kılacak kullanışlı bir usul olarak devreye girmektedir. Bu manada Cenab-ı Mevla’yı (cc) bilme/tanıma yolunda bize bir temel, bir hareket noktası gerekmektedir. Bizi O’na götürecek, onu bilmeye/tanımaya vesile olacak tanıdık/bildik bir başlangıç noktasına ihtiyaç vardır. Mahlukat içerisinde bu yolun mebdesi olabilecek nitelikteki tek varlık ise insandır. Çünkü Cenab-ı Mevla ona “halifem” demiş ve diğer varlıkları onun emrine vermiştir.

“Nefsini bilen Rabbini bilir” beyanı bu durumu bütün açıklığıyla anlatmakta, Cenab-ı Mevla hazretlerini tanıma yolculuğuna insanın kendisinden başlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak tamda burada yeni bir mesele karşımıza çıkmaktadır ki o da insanın kendisini bilmesi/tanıması meselesidir.

Bize Mevla’yı (cc) tanıtacak yolun ilk adımı olan, yersiz ve büyük bir özgüvenle bildiğimizden emin olduğumuz, “insanın kendisini tanıması” ne anlama gelmektedir? Etten, kemikten bir varlık olan insanın bu ve benzeri yönlerinin farkında olmak, onu sadece madde planında tanımak gerçekten insanı bilmek midir? Eğer öyleyse onun bahsettiğimiz bu özellikleri, Mevla’nın bilgisine ulaşma hususunda, nasıl olurda onu kainattaki diğer varlıklardan bir adım öne çıkarabilir? Bizi Rabbimizi bilmeye sevk edecek bilgi insanın bu dünyada görüp dokunarak elde ettiği bilgisi olmasa gerek. Bu sebeple insanın kendisini hakiki manada tanıması, kendisini Allah’ın “halifesi” yapacak gerçek özelliklerini keşfetmesi arayıp bulması gerekmektedir.

İnsanın kendisini araştırması, tanımaya/bilmeye çalışması her devrin büyük meselelerinden birisi olmuştur. Çünkü insanın “küçük alem” kâinatın “büyük alem” olduğu, bu sebeple insanın bilinmesiyle kâinatın bilinebileceği düşünülmüştür ve bu düşüncenin sahipleri pekte haksız görünmemektedirler. 

İlk çağlardan beri insanın kendisini bilmesi en büyük erdem olarak kabul edilmiş ve insanı diğer varlıklardan ayıran hususiyetleri üzerinde epeyce durulmuştur. İnsanın maddeyi aşan bir yönünün olduğu ve insanı insan yapan özelliklerin bunlar olduğu ortadadır. Fakat onu farklı kılan ve diğer varlıklardan ayıran özelliklerini, kısacası batınını bilmek pek kolay bir iş gibi görünmemektedir.

İnsanın batınının bilinmesini zorlaştıran, onun değişmeye müsait ve meyilli yapısıdır. İnsan batıni hususiyetlerini geliştirmesi nispetinde bazen a’lâ-yı illiyyînde bazen de esfel-i safilin de bulunabilmektedir. Bu iki zıt kutup ve ikisi arasındaki birçok farklı konumda bulunmaya müsait yapısıyla insan, Rabbi hakkında kesin bilgi edinmeye kaynaklık edemeyeceği görüntüsü çizse de insanlığın zirve noktası peygamberler, salihler ve kamiller bu çıkmazı aşmamıza yardımcı olmaktadır.

İnsanın en yüksek yahut en alçak derecelerde bulunabilen bu yapısını tasavvuf farklı merhalelerle ile ifade etmiştir. En alttan yukarıya doğru emmâre, levvâme, mülhime şeklinde sıralanan bu merhaleler insan batınının içinde bulunduğu farklı durumdan haber vermektedir. En alt ile en üst arasındaki mesafeyi anlayabilmek pek mümkün görünmemektedir.

Biz elbette ki Rabbimizi tanımak/bilmek için “aşağıların aşağısındaki” nefsi emmâreden yola çıkamayız. Biz ancak terbiye edilmiş bir nefsin bilgisiyle Rabbimizin bilgisine ulaşmayı ümit edebiliriz. İşte peygamberlerin, salihlerin, kamillerin yardımı burada devreye girmektedir. Elbette ki insan kendi bulunduğu noktadan bakarak bir anlayış sahibi olabilir. Fakat bu anlayış ne kadar kuşatıcı bir anlayış olabilir ve bize hakikatin ne kadarını verebilir?

Bize tezkiye, terbiye, tahliye edilmiş bir nefis lazım ki onu bildiğimizde Rabbimizi de bilmeye başlamış olalım. Vasfı yalan, dolan, hile, haksızlık, hırsızlık, açgözlülük olan bir nefsi bilmeyle Cenab-ı Mevla Hazretleri nasıl bilinsin/tanınsın? Eğer Rabbimizi (cc) bilme/tanıma işinin mecburiyetine inanmışsak nefsi tezkiye ve terbiye etme işinin de bir o kadar acil ve mecburi olduğunu kabul etmemiz gerekir. 

Cenab-ı Mevla kendisine giden yolda insanı, daha doğrusu insanı kamili, bize vesile kılmıştır. İnsan olmanın hakikatini görmemiz için bizi insanı kamile yönlendirmiştir. Ümidimiz bu vesile ile nefsimizi düştüğü bataktan kurtarmak, temizlemek bu suretle kâmil insana benzemeye çalışmaktır ki, kendimizi bilelim ve Rabbimizi tanıyalım. Cenab-ı Mevla bunu bize kolaylaştırsın.

 

Yazar: Veysel Özsalman

 

Pazar, 01 Eylül 2019 00:05

RAHMÂNIN BAŞKENTİ: MEKKE -2

Rahmanın Başkenti Mekke 2

Rahmânın Başkenti: Mekke -2 - Salik-i İrfan

Sayı : 136 - Nisan 2019

 

Rahmânın Başkenti: Mekke -2

 

Hamdolsun alemleri yoktan var eden Allahımıza. Rahman olan, Rahim olan, Kadir-i Mutlak olan Mevlamıza. Bizi insan kıldığı ümmeti Muhammed’e kattığı ve Hacegan nispetine ulaştırdığı için ne kadar şükretsek azdır. Elhamdulillah.

Salat ve selamlar ise ümmetine çok harîs olan, Şahidimiz-Şefaatçimiz-Sahibimiz-Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) hazretlerine olsun. Onun her yanı nurdur. Bedeni nurdur, bakışı-sözü-fiili hasılı sünneti nurdur. Onun nurundan nasipdar olmayı Cenabı Mevla hepimize lütfeylesin.

12 Ocak Cumartesi günü İstanbul’dan havalanan uçağımız bizi umreye götürürken 18 gün Mekke, 3 gün Medine ziyareti olarak belirlenen günlerimizden bahsetmiştik. Sahabe-i kiram efendilerimizin izini sürerek, saadat-ı kiram efendilerimizin nisbetlerini yudumlayarak, Büyüğümüz Hâce Hazretlerinin rehberliğinde eda etmeye çalıştığımız bir umre nasip olmuştu. 

Bu sayımızda da yine umre ziyaretimizden kimi notlar paylaşmak istiyoruz. Cenabı Mevlamız tekrar tekrar oralara gidebilmeyi; Kâbeyi Muazzama’ya, Ravzayı Mutahhara’ya yüz sürebilmeyi hepimize lütfeylesin.

Mekke’de, otelimizin adı Rihab vel Muhabbe idi. Adı gibi “Genişlik ve Muhabbet” zuhur etti elhamdulillah. Her gün ikindi namazı sonrası yapılan Hatme-i Hacegan ve Efendi Hazretlerinin mübarek sohbeti seniyyeleri bizi öyle doyurdu ki hangi duygu ile, hangi kelime ile şükredeceğimizi bilemiyoruz.

İşte o ilk günlerde, Hâce Hazretleri’nin Mekke’de, Rahman’ın başkentinde gösterilmesi gereken edep ve usûle dair nasihatte bulundukları ilk sohbetlerinden paylaşımda bulunmak istiyoruz:

Mekke14 Ocak Pazartesi ikindi namazı sonrası Efendi Hz. sohbetinden.

“İnsan vücudunun hassas bölgeleri vardır. İnsanın eline iğne batsa bir şey olmaz. Fakat gözüne, beynine iğne batsa öldürür. Yeryüzünde de böyle hassas bölgeler vardır. Böyle bir yerdeyiz. Burada Mekke’de hassas-uyanık olmalıyız. Burada her yerden daha çok edepli, dikkatli olmalıyız. Bir yere bakarken edepli bakmalıyız. Rahman’ın misafiri herkes. Anlamak için, tanımak için edeple bakmalıyız. Her an meleklerle iç içe bir yerdeyiz. Her an kaç rahmet iniyor buraya. Her an Rahman’ın nazarı var buraya.

Burası onun başkenti.

İnsan zihnine-gönlüne-ameline çok dikkat etmeli burada. Burada hızlandırılmış bir eğitim var. Bu eğitimin sonunda insanı kâmil olacağız. Kâmil insan sertifikası alacağız. 

Eski zaman sufilerinden biri, bir zengine sana hizmet ederim beni de hacca götür der. Zengin komşusu kabul edince yola çıkarlar. Vazifelerden sonra Medine dönüşü kafileden birisi sen de beratını aldın mı der şakadan. Kim berat verdi, nasıl aldınız? Cenabı Peygamber hepimize kabul beratı verdi sen almadın mı, derler. Sufi gelip Ravza’ya yalvarmaya başlar. Ya Rasulullah (sav) benim beratım yok mu, ben senin ümmetin değil miyim? Ağlar ağlar. Bir uyku hali olur. Efendimiz gelir buna berat verir. Nurdan bir kağıda, mis gibi nurlu bir yazı. Zengin komşu, herkes şaşırıyor. Ağaya ver saklasın dediler. Ben ölünce kabrime bırakırsın. Uzun süre sonra sufi ölür, ağa seyahatte. Ağa gelir, bakar. Kasada yok. Rüyasında komşusu ona: “Üzülme beratı kefenime koydular.” Bu olmuş hadise.Biz de bu sertifikaya odaklanmalıyız.

Hızlı eğitimin hedefi bu. Amacımız bu olmalı.

Sevdiklerimize hediye götürmek istiyoruz. Tesbih takke hediyelerini bırakalım. Ebubekir’in, Ömer’in (ra) sevgisin- halini-ahlakını götürelim. İnsanlar görünce tamam desin. Bu değişmiş desinler.

Buraya üç kişi gelir: 1.kişi Allah’ın davetlisi, burada ölür. 2.kişi Hz.İbrahim’in davetlisi. Hz.İbrahim Cebeli Kubeys’ten insanlığın ruh kulağına seslenmiştir. Onlar temizlenip dönerler. 3.kişi şeytanın davetlisi. İçi dışına çıkar berbat bir şekilde döner. 

Ya Rabbi ilk ikisine razıyız. 3.kişi olmaktan sana sığınıyoruz. 

Yılan bile senede bir kabuk değiştirir. Şeriatlar değişmiş. Hz.Adem’in, Hz. Musa’nın şeriatı farklı. Değişim var. Burada değişmek isteyene yardım var. O bize bakıyor şimdi.

20 günü iyi değerlendirelim. Sınav için, KPSS vs için hazırlık yapıyoruz. Kıştan yaza hazırlık yapıyoruz. Dünyevi telaşı bırakalım. İstiğfar ile, zikir ile, fikir ile yoğunlaşalım.

Dönüşte bu hali taşımaya çalışalım. Zikr ile, kuran tilaveti ile...

Buradan aldığımız güzellikleri taşıyalım. Gözümüze dikkat edelim . Yaşlılar annemiz. Gençler bacılarımız. Yaşlıların duasını alalım. 

O, sonsuz merhametinden ikramlarda bulunur. Dedikodu malayani ile uğraşmayalım. Ânı değerlendirelim. Ailemiz, neslimiz hep gelsin buralara inş. Amelimiz makbul, zenbimiz mağfur olsun.

Kâbe canlı arkadaşlar. Konuşun. Sizi işitir. Kompitur gibi. Çok zengin bir içi var.

Sen içine girmeye çalış. Ecdat Kâbe’yi görmeden iftitah tekbiri almamış. Başta biraz zor olur amma sonra kolaylaşır inşallah. Rabbim kolaylaştırır inşallah.”

Güzel Kâbe-i Muazzama’nın güzel sahibi, bizlere bütün yakınlarımıza, aslımıza-neslimize evini tekrar tekrar ziyaret imkanı versin! Oraların tadından-kokusundan bizleri mahrum eylemesin! O beldelere hakkıyla hizmet edecek, onun misafirlerini incitmeden güzelce ağırlayacak gerçek sahipler göndersin! Kâbe-i Muazzama etrafında onun rızasına uygun bir şekilde zikredeceğimiz günlere bizi ulaştırsın.

Mekke. 15 Ocak Salı ikindi namazı sonrası yapılan sohbetten de birkaç cümle paylaşmak istiyoruz: 

Soru: Efendim isteyin buyruluyor. İstemenin edebi nedir?

Efendimiz (sav): “Beni Rabbim edeplendirdi.” buyuruyor. Kur’an bize usul öğretir. Biz her şeyi ondan isteyeceğiz ama öncelik sıralaması var. Her helal bize uymayabilir. Şeker hastasının yiyeceği var, yemeyeceği var. Tuz bir insana zararlı ise. Bize o gıda tıbben haram olur. İkincisi yeteri kadarı isteyeceğiz kifayet miktarı.

Öncelikle onun zatını istemeliyiz.Zâtı yani muhabbeti.

Efendimiz “Ya Rabbi seni soğuk sudan daha çok sevdir.” buyurmuş

Senin soğuk suyun ne. İşin eşin çoluk çocuğun. Kulluk yapıyoruz işte diyebilirsiniz. O da bu kadar oluyor. Belki kulluk derken ona karşı edepsizlik yapıyoruz.

Bilmediğimiz tanımadığımız için edepsizlik yapıyoruz.

Büyükler istemeyi bile edepli istemişler. İsteyeceğiz ama edeple.

Rıza hidayet istikamet isteyeceğiz. Anne baba çarşıda çocuğun elini bıraksa çocuk kaybolur. Emin olun o elimizi bir an bıraksa kayboluruz. Bir an, bir lahza elimizi bırakmasın.

Öncelik o ve sevdikleri. Sevmeyi, kaynaşmayı, halleşmeyi istemeli. Birbirimizi idare edebilmeli, öylece sevmeyi öğrenmeliyiz. İnanmanın erdem olması tamam fakat sonra imanın ahlak, edep, amel boyutları var. Niye Honkong değil de Mekke’ye geldik.

Çünkü istikamet cennet. Niye cennet? Cennette o var. Cennet o yüzden önemli.

Sebeplere muntazaman yöneleceğiz. Helale dikkat haramdan kaçınma. Bu minval üzere.

Usulüne uygun isteyin O verecek. Bunda şüphe yok verecek. Bugün yarın verecek. Samimi istekle. Kabadayılıkla olmaz. Bir namaz bir de duada perdeler tam açılır.

İşitmeme ihtimali yok. Düşünsel olarak istesek bile yine işitir.Oyuncak şeker istemekten vazgeçin. Ne zamana kadar kumdan kale yapacaksınız. 

Musa Tur Dağı’nı gördü, rızık bitmişti, ateş gördü. Oraya gidince isteği değişti. Ekmekten vazgeçti, Allah’ı istedi.

Oyuncak verir seni kendinden uzaklaştırır, dikkat et. Peygamberleri içinde Süleyman (as) en son cennete girecek. Niye? Çok nimet vermiş çünkü. İlim verir, muhabbet vermez, bir avam kadar Allah’ı sevemezsin.

Diyanette bir profesör var. Din işleri yüksek kurul üyesi. Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin. Annesi vefat etmiş, annem Kur’an bilmez ama Kur’an duydu mu ağlardı diyor. Ben onun imanına eremedim diyor. Dört mezhep biliyorum ama onun imanına eremedim diyor. Harama fetva istemezdi bildiğine sadıktı, diyor.

Hz. Gavs buyurmuş ya, imanınız kocakarı imanı olsun.

Necmeddin Kübra hz. kıssasında geçen bin bir delil arayanın bin bir şüphesi var demektir, ifadesi önemli. Ben varsam beni yapan var. İmanınız o kadın imamı gibi olsun. Delil senet hüccet aramayın. 

Hz. Ali (ra) “Ya varsa!” demiş ya.Oruçtan namazdan zararı var mı. Ahir zaman insanı Allah’a değil delile iman etmiş. Bazen delil ile, zenginlik ile, ilim ile kendinden uzaklaştırır.

Ya Rabbi, bizleri yanından uzaklaştırma. Zikri terk etmeyeceğiz. Yolumuzda devamı zikir, devamı sünnet, devamı sohbet önemli.

Cenabı Mevla burada buyrulanlar ile âmil olmayı lütfeylesin. Amin, amin vel hamdülillahi Rabbil alemin.

 

Yazar: Salik-i İrfan

 

Sayfa 2 / 269

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort