JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Çarşamba, 30 Nisan 2014 14:08

MÜ’MİN HAKK’IN HİKMET AYNASIDIR

Evet, arkadaşlar bugün sizlerle yine mutad olduğu üzere imamımız, sultanımız Osman Bedruddîn Hazretleri’nin, “İnsan mir’at-i Hüda olmak üzere yaratılmıştır.” başlığıyla işlemiş olduğu sohbetini müzakere edeceğiz. Cenâbı Hak tesirini halk eylesin, mana-i münîfince amel edebilmeyi bizlere lütfeylesin.

Ne buyruluyor, “İnsan mir’at-i Hüda olmak için yaratılmıştır.” Yani insan Allahu Teâlâ’nın kudretlerini, hikmetlerini, sanatlarını, sıfat ve ef’alindeki tecellileri yansıtacak bir ayna olarak yaratılmış. Daha da özetleyecek olursak insan Hakk’ı, hakikati gösterecek bir aynadır. Hadisi şerifte de Sultanu’l-Enbiya (sallallahu aleyhi ve sellem): “El mü’minu mir’atu’l-mü’min.” buyurmuşlardır. Hadisin zahir manasında “mümin müminin aynasıdır”. Yani inanan, imanlı bir insan imanlı bir insanın aynasıdır. Müminler birbirlerine baktıkça kendilerini görürler.

Genel mana bu ama bir hususi manada da “Mümin müminin aynasıdır” derken hadisi şerifte zikredilen birinci mümin insandır, inanan, teslim olmuş, nefsini itminana erdirmiş, hulus ile Allah Azze ve Celle’ye teslim olmuş, İslam ahlakı ile ahlaklanmış bir insan…

Hadisi şerifte zikredilen ikinci mümin de “el-Mü’min” (cc), Hz. Allahımız’dır. O, müminin aynasıdır. Hakk’ın hikmet aynasıdır, O’nun güzelliklerini yansıtır.

Demek ki insan bir ayinedir. Güzellikleri gösteren, yansıtan, yaygınlaştıran bir ayinedir insan. Bu cepheden, bir yandan sohbet devam ederken bir yandan da biz kendi muhasebemizi yapalım ki biz ne kadar ayîneleştik? Hakikatle ne kadar örtüşüyoruz?

Hiçbir şey tarifsiz değildir arkadaşlar, kâinatta zerreden kürreye her şeyin formülü ve miktarı/miyarı belirlenmiştir. Hiçbir şey kendi başına bırakılmamış, başıboş terk edilmemiştir. Hele hele eşref olan, ekmel olan ve Cenâbı Hakk’ı temsile memur ve mezun olan insan; Halifetullah olan Zillullah olan insan; varlığın temel sebebi, varoluşun ana unsuru olan insan nasıl olur da kendi başına bırakılabilir? Nasıl olur ki onun hayatı tarif edilmemiş, onun yaşam şekli belirlenmemiş olur? Böyle bir şeyi düşünemeyiz bile.

İnsana verilen her şey adeta sayıyla verilmiştir. Belirli bir şekilde verilmiştir. Ömür öyle, akıl öyle, sıhhat öyle, rızık öyle… Hepsinin miktarı ezelde belirlenmiş ve sana tahsis edilmiş. Sonra bu sebepten dolayı bunların hepsinden muhasebe edileceğiz. Bu tahsisatı nerelere ve nasıl kullandık, bundan dolayı muhasebe edileceğiz. Ömür sermayesini nerede harcadık; rızkı nasıl ve niçin kullandık; aklı nasıl değerlendirdik; sıhhatin şükrünü eda edebildik mi, sıhhat bize niye verilmişti bunu anladık mı? Bu beden niye?.. Bütün bunları ince ince düşünmek zorundayız. Yoksa afedersiniz, hoyratlıktan kurtulamayız, hoyratça yaşarız. Hazret buyuruyor ki, “Nasıl ki bir aynanın sırlı olan kesif ciheti vardır vücud-i insânî de böyledir.” Aynaların bir arkası bir de önü vardır. Siyaha boyanan, yoğunluk olan arka cephesine “sır” denilir. Bir de mücella tarafı, parlak olan, yansıtan, gösteren tarafı vardır. Arkası siyah ziftli bir kâğıt ile sırlanmış, önü de adeta cilalanmış, parlatılmış, yansıtıcı hale getirilmiştir.

Hazret bunu bir misal veriyor ki bu insan vücudu/bedeni, insanın mevcudiyeti aynen bu şekildedir. İnsanın bir nefsi vardır, nefs dediğimiz kesafet vardır, insana imtihan için verilmiştir. Bu nefis insanın siyah tarafıdır ve oldukça yoğundur. Dünya ile zevk ile… birçok kayıtlarla mukayyettir. Bunun kesafeti vardır, birçok şeyle kayıtlıdır, bağımlıdır. İnsanın, aynanın mücella kısmı gibi bir de parlak kısmı, ruh cephesi vardır. Nefsani yönü tamamen süfli âleme ait, ruhani yönü ulvi âleme ait. Melekût âleminden, emir âleminden…  

“Sana ruhtan sorarlar.” buyuruyor Rabbimiz, Efendimiz’e hitaben. Sana ruhun mahiyetini, ruhun ne olduğunu sorarlar. “Sen onlara de ki: ‘Ruh Rabbim’in emrindedir.” Emir âleminden, arş âlemindendir. Ulvi/yüce bir âlemdendir. O’nun emrindedir. Yani onun hakkında fazla bir malumat sahibi değiliz. Ruh böyle mücella, böyle musaffa bir varlık.

Evet, vücud-i insanî de böyledir. Zahiri kesif ve sır cihetidir. İnsanın zahir kısmı yani bedeni, kesafet kısmıdır. İnsanın batını, manası ise mücella ve mir’at/ayine cihetidir, parlak yönüdür. İnsan da Allahu Teâlâ’ya ayna olmak üzere yaratılmıştır. Eğer biz mücella olan ve nâzırını, bakıldığında manzarasını gösterecek olan, batın cihetini/ruhani yönümüzü de kesafet ve zulmete tebdil edersek; yani gafletimizi, acziyetimizi, masivamızı ruhumuza bulaştırırsak; nefsin ve şeytanın bize iğva ettiği şeyleri, onlardan aldığımız şeyleri ruhumuza/gönlümüze bulaştırır, orayı da kirletirsek artık bu vücut aynalıktan çıkar, bir şey yansıtmaz. Yansıtıcılığını, iletkenliğini kaybeder. Ruh kirlenmiştir artık. Oksitlenmiştir, nötrleşmiştir, iletken olmaktan çıkmıştır. Ondan daha gafletten başka veya karanlıktan başka bir şey görünmez.

Bu vücudu ayine haline getirmek, onu fıtratı üzere yeniden cilalamak ise ancak ve ancak şöyle mümkündür: Şer’i şerif emri ile amel… Birincisi Şeriat-ı Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) her şeyimizle; aklımızla, fikrimizle, zikrimizle, bütün yaşantımızla ittiba edeceğiz, onunla amel edeceğiz. Bunun başka çıkış yolu yok arkadaşlar. Kur’ân-ı Kerim’in iki kapağı arasında mevcut olan şeyler ve Sultanu’l-Enbiya’nın (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) iki fem-i saadetinden, mübarek dudaklarından dökülen şeyler bizim mürşidimiz, hayat rehberimiz, hayat düsturumuz olacak. Şeriatla amel bu… Rabbimiz neden razı, Habib-i Kibriya (aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm) neyi tasvip ve tensip buyurmuş hayatımızı onlara hasredeceğiz. Hayatımızı onlar süsleyecek. Hayatımızın gayesi onlar olacak. Ne bize emredilmiş, bizden istenilmiş ve güzel olarak bildirilmiş, hepsine “amenna ve seddakna”… Ne bize kerih gösterilmiş, sakındırılmışız, neden men edilmişiz onlardan da ictinab edeceğiz/kaçınacağız. Bunu biz kafamıza göre, zamanın şartlarına göre, birilerinin gönlüne, arzusuna göre, ne bileyim felsefeye göre, hendeseye göre sosyolojik, pisikolojik, coğrafik şartlara göre… Hayır, hiç bir şart yok. Çünkü bizi yaradan bütün şartları düşünerek, şartlar üstü bizi yaratmış. Ve bütün şartlarda emrettiği şeyleri yaşamaya müsait olarak bizi yaratmış. “Ya bu işin kolaylığı yok mu?” Elbette var, kolayları da O emretmiş. Konumuna göre. Mesela seni mükellef tuttuğu şeylerle bir masum yavrucağı mükellef tutmamış. Senden istediklerini ondan istememiş. Senden istedikleri bazı şeyleri yaşı hayli ilerleyip de misal seksene, doksana gelmiş insandan istememiş. Tenzile gitmiş ona karşı, indirim yapmış, kolaylık tanımış. Kölenin hukukunu ayrı belirlemiş, efendinin hukukunu ayrı belirlemiş. Hastanın hukukunu ayrı belirlemiş sahhın/sıhhattekinin hukukunu ayrı belirlemiş. Mukimin hukuku ayrı seferdekinin hukuku ayrı. Gencin/çocuğun hukuku ayrı büyüğün hukuku ayrı. Kadının hukuku ayrı erkeğin hukuku ayrı… Bunlar kolaylık değil mi? Daha ne kolaylık istiyoruz. Bakın herkese konumuna göre bir hukuk tayin etmiş Cenâbı Hak. Medeniyet içinde olan insana farklı hukuk, onun yükümlülüğü farklı; hiç medeniyete bulaşmamış -tabiri caizse- Robinson Cruseo gibi adada yaşamış, insan içine çıkmamış, hiçbir sosyaliteden haberi olmamış kavimlerin, toplulukların veya fertlerin hukuku ayrı. Hâşâ kimseye zulmetmemiş Cenâbı Hak. Şeriatı bizlere bir baskı unsuru olarak emretmemiş Mevlâ. Hayatımızı anlamlandırmak için bu emirleri bize bildirmiş. Hiçbir hukukta, hiçbir beşeri hukukta siz böyle bir ayrıntı göremezsiniz. Bakın Türkiye’de, yirminci yüzyılda, uzay çağında, teknoloji çağında ne derseniz deyin, aslında cehalet, gaflet çağı hukukumuz dillere destan.

İnsanlığa seksen sene önce sözde, hürriyet bahşedilmiş, bugün daha hürriyete giden merdivenleri yeni yeni, bir iki tırmanmaya başladık. Bin beş yüz sene önce İslam bütün bu hukukları, herkesin hukukunu konumuna göre ayırmış. Hiç kimseye kaldıramayacağı bir yükü, emaneti, sorumluluğu Cenâbı Hak yüklememiş. Öyle ise gerçek hürriyet, gerçek insan olmanın anlamı, samimi Müslüman olmaktan geçiyor. Müslüman olduğumuzda biz hürüz aslında. Kölelikten İslam’ı anladığımızda, İslam’a gönül verdiğimizde kurtulacağız. Biraz önce söyledik ya nefis ciheti kesafetle yoğrulmuş, her şeyle mukayyet.

O kadar çok şeyin etkisinde, tesirinde ve kölesi durumundayız ki sormayın… Bağımlı/tiryakisi olduğumuz birçok şey var. Tiryaki kelimesini söyleyince sanki hemen sigara tiryakiliği, çay tiryakiliği gibi şeyler aklımıza geliyor, değil. Bunlar farklı yönler. Tiryakisi olduğumuz o kadar şeyler var ki… Yapmak istemeyip de yaptığımız, alışkanlık haline getirdiğimiz, karakterize ettiğimiz o kadar çok şey var ki, tiryakiyiz bunlara. Bunlar bizi Allah’tan alıkoyan şeyler. Güzelliklerin tiryakisi olsak mesele değil. Aslında İslam ibadetlerin de adetleştirilmesine, adet kabilinden yapılmasına karşıdır. Güzelliklerin âdete dönüşmesinden hoşnut değildir İslam. Bugün bizde birçok şey geleneksel, bunu aşamadık. Ataerkil bir din yaşıyoruz, yani ecdattan bize gelmiş, sorgulayamadığız. Sorgulamak da istemiyoruz, işimize gelmiyor böylesi daha güzel, daha rahat. Sorgulanmayan, incelenmeyen, araştırılmayan bir din… Bakın dünyevi olarak on sene, yirmi sene önce, iki sene önce hangi noktalardaydık şimdi neredeyiz. Misal Başakşehir’in kuruluşu çok eski değil, on sene önce belki böyle bir şehir yoktu, buralar varoştu, gecekonduydu ama bugün baktığımızda İstanbul’un en modern semtlerinden. İkindiden sonra gelmiştim, bazı binalar gösterdiler fiyatları altı yüz milyar… Demek ki altı yüz milyar bir daireye veren akıllı insanlar var…

Güzel yerde, sağlam yerde oturalım ama özelliği ne? Daire altın kaplama olsa eyvallah diyeyim ama -istisnalar kaideyi bozmaz- Türkiye’nin genelinde ya da bu tip yerlerde kooperatif usulü binalarda kullanılan malzeme üç aşağı beş yukarı belli. Peki, niye bu fiyat? “Başakşehir olduğu için efendim.” İsim parası var, altı yüz milyar. Bir Müslüman bunu verecek mi? Efendim veriyor, burada oturabilmek için veriyor. Subhanallah. Peki, Allah indinde bundan mesul değil mi? Dünyada evleri yıkılan, Endenozya’da, Malezya’da, Pakistan’da muson yağmurlarından, tsunamilerden vesaireden yahut Filistin’de israil tarafından evleri yıkılan yüzlerce Müslüman… Altı yüz milyarlık bir daire alan Müslüman… Neyse bu konulara çok girmeyeceğim her yiğidin gönlünde bir aslan yatar demişler. Gönüllerinizdeki aslanlara dokunmak istemiyorum ama biraz intibaha gelelim diye, düşünce kapısı açılsın diye söylüyorum.

Evet, on sene önce dünyevi olarak farklıydık bugün çok farklı konumdayız. Peki, dînî olarak, ahlâkî olarak, İslamî kültür olarak artımız var mı? Çocukluğumuzda öğrendiğimiz dînî malumatların üzerine bir şey koyabildik mi? Bakın bu da ilginçtir, Dinimizi hep çocukluğumuzda anneannelerimizin öğrettiklerinden öğrendik, küçümseme adına söylemiyorum bütün yaşlı annelerimizden, anneannelerimizden özür dilerim. Cenâbı Hak onların manevi himmetlerini, dualarını üzerimize ulaştırsın, bizi koruyucu kılsın inşaallah. Saf, temiz insanlar o yönleriyle eleştirmiyorum. Onların bize söylediği ninniler, anlattığı hikâyeler/masallar/kıssalardan bir muhafazakârlık oluşmuş bizde. Bir Allah inancı, İslam anlayışı oluşmuş ama hep anneannemizin ve dedemizin anlatımları, yaşlı komşularımızın anlatımlarıyla bir altyapı oluşturmaya çalışmışız. İşte bu yüzden bugün bu altyapının üzerine yapılacak binalar sağlam olmuyor. İnsanlar çok çabuk fikir değiştirebiliyor. Misal bakın futbol seven insana, çok ciddi bir mesele olmadıkça takımını değiştirmiyor.

Çocuklukta benimsediği, sevdiği takımı ölene kadar devam ettiriyor; misal diyor ki ben fenerbahçeliyim, beşiktaşlıyım, galatasaraylıyım… Bunu devam ettiriyor. Sanki o sevgiyi bir vefa anlayışına çeviriyor, o takıma karşı bir vefa borcu olduğunu hissediyor bunu, değiştirmiyor. Veya adam kalkıyor dedeleri, aile büyükleri bir siyasi görüş üzerindeydi, benim aşiretim, benim atam, dedem bu çizgi üzerindeydi diyor o çizgiden yürümeye çalışıyor. O çizginin nereye gittiğini bilmiyor ama inanmış. Ata, dede yadigârı o çizgi ona. Öyle devam ediyor.

Madalyonun bir de öbür yüzünü çevirelim… Müslümanlara bakıyoruz; adam bakıyorsun misal bugün A cemaatinde onun fikirlerini benimsemiş, sözde kabul etmiş görünüyor. Yarın B cemaatinden birisi ona daha farklı bir şeyler anlatıyor, ikna ediyor. Yarın o cemaatte, dünkü A cemaatini bugün tekfir ediyor. “Onları bırak yahu, pırasa gibi adamlar diyor.” Ne oldu, anlayışın nasıl değişti?... Üç gün sonra bakıyorsun C grubundan birisi ile karşılaşmış, onun fikirlerini benimsemiş. Sorduğunda “Ya onlar İslam’ı yanlış anlatıyorlarmış.” Peki, arkadaş İslam’ı şu doğru anlatıyor veya bu yanlış anlatıyor diyebilmek için senin ciddi sağlama yapabileceğin araç gereçlerin olması lazım. Bu sağlamayı neye göre yaptın da bu karara vardın? Bu anlayışa nereden ulaştın sen? Onun yanlışını nasıl tesbit ettin, öbürünün doğrusunu nasıl tesbit ettin? Öbürünün dili daha güzel laf yapıyordu, senetlerini sana daha güzel sunabildi, ikna kabiliyeti kuvvetli idi, seni ikna etti. Belki gerçekten bıraktığın yer yanlıştı ama bunu sen nasıl tesbit ettin, bu önemli.

İşte bu yüzden bir bina yapılanamıyor. Örfî bir anlayış, âdet kabilinden bir din anlayışını Müslümanlar bugün devam ettiriyor. Sözde sorgulama yapmak isteyenlerin de -baktığımızda- sorgulamaları ciddi değil. Onlar da birileri adına sorguluyorlar, kendileri adına değil.

Arkadaşlar bugüne kadar bize yanlış bir eğitim verilmiş. Bu yanlış nerden başlamış, hocalardan başlamış. Çünkü Türkiye’de hocaları eğiten kurumlar da belli bir anlayışın hegemonyasında oldukları için belli yönlendirilmelerle Türkiye’de dini eğitim verilmiş. Bakın dünyada birçok ülkede, büyük medeniyetlerin olduğu yerlerde çok değişik ihtilaller, devrimler, inkılâplar gerçekleşmiş. Bunların hiç biri halkın diline, halkın dinine, kültürüne, örfüne dokunmamışlardır. Dini yasaklamıştır, yaşanmasına izin vermemiştir, dini mahkûm etmiştir ama değiştirmemiştir, ilgilenmemiştir. Türkiye’de bu çok farklı olmuştur. Türkiye’de belli devrimler olmuştur ama bu devrimler halkın sosyal yönünü, ekonomik yönünü, eğitimini kalkındırmak yerine, halkı refaha eriştirmek, huzura kavuşturmak yerine halkın dini ile oynamışlardır. Dini kısmen yasaklamakla birlikte yasaklayamadıkları bölümlerini de tebdil etmeye çalışmışlardır. Saf, temiz din akidesinin, din anlayışının yerine farklı anlayışlar empoze etmişlerdir…

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 EYLÜL SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Çarşamba, 30 Nisan 2014 13:28

NAMAZ -6-

Özellikle namazlarda cübbeyi veya uzun bir şey giymeyi alışkanlık haline getirelim. Temiz bir cübbemiz, bir sarığımız olsun, namaz kılarken Allah’ın hoşlanacağı bir kıyafetle çıkalım. Misal şimdi bayram geliyor, güzel giyiniyoruz. Niye, insanların önüne çıkacağız. Namaz da mümin için bir bayram, Allah ile buluşacak, Allah’ın huzuruna çıkacaksın, ondan daha büyük bir bayram var mı? Öyleyse en güzel elbiseni namazda giy. Namazda Setr u avrete dikkat et. Azalarını örtücü, utanmayacağın bir kıyafette ol. Mümkünse sarığındır, cübbendir… bunlarla kendini setr et.

Bir de ayıplarını satr etmeye çalış.     Allah’tan Settar ismine sığın. Yarabbi ben Sen’in huzuruna geliyorum. Ben Sen’den bir şeyi gizleyemem. Bütün halim sana âyân, Sen beni rahmetinle gizle yarabbi. Yoksa bu elbiseler beni gizlemez, Sen beni mağfiretinle, rahmetinle gizle. Eğer Sen beni gizlemez, ayıplarımı yüzüme vurursan benim burada olmamın bir anlamı olmaz o zaman. Ben buraya, namaza gelemem… Bu duygularla ayıplarını utanılacak yerlerini gizlediği gibi, utanılacak hallerini de Allah’ın gizlemesini arzu etmelisin, O’na yalvarmalısın.

Vakit ve İstikbali kıble… Vakit, elbette ki Ezan-ı Muhammedî’nin okunması önemli. Vakti girmeyen namazı kılsan yeniden iadesi lazım. Bu vakit ayrı, bu belli. Bir de senin vaktin var. Senin kalbinin huzur vakti… Namaza müsait vaktin… Allah ile buluşmayı arzulama, kendini o hale hazır hissetme vaktin… Bunu da gözeteceksin. Buna ‘anı muhafaza’ demiş büyüklerimiz. Her vaktin uygun olanını yapmaya gayret edeceksin. ‘Ezan nasıl olsa okunmuş şurada hemen, bir an evvel kılalım da aradan çıksın’ diye bir şeyden kurtulmak ister gibi namaz kılmak olmaz. Vakti gözeteceksin. Namaza müsait olduğun ‘şimdi gitsem beni kabul eder’ diye düşünebileceğin, bu huzurun, bu inancın içinde oluşacağı vakti gözeteceksin. Ki vaktinde yapılan iş muteberdir. ‘Her taş yerinde ağırdır’ demişler. Bu anlamda vakti gözetip bu vaktin de geldiğine inandığında, İstikbali Kıble, kıbleye yönelmek…

Aklının kıblesi Kur’ân-ı Kerim. Aklını Kur’ân’a yönlendireceksin, tefekkürle namaza gireceksin. Gönlünün kıblesi Sultanu’l-Enbiya (asv). Gönlünle Hz. Muhammed’e yöneleceksin yani O’na cemaat olacaksın. O senin imamın olacak. Ruhunun kıblesi Allahu Teâlâ. Ruhunla, sırrınla Allah’a yöneleceksin. Geçen de yine namaz konuşulurken ‘Cemal’e doğru namaz kılmak’ demiştik. Cemal’e doğru istikbal edecek, teveccüh edeceksin.

Ondan sonra ‘niyet’ bölümü ve bu minval üzere namaza gireceksin. Namazın dışındaki farzlar da bunlar...

Şair demiş,
Âkîl isen kıl namazı çün saadet    tacıdır,
Sen namazı öyle bil ki müminin  miracıdır…
İşte bu namaz miraçtır...

Sual: Efendim abdestte bayanların meshiyle erkeklerin meshi arasında bir fark var mı?

Cevap: Onlar da aynı erkekler gibi. Bayanın abdestiyle erkeğin abdesti arasında fark yok. Onlar da üstten dokunacaklar. Başın dörtte birini mesh etmiş olacaklar. Kadının avuç içi örtüsünden içeri girecek. Sadece elini dokundurup kaldırsa bu meshtir. El başa dokunabilecek, bir yeri kaplayacak elin kaplayacağı yere mesh edecek. Sadece başın ön tarafına sürse dörtte bir olmaz.

Sual: Efendim abdestten sonra kullandığımız bir havluyu kuruduktan sonra bir daha kullanabilir miyiz? Bazen toplu bulunan yerlerde bir havluyu birden fazla kişinin kullandığı ortamlar olabiliyor. Bu durumlarda nasıl hareket etmeliyiz?

Cevap: Havlu ıslakken müstâ’mel durumdadır ama kuruduğunda bulaşacak bir şey yok. Islağın bulaşma, bulaştırma tehlikesi var ama kurunun mahsuru yok kuru havluyu sürebilirsin. Öyle herkesin de kullandığı havluyu kullanmayın. Özellikle de bayan ve erkeklerin havluları bu anlamda aynı olmamalı. Bayanın kullandığını erkek, erkeğin kullandığını da bayan kullanmamalı.

Sual: Namazdan önce kullandığımız misvakı yıkamamız gerekir mi?

Cevap: Namazda kullandığın misvakı yıka ve ağzınla güzel em. Bir de şuna dikkat et, eğer diş etlerin zayıfsa, kanatma ihtimali varsa namazdan önce kullanma, abdestini bozarsın. Misvakı yumuşak sür, dişlerinin kanamamasına özen göster. Ama sürekli misvakı kullanırsan diş eti kanamasından kurtulursun, diş etlerini mükemmel pekiştirir.

Sual: Efendim geçen de bir yerde teravih namazı kılıyordum. Yanımda bir şahıs vardı, tanımıyorum. Teravihin her selamından sonra kalkarken misvak kullanıyordu.

Cevap: O şahıs şafii’dir. Şafii’lerde misvak çok önemli. Neredeyse namazın içinde bile kullanacaklar. Onlarda o kadar ki önemli. Hatta onlar misvak bulamazlarsa ceketlerinin kolunu, yakasını getirir dişine sürer. Bir kişinin ceketinin kolu, yakası çok yağlıysa bil ki o şafidir. Yani onlara göre önemli olan sert bir şeyi dişlere sürmek...

Onlar sadece namazda değil her hayırlı amelde misvak kullanmak zorundalar. Namaza dururken kullanacak, imam hutbeye çıkarken,  hutbe dinlemeye başlayacağı zaman, imam mihrabiye, namazdan sonra aşır okurken şafii misvaklanacak... Allah için yapılan her işte misvaklanacak. Misvak o kadar önemli onlarda.

Allah Resûlü Cebrail geldiğinde misvakını saklamış, hemen üstüne örtü atmış. Sahabi sormuş, Ya Resûlallah niye misvakı Cibril’den gizliyorsunuz? Buyurmuş ki, Ben o kadar seviyorum ki, sıhhat için o kadar faideli ki, ben seviyorum diye korkuyorum Cibril bunu farz kılar, Allah bunu size farz eder ve bu da size zor gelir. O yüzden saklıyorum Cibril’den… Efendimiz Misvakın üstünde bu kadar durmuş.

Sual: Efendim, misvağın 10 cm’den uzun olması gerektiğini buyurdunuz. Belli bir süre kullandıktan sonra kullandığımız yeri kesiyoruz ve misvak kısalıyor. 10 cm’den de kısa kalırsa artık misvağı kullanmayacak mıyız?

Cevap: Evet, 10 cm’den küçükleri kullanamayacağız. Çünkü mikrop 10 cm’e kadar iniyor. Herkesin misvakı bir karış olacak ve serçe parmağı kalınlığında olacak.

Sual: Abdestle ilgili de bir sorumu olacak: İstibradan sonra pamuk kullanılabiliyor…

Cevap: Aslında istibra yaptıktan sonra, istibrayı güzel yapıyorsanız, pamuğa daha gerek yok. Özellikle gençler istibrayı tuvaletin içinde yapabilirler. Tuvaletten çıkmadan, oturdukları yerde sağa sola yaylanarak ıkınsalar, birkaç sefer aksırıp öksürseler, kalkıp ayaklarını hareket ettirseler ve sağsalar kalan idrar gelir. Yaşlıların, yaşı 60’ın üstünde olan insanların biraz beklemesi, gezelemesi lazım. Onlarda istibra biraz geç geliyor.

Sual: Pamuk da kullanılıyor diye dışarı çıktıktan sonra gezinti, bekleme yapmıyoruz…

Cevap: Gençler gezinme yapmasın, tuvaletin içinde o hareketleri yapsın, taharetlenip çıksın. Bu kullandığımız pamuklar sentetik, o kadar çok sıhhatli değil. Çünkü saf değil akrilik karışımı var.  O yüzden onlar zamanla mesanede yara yapabiliyor…

Mesela taharetin sünnetlerinden birisi de taharet alındıktan sonra taharet suyunu (temiz suyu), o ıslak  eli kiloda serpiştirmek… Bu niye? Sonra bir ıslaklık gelirse, o benim serptiğim su deyip vesveseye kapılmamak için. Bu da taharettin sünnetlerinden.

Abdestten sonra, abdest alınan sudan, oruçlu olunmadığı zaman üç yudum içmek, bu da abdestin sünnetlerinden. Allah Resûlü üç yudum abdest aldıkları sudan şifa niyetiyle içmişler. Yine abdestten sonra (Kadir Suresi) “İnna enzelna hu” okumak, “şahadet” getirmek de abdestin sünnetlerindendir…

Sual: Umum abdestliklerde, cami abdestlikleri gibi, abdest alınan yer ile tuvaletler birbirine çok yakın. O yerlerde bu sünnetleri işlemek üzere buyurduğunuz sureler okunabilir mi?

Cevap: Okunur, okunur… Klozetin bir faydası şu ki; Fıkıhta, affedersiniz, necasetin görüldüğü yerde Kur’ân-ı Kerim okunmaz, abdest alınmaz. Klozette kapağı kapattın mı görünen bir şey yok, klozetin yanında abdest de alabilirsin ve her türlü duayı da okuyabilirsin. Zaten kapalı oldu mu orası ayrı bir bölüm gibi oluyor ve kapanmış oluyor…

Alaturka tuvaletlerde de necaset görülebilecek yerin üzerine kapak, pompa veya wcmatik gibi kapaklı şeyler ile kapatılırsa, içi görünmezse onlarda da olur.

Sual: Efendim, abdest alana selam verilir mi veya ‘Allah kabul etsin’ vs. denilir mi?

Cevap: Abdest alana selam verilmez. Mesela ‘hayrını gör’, ‘Allah kabul etsin’ diyorlar, bunları da abdest aldığında değil, abdestten sonra de. Abdest alırken onu konuşturma, meşgul etme. Abdest alana, Kur’ân okuyana, Kur’ân dinleyene, namaz kılana, vaaz dinleyene, tespih çekene yani ibadetle meşgul olan bir insana selam verilmez. Ezan okunurken de selam verilmez çünkü adam ezan dinliyor. Ama şimdi toplum o hale gelmiş ki, fıkıh bilinmediği için vermesen fitne çıkıyor. ‘Bak hacı geçti selam vermedi’ diyor. O yüzden mecbur veriyorsun.

Sual: Efendim iş esnasında namaz kılacağımız zaman iş elbiselerimizi değiştirmemiz gerekir mi?

Cevap: Eğer iş yeri elbisende alkol vs. gibi bulaşmış, necaset bir şey yoksa değişmene gerek yok. Ama vaktin müsaitse, zaman açısından bir sıkıntın yoksa değiştirip temiz bir elbise giyip kılabilirsin.

Sual: Efendim cami önünde dilenenlere sadaka vermek uygun mudur?

Cevap: Günümüzde dilencilere vermek uygun değil. Bu işi meslek edinmişler. Allah Resûlü buyuruyor ki: “Bir günlük yiyeceği olan dilenmesin.” Bir günlük yiyeceği, ekmek alacağı parası olan dilenmesin. Bankada senden benden çok paraları var. Bunlar bu işi meslek edinmişler kendilerini acındırıp dileniyorlar. Bunlara vermek caiz değil. Bir çoğu da şarapçı oluyor, götürüyor şaraba veriyor. Adam bakıyorsun dileniyor ama cebinde sigara var parayı sigaraya veriyor. Eğer ihtiyacın olsa niye sigara içesin? Onlara vermeyin ama gönlünü de kırmayın, yıkmayın. Geçin yanından.

Ben her mümine tavsiye ediyorum, evinde kumbara gibi bir şey olsun. Allah rızası için günlük ona bir sadaka atsın. Misal cebindeki bozuk paralardan atsın ay sonuna kadar orada biriksin. Ay sonu baksın ki ne birikti, onu gerçekten ihtiyaç sahibi olan bir yere götürüp başının gözünün sadakası olarak versin. Ya bir hizmet müessesine bir vakfa, bir dergaha getirsin; ya bir fukaraya götürsün, versin.

Bazen yazıyorlar benim de hoşuma gidiyor, “Bugün Allah için ne yaptın!” İşte bugün Allah için bir sadaka verdim...
Evet, arkadaşlar namazın dışı da bana göre böyle…

Tashih ve Düzeltme
Geçen sayımızın 5. sayfasında “imkan varsa karavatla namaz kılmak uygun”. şeklinde yazılan cümle “imkan varsa kravatla namaz kılmak uygun değildir.” şeklinde olacaktır. düzeltir,özür dileriz.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 AĞUSTOS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 29 Nisan 2014 16:35

NAMAZ -5-

Namazın içindekilere niyetle girmiştik.Namazın  dışında da istikbali kıble, vakit, setri avret, haces ve neces tahareti namazın dışındakiler…..denildiği gibi namazın dışında da en az içi kadar önemli çünkü namazın içi tarif edildiği şekli ile olabilmesi dışına bağlı dıştaki şartları ne kadar mükemmelleştirirsek ,dışındaki  şartlar ne kadar kamil manada tahakkuk ederse namazın içi de o kadar huzurlu,efendim ihlaslı olacaktır.Bunun için içi ile dışı aslında bir bütündür namazın şimdi tabi fıkhın bu şeyleri tarif ederkenki ölçüleri belli yani haces,neces,taharet görünen ve görünmeyen pisliklerden temizlenmesi, namaz kılınacak yerin;üstün,başın görünen ve görünmeyen pisliklerden temizlenmesi birde bu gusül ve abdestle bu temizliğin içine dahil,yani cünüp bir insan namaz kılamaz,buda bu temizliğin içinden.Görünen pislikler nedir, bilinen insan ve mahlukatın tersi,  bunlardan temizlenme olacağı gibi islamın ruhuna ters düşen her türlü biblo,resim vs kıble cihetinde bu tip şeylerden namaz kılınacak mekanın temiz olması gerekmekte bunları hepsi çünki necis sayılmış.Ayeti kerimede Cenab-ı Hak işte içki,humar ve bu tip putlar falcılıkta işe yarayan biblolar,taşlar vsçbu amaçla yapılmış eşyalar şeytanın pislikleridir,şeytanın aletleridir,şeytanın oklarıdır ve şeytanın amelidir “min külli amelişşeytan” onlar şeytanın amelidir onlardan sakınmamızı emrediyor. Şimdi bunlardan sakındığımız gibi ve bunlar haram olan bilinen şeyler,birde görüntü olarak mübah olup da,meşru olup da ama insanı namazdan alıkoyacak,namazın huşusuna engel olacak şeyler var,fakire göre bunlarda haces ve neces taharet sınıfına giriyor,yani ben kalbimi,gönlümü,ruhumu huzurla Allah’a vermeme engel olan her şey namazın dışındaki temizlik kabilinden temizlenmesi lazım.Misal olsun diye söylüyorum şu arkamdaki tablo resim  buna normal bir zamanda baktığımda duygulanıyorum,kendimi Medine de  gibi  hissediyorum,efendimizi hatırlatıyor ona selatu selam getirmeye vesile oluyor,Medine’ye duyduğumuz özlemi tazeliyor ama namaz esnasında şu kıble cihetinde olsa uygun değil çünki insanı namazdan alıkor.İnsanı namazda Medine’ye götürür hayır ben namazda Medine’ye gitmek istemiyorum,ben namazda sidrtül müntehaya gideceğim ne Mekke keser beni ne Medine Kabe’ye giderim hayır Allah’a gideceğiz.Namazda kabeye de gidilmez,ravzaya da gidilmez,başka bir yere de gidilmez namazın sahibi kim Allah,kime kılıyorsun Allah’a namazda Allah’a gideceksin başka bütün yolları kapatmak zorundasın kendine yani onu  için mesela şu güzel resim,şu tablo namazda kıble,cihetinde olsa meşgul eder insanı bunu da kaldırılmasını arzu ederim yani gözdür bu,insanız takılır göz yani bunun için namazda beni meşgul edecek her şeyden temizlenmek asl olan şey bu tip zahirdeki yani temizliği yaparken asıl namazda bana gelecek olan şevki,aşkı,ilhamı,feyzi engelleyecek içerdeki pisliklerin temizlenmesi,zihnimdeki karışıklığın,gönlümdeki bulanıklığın,yaşantımdaki nahoş şeylerin absurt şeylerin temizlenmesi namaza girmeden önce bunlardan kurtulacağım.Öyleyse namazdan önce şöyle bir oturup bir kendime geleceğim yani Allahın huzuruna çıkmaya hem zihnen,hem kalben,hem halen hazırlanacağım.Ben nereye çıkıyorum yani düşünmeliyim insan bir yolculuğa çıkarken bile yani misal şurdan şehre  giderken bile nüfus kağıdını yanına alıyor,işte arabası varsa ehliyetini ruhsatını alıyor ne bileyim ötesini,berisini unutmamaya gayret ediyor. şurdan şehre gidip gelecek ,bir hazırlık görüyor işte varsa ceketini giyiyor misal kendini hazırlıyor yani ben alemlerin rabbi olan Allah’a gideceğim bunun hiç mi bir hazırlığı olmamalı onun için oturup bir düşünmeliyim,tefekkür etmeliyim,zihnimdeki karmaşayı,gönlümdeki muharebeyi,mücadeleyi bir sona ermeliyim bunun için mesela Allah resülü tavsiyesi var namazdan önce otur bir Fatiha,bir ayetel kürsi,ihlas,felak,nas on kere la ilahe illallah,on kere estağfirullah ,on kere subhanallah,elhamdulillah,allahu ekber bunları tavsiye ediyor.Yaşlı bir bayan  Cenab-ı peygambere geliyor vesvesesiz namaz kılamadığını söylüyor vesvesenin kendisine çok hücum ettiğini ettiğini namaza gireceği zaman huzur bulamadığını namazda şikayet edince Cenabı Peygamber ona bunu tavsiye  ediyor namaza girmeden otur Allah’ı böyle zikret bunları yap ha bir ön hazırlık bu işte gönlün,zihnin,duygu ve düşüncelerin temizlenmesi motive olmak,namaza motive olmak ,kendini namaza hazırlamak  ben namaz kılacağım Allah’ın huzuruna varacağım,öyleyse yanlış yapmamalıyım adeta bir plan yapma,kendini hazırlama asıl taharet bu tahareti batıne,özellikle çok istiğfarda bulunma namazdan önce .tevbe ile meşgul olma ve kalbin yumuşaması için selatu selam getirmek,Allah’ın rahmetini algılamaya hazır hale getirmek kalbi muhabbete ,coşkunluğa hazırlamak selatu selamla Allah resulünün muhabbeti olsun ki onu arkasında namaz kılabileyim.Onun cemaatine dahil olayım asıl taharet bu yani elbetteki bugün zahir temizlik misal yani bir mümin için bunu söylemeye bile ben gerek görmüyorum.Böyle bir şeyi ama mümin duygu ve düşüncelerini,halini,tahlil etmeli…tetkik etmeli temizlenmeli. hades ve necesten temizliğin bir parçası da zaten setri avrettede buna değineceğiz.Allah’ın razı olmadığı hertürlü şekilden de mümin temizlenmesi lazım namazda bugün işte misal kıravatla imkan varsa kıravatla namaz kılmak uygun yani Hakkın razı olduğu bir suret bir şekil değil oda istavroz, kravatta fal okları gibi yani şeytanın amellerinden biri bunu çıkartması iyi olur.İşte şapka ile şapkayı ters çevirip namaz kılmak hoş bir şey değil yani oda bir necaset küfrü temsil ediyor ve küfür şiarı ehli küfür tarafından simgeleştirilmiş adeta alet haline getirilmiş yani belirgin bir işaret haline getirilmiş bir kisbet buda bir min külli amelişşeytan sınıfından ve bunu da namazda çıkartılması lazım hatta bana göre camilerin içinde bile asılması caiz değil,camideki füyuzatı engeller yani paratoner gibi camiye gelecek feyzi keser yani camilerin içinde bir o tip şeyler uygun değil, birde ayakkabı uygun değil camiye gelecek feyzi keser yani camilerin içinde bir o tip şeyler uygun değil cami içinde kuranı kerimde Cenab_ı  Hak Hz. Musaya Turi sinaya çıkarken takunyaların çıkar onlarla mukaddes vadiye girme.Camide mukaddes bir yerdir, Allah’ın evidir o ayakkabılarda bir sürü necaset var ayakkabı zulmeti temsil ediyor,temsil olarak da ayakkabı zulümatı temsil eder,ayakkabılardan cami içine girmesi uygun değil oradaki füyuzatı  engeller

büyüklerimiz birgün hatme yapıyorlarmış hatmede bir türlü başlama emri gelmiyor mubarek buyurmuş ki abdestsiz olan mı var yani farkında olmadan abdesti bozulan mı var, herkes kendini bir kontrol etsin,herkes kendini kontrol etmiş abdestlerde bir problem yok oturmuşlar yine şey gelmemiş,ruhaniyet oluşmamış, girememişler hatmeye mübarek buyurmuş yabancı birimi var yani bu işleri inkar eden zikri,fikri,tasavvufu meşayıkı  inkar eden bu  hakikate münkir birisimi var herkes yanındakine baskın bakmışlar  etrafda kimse yok böyle bir yabancı var yine oluşmayınca mübarek buyurmuş tekrar bakın yani bir şey var engelleyen bir şey var sağı solu araştırırken asalıkta asların koyulduğu yerde, asaların konulduğu yerde bir ihvanın bir bastonu mübareğin gözü ona takılmış sormuş bu baston nedir, kimindir filan dervişin biri çıkmış demiş ki benim, nerden buldun bastonu demiş ki bu filanca kişi bana verdi, biri hediye etmiş ona misal nasıl bir kişi o işte o bu yolu münkir birisi sormuşlar işte tanıyor musunuz o demiş ben tanıyorum, ben tanıyorum bu yolun münkiri o münkiri verdiği asa hediye ettiği  asa orda duruyor diye gelecek füyuzatı engelliyor. Telefon kesici gibi füyuzatı kesiyor, enerjiyi kesiyor zikre giremiyorlar şimdi ayakkabılarda böyle caminin içinde ayakkabı hoş değil yani o haces ve neces taharet bölümünde işte bütün bunlardan temizlenmek Allah’ın razı olmayacağı hertürlü kıyafetten, her türlü şekilden temiz olmak bu hal ile namaza girmek bu tabi abdest ve gusülde de dikkati gerektiriyor orda hazırlanma başlıyor yani namaz kılınacak yere gelene kadar taharetimiz düzgün olacak bol su ile taharetlenmeliyiz bir. İki taharetlendikten sonra ya bir bezle,ya selpak peçeteyle neyse kurulanmalıyız bunları bulamazsak elimizi böyle sürüp suyunu alıp çırpmalıyız o damlayan su mustağmeldir o elbise ile namaz olmaz. O su kilodumuza damlıyor, taharet suyu o ıslak elbiseyle biryerlere oturup kalksan oradaki pisliği de çekme özelliği var yapışır ıslak zemine bunun için taharetten sonra kurulamak lazım bir selpak mendille o yıkadığımız bölgeyi kurulayalım, kurulama selpakla olabilir ama bir kağıtla olmaz arkadaşlar yani üzerine yazı tutulabilecek, yazı yazılabilecek ve yazı için yapılmış yazılması için yapılmış olan bir kağıtla kurulama olmaz, bu caiz değil ama selpak her ne kadar kağıt denilse de temizlik amacı ile yapılmış, yazı yazmak için yapılmamış yazı tutan bir şey değil bu yüzden onları kullanmak caiz. Peçete, selpak, tuvalet kağıdı ne diyorsanız bunlarla kurulanacağız taharetten sonra istibraya dikkat edeceğiz ben bugün ki Müslümanlarda istibra  görmüyorum hocam kusura bakmasın ne imamında, ne müezzininde, ne müftüsünde, ne cami cemaatinde istibra yok, istinca yok, gerçek bir taharet yok istibra nedir? bevlimizi yaptıktan sonra , küçük abdestimizi yaptıktan sonra iyice kurulayıp, ya bir kırk adım gezelemek ya oturup kalkmak, sağa şöyle ezmek şeyleri torbaları, öksürmek, hapşırmak ondan sonra tekrar içeriye girip iyice sağmak içeride biriken damlacıkları boşaltılması ondan sonra yeniden kurulanıp taharetlenip abdesti ondan sonra alacağız. çünki o damlacıklar namazda hareket ettiğiniz an mesaneye gelir ve damlayabilirde farkında olmazsan yani adam tuvaletten çıkıyor, hemen çıkar çıkmaz doğru lavaboya abdest alıyor bu uygun değil. Özelliklede ayakda bevl etmek Allah resulü bunu şiddetle men ediyor iblis aleyhillane resulullaha diyorki ki “benim bir süpürgem var bu ayakda bevl edenlerin önüne tutuyorum elbiseleri berbat oluyor.” ayakta bevl etmek kabir azabının ilki bundan başlayacak buyuruyor Sultanul enbiya ayakta bevl etmeyeceğiz bir, mutlak paçalarımızı çemberleyip çoraplarımızı çıkaracağız. Bakın şimdi toplum belki buna alışkın değil. İşte tuaf gelebilir ben bütün Müslümanlara klozeti tavsiye ediyorum klozet kadar taharetlenmede temiz bir şey yok. Evlerinize klozet yaptırın ondaki taharet çok temiz ne üstüne sıçrama ihtimali var ne sağa sola bulaşma ihtimali var ne arkan suyun sıçrama ihtimali var her yönüyle kullanışlı biz biraz takvalık olsun diye şeyleri tercih ediyoruz taşı, takvalıkla filan bir alakası yok takvaya daha uygun şey klozet temizliğe çok uygun işte efendim ona herkes oturuyor sil ya bir şey değil orda selpak bulunduruyorsun tuvalet kağıdı var ol ona sil güzel otur yani klozeti ben tavsiye ediyorum. Önce bu taharete dikkat edeceğiz, istibraya dikkat edeceğiz çorabımızı çıkaracağız tuvalete giderken, paçalarımızı iyi çemberleyecez paça deyince dışarıda elbisemizin paçası ayakkabının topuğuna deyiyorsa namaz olmaz o elbise ile yani bir yandan namazın dışındaki haces, neces yani bu modayla alakalı bir şey değil Allah resulü ashabı kiramın böyle etekleri o zaman entari giyiliyor etekleri uzun olanların eteklerine basar yırtarmış yolda yürürken gider özellikle basarmış onların eteklerini yırtarmış.Bunun için paçalarımıza dikkat edeceğiz yere sürünmeyecek paçalarımız buna özen göstereceğiz yani buda namazın huzuru için, imanın huzuru için gerekli mühim olan paçaları kısltmak. efendimiz böyle tarif ediyor.Taharetten sonra gelip öyle yalap Çalap değil düzgün abdest alacağız suyu yüzümüze çarparak. ötemizi, berimize öyle hemen rastgele astar, yüz olsun, kız olsun, kör olsun hasabı abdest olmaz. Abdestinde adabına tabirine, sünnetine uygun bir şekilde abdest alacağız. Ellerimizi şöyle güzel bileklerimizle birlikte euzu besmele ile araları hilalleyerek ellerimizi yıkayacağız sonradan durup eğer misvak kullanıyorsak güzel abdestten önce abdeste başlamadan dişlerimizi güzel misvaklayalım aralarını temizleyelim misvakla ve yahut macunsuz bir diş fırçası da bu işi görebilir misvakın sihatini vermez ama dişi temizler dişlerimizi güzel misvaklayıp ondan sonra ellerimizi böyle bileklerle hilalleyerek yıkadıktan sonra dolu dolu ağzımıza su üç kere güzelce çalkalayacağız eğer yemekten sonra abdest alıyorsak önceden bir kere çalkalayıp o şeyi yutalım, suyu yutalım çünki onda yemek parçaları ekmek kırıntıları var kanalizasyona gitmesin, ondan sonra abdest almaya başlıyalım ağzımızdaki nimeti oraya boşaltmayalım yani üç sefer güzelce eğer misvak yoksa yanımızda parmaklarımızı kullanacağız bunlarda sünnet, misvakın da sünnetde kullanma adabı var, üstünde misvak olan var mı kalemde olsa göstermek için olur. Şimdi şu misvakı kabul edin şura misvağın açık kısmı misvağı cebimize koyarken böyle koymak sünnet fırça kısmı açık kısmı aşağı gelecek böyle gelirse bu içindeki su ıslanan yer altından akar misvakı çürütür yani tüm mikroplar içine girer.Öyle koyarsan su dışına sızar,misvak kurur,bu yüzden misvağın sünneti böyle aşağı koymak bir, şundan daha kısa misvak kullanmak caiz değil yani on cm diyelim,on cm’den küçük bir misvak kullanmak caiz değil,misvak çok kalın olmayacak sopa değil misvak herkesin serçe parmağı kalınlığında olacak. Ne çok ince ,ne çok kalın misvak seçerken  buna dikkat edin serçe parmağı kalınlığında ve ucu böyle açılmış böyle koyuyoruz .Misvaklanırken misvağı tutarken şu şekilde tutmak sünnet serçe parmağımızı altına dayayıp üst parmağı üstten sanki bir fülüt tutar gibi bir çalgı aletini tutar gibi şu vaziyet tutmak sünnet. Sağ taraftan başlamak ve yukarıdan başlamak sünnet bir aşağı inip, iki yukarı çıkıp,üç aşağıya inip,üç buçukda çıkarmak sünneti bu misvağın ondan sonra tekrar musluğun altında yıkamak öyle cebe koymamak ağızdan çıktığı şekilde cebe koymayacağız yıkayacağız böyle cebimize indireceğiz.Evet ağzımızı dolu dolu çalkaladık parmaklarla yapacaksak bunu misvak yok şu iki parmağı kullanacağız önce sağ tarafı baş parmağı sokup temizleyecez sonra sol tarafa şahadet parmağını sokup dişlerimizi temizleyeceğiz, misvak yoksa parmaklar var misvak erak ağacı denilen bu elimdeki ağaç erek ağacı o ağacın kökünden yapılıyor erek ağacı bulunamazsa, kızılcık ağacından, söğüt ağacındanda, iğde ağacındanda misvak olur bu ağaçlardan da misvak yapılır. Umreye gidenleriniz bilir orda mesela çok satıyorlar dümdüz kalem gibi misvaklar onlar hep söğüt erekde düz bulmak zor bu ağaçdan dümdüz bulmak zor ama söğüt dalları dümdüzdür orada çoğu satılan misvaklar söğüt dalı.Evet burnumuzada üç sefer su verip sol elle sümküreceğiz ondan sonra avucumuzu iyice doldurup yüzümüze çarpmadan yüzümüzün sağından başlayıp güzelce yüzümüze yayacağız.Kıl diplerinden çene altına kadar yüzümüz ıslanacak sakalı kısa olanlar sakallarının içine suyu yedirecekler mesela yavuz (sakalı kısa bir ihvan) diyelim sakalının altını ıslatacak şöyle elleriniz sürtecek sakalı uzun olupda gür olanlar ,sakalı gür uzun üstten sakalını ıslatması kafi ama hilallerse bu sünnet yani oda böyle sakalının altına suyu yedirirse sünnet üç seferde böyle yüzümüzü bol suyla sağdan sola doğru böyle güzelce suyu yedireceğiz. Kışsa mevsim kışsa abdest aldığımız suda soğuksa derk yapmak sünnet. yani ıslak elimiz ile tüy diplerimizi şöyle kollarımızı yıkamadan cildi yumuşatmak tüylerin dibini ıslatmak amacıyla derk sünnet çünkü soğuk suyu vurdunmu ıslatmaz akar gider buda abdestin sünnetlerinden kollarımızı şu dirseklere dikkat ederek iyice yıkayacağız yukardan böyle güzelce üç kere böyle sağımız,solumuzu su dirsek boşluklarını atlamadan çoğu böyle ben bazen bakıyorum camilerde vs.abdest alırken adam şöyle ya şuraları yıkamıyor çukur yerler kuru kalıyor buraların yıkanması lazım üç sefer sağ kolumuzu ve sol kolumuzu yıkayacağız ondan sonra ya kaplama mes yada dörtte bir mes hanifilere göre üç tenin ıslanması,şafilere göre tamamının ıslanması,Hambelilere göre farz bizim meshebimizde hanifilere göre dörtte bir ama fazilet kaplamada,kaplama mesde iki el ile yapılıyor elleri ıslatıp iki eli birden ıslatıp şu üç parmağı yan yana getirip saç dibine böyle yerleştirip serçe parmakla şöyle parmak içleriyle ense köküne,avuç içiylede yanları,şu parmaklar kullanılmadı bunlarda kullanılmadı el tersiyle de enseyi mes etmek bu kaplama mes faziletli kaplama mesin başka bir çeşidi yine efendimizin yaptığı  eli ıslatıp şöyle başın heryerine sürmek mesde dikkat edilecek bir hususda suyu başa yedirmeye gayret etmeyeceğiz.Başın yıkanması değil.İsmi üstünde mes dokunmak ıslak elle,nemli elle başa dokunmak yani bazen böyle görüyoruz camilerde böyle böyle yapıyor yok bu caiz değil yani saçın dibine işlemesi şart değil suyu şöyle yapmak kulakları güzelce yıkayıp ,kulak delikleri küçük olan serçe parmaklarıyla,büyük olan şahadet parmaklarıyla ve enseye mesh etmek hanifilere göre sünnet,şafilere göre bidattir.Şimdi İmam Şafi onu kabul etmemiş,ama İmamı Azama göre sünnettir.Ondan sonrada ayakları serçe parmaklarından başlayıp büyük parmağa doğru hilalleyerek oralarını ve bileklerden yukarı çıkmak ayak bileklerinden ne kadar çok çıkılırsa o kadar faziletli üç sefer üç kere yıkanması sünnet ayaklarıda böyle güzelce ykamak bu şekilde abdest almak Allah’a gönülden dua etmek yani o su misali rahmetiyle seni temizlemesi için Allah’a yalvarma.Abdestte birde dikkat edilecek husus o akan suyun çok fazla böyle üstüne başına damlamaması yani bir adam bir abdest alıyor yıkansa o kadar ıslanmaz yani,bu  hoş değil elbiselere,melbiselere bakıyorsun heryerde su bırakmış yani abdestten sonra bakıyorsun heryerde su bırakmış.Abdestten sonra hanifilere göre kurulanma evla,şafilere göre kurulanırsan necis olur,kurulanmak evla mendinlle kurulandın abdestini kuruladın o mendil cebinde namazın olmaz camiye girerken ayakkabın içine koy niye kullanılmış bir su ile o mendil ıslandı müstü amel oldu.Omüstü amel şey namazda üstünde durmasın ya biryere  ser ya ayakkabın içine bırak çıkarken al abdestide bu şekilde alacağız.Abdestten sonrada imkan dahilinde kurunalanım,su öyle bir yerimize damlamasın,akmasın elbiselerimiz ıslanmasın bu şekilde abdest ve tahareti yaptıkdan sonra temizliğe dikkat ettikten sonra setrü avret,fıkıhda neydi setrü avret göbekle diz kapağı arasını kapatmak  temel olarak bir insan başkalarının toplumun,toplum büyüklerinin yanına çıkamayacağı elbiselerle Allah’ın huzuruna çıkması uygun değil.Bunun için namaz kılarken temiz elbiselerini,güzel elbiselerini giymeli bu Allah’a verdiği değeri gösterir.Mümkünse cübbe giymeli namazda,özelliklede böyle şalvarı olmayanlar için,pantolon giyenler için  namaz da cübbe şart hatta Ömer Nasasuhi Bilmen Cennet mekan ilmihalde de zikretmiş fistan bile giyse diyor onun üstüne cübbe giymesi güzeldir alttan giydiği elbisesi  fistan bile olsa cübbe daha setr edici daha örtücüdür.

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 TEMMUZ SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 29 Nisan 2014 15:44

NAMAZ -4-

Namazla alakalı olan her şey namazın içinde, evet biz niyetle başlayalım çünkü giriş o niyetsiz hiçbir amel olmuyor. zaten ibadet denilince iki şey var akla geliyor, ibadet dediğimizde iki şey akla geliyor. biri niyet ikincisi o ibadetin kendine özgü fiili. Bu namazsa namazın filleri, oruçsa orucun fiileri var. ama farz bunlar yani, farz diyoruz ya ana farz bunlar niyet ve fiil. Niyetin eyleme dönüşmesi farz bu.  bütün ibadetlerde var niyet olmadan ibadet olmuyor. yani ibadetin fiillerini işlesende niyet yoksa o ibadet olmuyor hareket oluyor. Namaz spor oluyor, oruç perhiz oluyor, zekat sosyal yardımlaşma oluyor, hac dini turizm oluyor. niyet yoksa  namaz namaz olmuyor, oruç oruç olmuyor, hac hac olmuyor. bunları ibadetleştiren şey, Allah ile irtibatlandıran şey bunları dinimizde niyet. Onun için niyet üstünde bir mümin çok durması lazım. Niyetini mükemmelleştirmesi lazım. ha niyet ney yani şimdi dille söylüyoruz işte ya rabbi  niyet  ettim senin rızan için vs. öz olarak meseleye baktığımızda bunların hepsi fazla. çünkü  dille söylediğimiz şeyler bunlar bu bir ruhsat.Bizim halimize uygun verilmiş bir ruhsat. Ashap zamanında yani Allah resulunun hayatında böyle dille bir niyet ifadesi yok, niyet; azm etmek, kast etmek, caht etmek anlamlarında var niyet. Niyet halin diliyle, bedenin diliyle, fiilin diliyle o işe kilitlenmek, yapacağın şeye kilitlenmek. onu istenildiği şekliyle yapabildiğinin en mükemmeliyle yapmaya azm etmek niyet bu. Bunu en güzel ayeti kerimede  Hz. İbrahim’in zikrinde, virdinde, duasında, ifadesinde görüyoruz. ”Bismillah “innesalati ve nusuki ve mahyayilillahirabbil alemin” “ namazımda ,haccımda yani hayatımda, ölümümde bütün yaşantım tek kelime ile alemlerin rabbi için. Benim bütün hayatım ve hayatımın içindeki yokluk ve ölümüm ve ölümümden ötesi rabbim için. İşte niyet bu. Çıtayı buraya koyup bunu muhafaza edebilmek, bunu namazda okuyun. yani kendinizi, kendinize getirmek için, asli gayenizi hatırlamak için subhanekeden sonra okuyun. kendinize bir tekrar olsun, niyetinizi bir kontrol olsun, niyetinizi gözden geçirmek olsun. İlle o kadar şeyler hikayeler, kafiyeli sözler efendim durdum divana ,uydum imama bilmem ne bir sürü böyle efendim tekerlemeler söyleyene kadar bunu söyleyin. Bizim rabbimiz bizi halk eden, bizi var eden ve bizden bir şeyi murad eden bir şey için bizi bu aleme gönderen her şeyimizi düşünerek bize tarif etmiş. her şeyimizi ah bir anlasak, bir anlasak da bizde bir ekmeklik yapmaktan vazgeçsek yani  işi bozan bu arada bizde bir ekmeklik yapmaya çalışıyoruz yani. O yoksa her şeyi tarif ediyor, her şeyi anlatmış bizde her şeyi onun dilinden, o kendi gönlüne giden yolu bize göstermiş, yani senin böyle çok bir şeyler aramaya, incelemeye, derinlere dalmaya yok buna gerek yok  ya her şey açık ve bütün bu açıklık ”Sırati Mustakim, Caddeyi Kübra “ öyle geniş, öyle açık, öyle belirgin, öyle mübarek, öyle münevver, öyle mücella, öyle ayan beyan bir cadde ki bu. evet Allah-u Teala ne kadar zahir ise o ne kadar zahir ise ona giden yol ve ona giden o yolun işaret taşları da  o kadar zahir. sen çok derinlerden, gizlilerden birşeyler arıyorsun öyle birşey yok yani. Derinde,gizlide efendim, ötede, beride bir şey yok. .Bizde bir söz vardır biraz kaba bir ifadedir. biri işte bir şey ararken, belki de çok göz önündedir onu bulamaz. Arar çekmecelere bakar, dolaplara bakar, öteye bakar bizde ona derler ki “at arama”, aradığın şey  bir at kadar büyük değil yani, sen sanki bir at arıyorsun at arama, göz görmez akıl görür derler. Göz görmez göz ettir, akıl görür. aklı gönlüne indirirsen çok farklı şeyler görürsün. Şimdi göz görmeye yarayan aza görmesi için halk edilmiş, ama göz tek başına göremez ışık olmasa göz görmez. ışık var göz yok  yine göremez. ama göz ışıksız göremez, anlatabiliyor muyum? Karanlıkta senin gözün bir şey görmez. o karanlığını aydınlatacak bir şem’a lazım. İnsanın da aklı var, düşünüyor yalnız bu düşünceyle ulaşamaz ona bir nur lazım, ışık lazım aklın önünü aydınlatacak, aklın ufkunu açacak bir ışık lazım nedir o ışık Allahın dilinden dökülen    vahyi ilahi. o olmazsa hiçbirşey  anlayamazsın. Eğer  Cenâbı Hak nuruyla, kelamıyla, kudretiyle, sıfatlarıyla bir şeyi aydınlatmıyorsa, onlar ile irtibatlı değilse senin aklın hiçbirşey anlamaz, bulamaz. o zaman derinlerde, böyle uzaklarda, birşeyler aramaya gayret edersin. sanki böyle yer altından maden bir çıkartacaksın. Hayır hepsi bu “Siratı Mustakim’in” üstünde. tarikat ta bir yol demek zaten bu yolda düzgün yürürsen sülûk yürümek demek, hareket etmek,çalışmak , ilerlemek düzgün bir sülûk yaparsan tarikat yolunda  bütün bu yol işaretleri gözünün önünde. Cenâbı Hak rahmiyle, keremiyle, fadlıyla, lütfuyla ihsanıyla aydınlatmış. onları görürsün, işte bu göreceğin karşılaşacağın şeyler hazırlık. namaza hazırlık önce niyetle namaza niyetle. yani bir azimle, bir gayretle, bir sebatla, bir kastla namaza giriyoruz. Sanki lisani halinle, gönül dilinle diyorsun ki yarabbi, yarabbi ben sana geliyorum. davetine icabet ediyorum yarabbi. ezelde beni davet buyurmuşsun, beni kul olarak yaratman beni kendine davet etmendir. beni kendin için tercih etmen ve bende anladığım kadarıyla  senin bu davetine icabet ediyorum yarabbi, sana geliyorum. niyet bu. ve gelirken bu gelişimde benden ne istemişsen namaz istemiş ya benden ne istemişsen onları sana getirmeye gayret edeceğim yarabbi. beni bu getirmede, bu gayrette, beni muvaffak eyle yarabbi. istediklerini istediğin şekliyle sana getirebilmekte beni muvaffak eyle yarabbi. Evet ne istedi benden namaz istedi, genel olarak. namaz neden oluşuyordu kıyamdan, kıraatten, rükudan, sücuttan ben nerde  bunları bulabilirim.  bunları istedi nerde bulabilirim. ben bunları irfan mağazasından, hikmet vitrininde bulabilirim. Rastgele yerden,işportacıdan olmaz. işportacıdan olmaz, misal tabirimi maruz görün anlaşılsın diye bu misali vereceğim. Cenâbı Hak senden  bir gömlek misal istemiş olsa. senden bir gömlek  istemiş olsa  Allaha götüreceksin misal. nerden alırdın bu gömleği ya gider vakko’dan alırdın, ya beymen den alırsın, ya kitten alırsın, ya piyerkardin den alırsın Allaha götüreceksin. en kaliteli, en mükemmel gömlek kumaşıyla, dikişiyle, efendim ütüsüyle, en mükemmel gömlek nerede varsa onu oradan alırsın. Gidip rast gele konfeksiyon mağazasından, işporta tezgahından, pazardan onu alamazsın Allah’a götüreceksin. Namazı da böyle düşün Allah’ın senden istediği niyetle başladın niyetini güzel tutun geliyorum dedin niçin gidiyorsun senden istenileni  yerine getirmeye. Aslında istediği sensin, istediği şey senden bahane. onu getir buyurmuş sana, getirirken sen gel yani. murad sensin sen bunu da biliyorsun bilmen lazım. ama istenilmiş ya o şey tespihi  istemiş en mükemmelini alıp götüreceksin. Tespih bahane maksut tespih değil, murad tespih değil, bu bir sebep. en mükemmelini getireceksin, o mükemmelliğe yaraşanı getireceksin.  hem senin mükemmelliğini düşün, hem de onun mükemmelliğini düşün, adi bir şey  ne ona layık  haşa ve kella nede sana layık. Sen böyle bir şeyi götüremezsin.

Evet bu niyetle şimdi fiillere girdik. ben geliyorum dedim, efendim halimin ve bedenimin  diliyle tüm zerrâtımla yöneldim, oraya kilitlendim. Öyle bir kilitleniş ki bu daha dışarıdan hiçbirşey beni etkilememeli, birşey beni meşgul edememeli. ben gidip dönene  kadar o miracı gerçekleştirene kadar Allahın emri emanındayım, öyle inanmalıyım.Allahın gözetimindeyim ,Allahın muhafazasındayım,onun korumasındayım, onun emri emanındayım. Hiçbirşey beni etkilememeli, hiçbirşey dikkatimi çekmemeli, lgimi çekmemeli,ne seccadenin nakışları, ne ampullerin renkleri, şunlar, bunlar hiç bir suret o sirete  mal edilemez. Niyet bunu sağlıyor işte, bu kast bunu sağlıyor böyle olunca da  o dilinle söylediğin şeylere daha  gerek kalmıyor, dilinle bir şey söylemende gerekmiyor. Niyetin aslı bu ve sonradan insanlar bunun için boşalttıkları için,kalbi niyetle muvaffak olamadıkları için alimler demişler ki bütün,bütünde gaflete düşmesinler dille hiç değilse söylesinler yani  kendilerine işitsinler .Onun için niyet ettim yarabbi namaz kılmaya,oruç tutmaya bu sonradan bir ruhsat,bir zayıflığa.İftidah tekbiri aldın “Allah-u ekber” dedin bu harekete başladığını gösterdin ”Allah-u ekber” o büyükle ekber olan o zat ile benim ona kilitlenişim, hani bir şey vardır böyle ses çıkarır yani kilitlendiğinde,yerine oturduğunda tık bir ses çıkarır yani işte “Allah-u ekber” sanki o ses ben maksadıma kilitlendim,maksadıma yöneldim,miracım başladı,hertürlü şeyle ilgiyi,alakayı kestim bunun daha geri dönüşü yok.Böyle bir niyeti yapıp da bozduğunda iadesi gerekiyor,yani geri dönüşün olmadığını anlıyoruz.Çok meşru bir sebep olmadıkça bundan geri dönüş yok,”Allah-u ekber”.Kilitlendim sanki o mecraya,o merkeze kilitlendim.Ayaktasın öyle bir kilitleniş ki adeta bütün vücudunu oraya adapte ettim,daha hiçbir azan,hiçbir yerin oynamayacak,oynayacak iki şey var,kalbin ve dilin.Dilin okurken “Elhamdulillahirabbil alemin errahmanirrahim” kalbin bu hakikati tefekkür edecek.Tefekkür aklın işi burada kalbinle tefekkür edeceksin,çünkü normal bir halde değilsin,aşkla bir yolculuk yapacaksın,aşkla, senin yakıtın seni itecek olan şey aşk.Niyetle başladın niyet aklın ameli değil,niyet zaten kalbin ameli.Kalple başladım işe ,kalple ayağı seyrediyorsun,o yüzden tefekkürü de kalple yapacaksın, kalbin çalışacak.Kalbin reddedilirim korkusuyla,reddedilirim korkusuyla bir kuş gibi çırpınacak ona gitmenin,ona yönelmenin şevkiyle,aşkıyla da müthiş bir coşkunluk,bir taşkınlık yaşayacak kalbin.Öyle bir titreyişte ve öyle bir taşkınlıkta,o kadar kararsızsın ki,o kadar iradesizsin ki,başka bir yerini oynatamazsın zaten. Heyecandan, heybetten, Kalple başladım işe ,kalple ayağı seyrediyorsun,o yüzden tefekkürü de kalple yapacaksın, kalbin çalışacak.Kalbin reddedilirim korkusuyla,reddedilirim korkusuyla bir kuş gibi çırpınacak ona gitmenin,ona yönelmenin şevkiyle,aşkıyla da müthiş bir coşkunluk,bir taşkınlık yaşayacak kalbinazametten, dehşetten felç olmuş durumdasın evet,hiçbir yerin oynamıyor,ellerini bağlamışsın efendim sanki onu tutmuşsun, sana bir şey verilmiş onu böyle sarmışsın.Şimdi bize hep öğretilen böyle göbek altı ellerini bağla göbeğinin altında elinin uzandığı yere kadar,kolunun uzandığı yere kadar ya Müslüman göbeğin altı şehvet merkezi,göbek çukuru ve onun altı şehvet merkezi burada ne var ki orayı tutayım yani ne varsa benim kalbimde var  o sevda,o dava,o iman,o aşk,o cezbe,o ihlas,o niyet kalbe verilmiş kalbime yakın dayayıp onu korumaya çalışmalıyım.Ellerimi kalbe yakın bağlayarak o kalbimdeki serveti, sermayeyi,huzuru,huşuyu bunu korumaya çalışmalıyım.Ellerimi kalbe yakın bağlayarak o kalbimdeki serveti,sermayeyi,huzuru,huşuyu bunu korumaya çalışayım.Elimi göbeğimin altına bağladım mı aklımda  hep orada oluyor.Kıldığım namazın ne hayrı var o zaman yani,işte insan şehvetten kurtulamıyor namaz kılarken de o yüzden olmuyor namaz yani istenilen olmuyor,netice olmuyor.Evet yöneldim ellerimi bağladım,kıyamdayım duruşumu gösteriyorum,duruşumu,onun huzurundaki edebimi gösteriyorum. Sıramı bekliyorum,hakkımdaki ilanı bekliyorum,hakkımdaki takdiri bekliyorum ve korumam gereken o hakikatlere karşı kıyamdayım hazır bekliyorum,hazır bekliyorum.Neyi bekliyorum ondan bana gelecek şeyi bekliyorum.İkramı,ihsanı bekliyorum,ilhamı bekliyorum  saygının doruk noktası bu, kıyam Allah’a duyduğum saygının doruk noktası ama mahcup bir vaziyetle bekliyoruz.İtikafa girerken de konuşmuştuk yani sürekli halimiz böyle olsun,yani mahcup bir halde,mahzun bir halde bekliyorum.Saatlerce sürse, senelerce sürse o bekleyiş razıyım,beklemeye hazırım bekleyeceğim.Sonsuza kadar sürse bekleyeceğim o azimde,o kararlılıktayım bekliyorum ve adeta beni işittiğine inandığım için arzu halimi kıraatle ifade ediyorum,artık o hali siz düşünün ve sanki kapı açılıyor,bana buyur diyorlar kapıdan içeri girerken huzuru hazrete gidiyorum,tazimle eğiliyorum,eğiliyorum,itaat ediyorum.Sanki bana sual buyuruyor ne istiyorsun kalkıp isteğimi tekrar ediyorum, rükudan kavameye kalkıyorum arzu halimi özetliyorum adeta,özetliyorum uzatmıyorum.Özet ve ondan sonra kalkıp o heybeti,adeta müşahade ediyorum karşı karşıyayım dayanamıyorum o heybete,o azamete,o letafete ,o güzelliğe.Cebel İbn Muaz Yemenden dönünce efendimizi bir görüyor hasret var tabi Yemende kalmış biraz büyükler buyurmuşlar ki aşkı kemale gelmiş mürit dumura gelmiş boğadır buyurmuşlar.Tabi bu biraz kabada ifade ettiği mana çok hoş yani.Demek Cebel İbn Muaz da o misal yani Yemende hasretlik çekmiş Sultanul enbiyaya birden karşısında görünce bir boğa gibi saldırası geliyor resulullaha  (s.a.v)koşuyor,kucaklıyor efendimizi yetmiyor izin ver ya resulullah ellerini öpeyim,efendimiz izin veriyor ellerini öpüyor,ellerini öpüyor şevki daha  artıyor sanki ateşe benzin dökülmüş gibi.İzin ver ya resulullah ayaklarını öpeyim buyuruyor,izin veriyor efendimiz,efendimizin ayakları öpüyor.Ayağa eğilince aşkı daha çok ziyadeleşiyor.Ya resulullah müsaade buyur sana secde edeyim,efendimiz Allahtan başkasına secde edilmez buyuruyor,yani elimi öpmen,ayağımı öpmen sevgi eseriydi,muhabbet eseriydi efendim bunlara izin verdim ama secde yalnızca Allah’a aittir. Dönüyor diyor ya resulullah ben Yemende gördüm rahipler,keşişler,papazlar kendilerine secde ettiriyorlar vallahi sen Allah’ın peygamberisin onlardan daha ziyade secde edilmeye layıksın izin ver ben sana secde edeyim,izin vermiyor. Şimdi o manzaradan durur gibi o güzelliği görünce ayaklarına kapanasın geliyor, hemen secdeye yatıyorsun. Ben nasıl bakabilirim diye yani o cemale, o hüzne nasıl bakabilirim gözüm bile onu incitir endişesi ile ayaklarına kapanıyorsun,mahvolmak istiyorsun, eriyip adeta ona akmak istiyorsun, onunla bütünleşmek istiyorsun, saygını, sevgini, itaatini, hürmetini, gayretini yani o ana gelinceye kadar nelerini getirmişsen hepsini zirveye ulaştırmak istiyorsun. Onu görünce bakıyorsun ki senin getirdiklerinin hiç birinin bir kıymeti yok,bir anlamı yok,hiç birinin bir manası yok.Adamın biri çölde yaşıyor çöl,çölde en kıymetli şey ne su yağmur yağmış bir gün dağın taş oyuklarında su birikmiş yağmış.Bu adam,çok kıymetli bir varlık yani su hayat bir kırbaya doldurmuş onları demiş ki ben bunları halifeyi ziyarete gideyim halifeye hediye götüreyim yola çıkmış gelmiş Bağdat’a halifeyi ziyarete demiş ben büyük bir hediye getirdim ne getirdin? Demiş ben  kendisine vereceğim halifenin huzuruna götürmüşler onu demiş ki efendim ben çölde yaşayan biriyim size çölden müthiş bir hediye getirdim. Ne getirdin? İşte şu kırba içinde su getirdim. yani zannediyor su heryerde çok kıymetli  halife hediyesini kabul etmiş onu bozmamış vezirine demiş ki buna sarayımızı gezdirin misafir görsün.Neyse vezir misafiri almış gezdirmek için adam bakmış ki saray nehrin üzerine kurulmuş yani sarayın altında böyle bir nehir akıyor.Adam düşünmüş,taşınmış aman Allahım nasıl bir edepsizlik yaptığını o zaman anlamış. Ben sarayı nehir,su üstünde  kurulu bir insana su hediye getirdim.İşte Allah’u Telanın huzuruna kul getirdiği şeyleri hakkın heybetini,hayretini,azametini görünce getirdiklerinin hiçbir anlamı olmadığını o anda orda sanki kırbayı sanki o seccadede boşaltır. Bütün     nefsaniyetinden, varlığından, her şeyinden mahvolmak ister. İtaatini, hürmetini, muhabbetini, teslimiyetini orda taçlandırmak ister, zirvelendirmek ister. Kalkar izin verirler ona kalkmasına izin verirler kalkar amma İbn Muaz gibi  elini öptü yetmedi sanki yetmez gibi bir daha ayaklarını öpmek istercesine o yaptığı secde oda yetmedi ikincisini yapar.Birincisi itaat secdesiydi,ikincisi ibadet secdesi.İbadet kastıyla birincide itaat kastıyla secde eder.İkincide ibadet kastıyla kendi iradesi ile meseleyi idrak ederek onun secdeye layık olduğunu,ona anca secde yapılabileceğini anlayarak ona secde eder ve ondan sonra bitap bitkin bir vaziyette oturur,oturur düşünür kendine gelir ve o sarayı izzette bulunan diğer şeref konuklarını görür adeta ve hepsini birden selamlamaya başlar.Anlar ki bunlar bu sarayın müdavimleri bu izzet sarayının,bu vahdet sarayının vezirleri onlar.”Esselamu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuhu” bakar heryer de enbiya,evliya,ashap,ehli beyt,melaik efendim artık hepsini selamlamaya başlar,sanki hepsine hediyelerini vermeye başlar.Getirdiği hediyelerden hepsine dağıtır,niye bunları dağıtır aslında bunları onlara verirken onların  yardımını talep eder,beni tanıyın ve bana yardım edin ve beni bu saraydan kovmasınlar,atmasınlar,bana izin alın ben tez,tez geleyim bunun için bana şahit olun,bana şefaatçi olun ve adeta namaz mademki cemaatle yirmi yedi derece zahirde,batında da manada da namazını o cemaate hediye ederek cemaatleştirir namazını.Peygamberlerle efendim Salihlerle,şehitlerle,namazını cemaatleştirir. Dolayısıyla o kıldığı iki rekat diyelim orda manada hazır bulunan,manen orda hazır bulunan varlıkların sayısınca katlar.Katladığı gibide kıymetlenir,çünkü onlarında dikkatini çekti,onlarda dua edecek,şefaat edecek ,şahitlik edecek böyle bir namazın inşallah ,inşallah reddi söz konusu olmaz o zaman,o namaz reddedilmez. O namazdan maksat hasıl olur,o namazın karşılığı gelir. İşte asıl cemaat,cemiyet insanın özünde içinde yoksa iki kişinin yanında durmuşsun, üç kişinin yanında durmuşsun fasık birinin, facir birinin  yanında durdun belki namazını götürdün yani. İmam Rabbani Hz.öyle buyuruyor. altın yüzük takan birinin diyor yanında  namaz kılmaktansa en ön safta olsa diyor o namazını kurtarmak istiyorsa en arka safa geçsin. En ön safta altın yüzüklü biri varsa,üstünde necaset bulunan Allah’ın haram kıldığı bir şey bulunan biri varsa namazını kurtarmak istiyorsa en arka safa geçsin buyurmuş yani. Tamam şimdi cemaat fazilette asıl cemaat işte cemiyet o. Böyle bir cemaat oluşturabilirseniz, siz iki kişi olursanız üçüncüsü Allah olur buyuruyor Cenâbı Hak. üçüncüsü benim  o cemiyeti oluşturabilirseniz  işte cemaat o. Birincisi sen, ikincisi mürşidin rabıtan, üçüncüsü Mevlâ alsana cemaat. Dünyanın en hayırlı,en faziletli cemaati anlatabiliyor muyum? Şekillerin ötesine geçtiğimizde orda ki alem farklı, benim gördüğüm bunlar, sizler farklı şeyler görebilirsiniz,efendim, ben baktığımda gördüğüm bunlar. Sufi olmaya gayret edin arkadaşlar sufinin herşeyi güzeldir. Sufinin namazı güzel, orucu güzel, zikri güzel, fikri güzel, güzel insanlar bunlar. Buna azm edin , gayret edin, caht edin, yani sufilik İslam medeniyetinin zirvesidir, İslam medeniyetinin, İslam medeniyetinin zirvesidir, yani bakın işte İslam tarihine bakın, İslam büyüklerinin, özellikle ashab-ı kirama evvelleri ve Allah resulunun sohbetiyle, muhabbetiyle şereflendikten sonraki halleri. Ruhaniyetlerinden binlerce kez özür dilerim geçmişlerinde yoz bir kütük iken o medeniyet sayesinde kainattaki en nadide sanat eseri olmuşlar yani, en nadide sanat eseri bir Hz. Ömer’e bakın, diğer sahabelere bakın bir Bişri Hafiye bakın davud-i tâi’ye bakın. Allah dostlarından en nadide sanat eseri olmuşlar. sufilikleri sayesinde. Cenâbı Hak bizleri nankörlükten muhafaza buyursun insan düşününce şükredemiyoruz yani hakikaten elimizdeki değerin kıymetini bilmiyoruz. Cenâbı Hak bize böyle bir yol,böyle güzel yol arkadaşları büyüklerimizi gibi güzel yok arkadaşları nasip etmiş, evet biz hala Hz. Musa’nın ümmeti misali, bir İsrail gibi Cenâbı Hak bize kudret helvası sunuyor bizde İsrail gibi soğan sarımsak istiyoruz.

Namazı misal son oturuşa teşehhüt miktarı oturmak farz teşehhüt miktarı farz… teşehhüt şahitlik anlamında görmeden birşeye şahit olabilirmisin.Şahit olman için bir şeyi görmüş olman lazım, yani şahit olman için Şuhut gerekli. Müşahade etmen  gerekli, görmen gerekli işte orda ne okuyorsun “Ettehiyatu” okuyorsun, salavat okuyorsun yani namazda onları görmen gerek yani. Selam neyedir” Esselamualeyke “diyorsun bunu ifade ediyorsun.  yani yüze verilen selam. Bunun yüzünü de düşünmelisin o zaman. Sultanul enbiya (a.s) onun ashabının, onun ehli beytini düşünmek zorundasın, onlarla adeta manen karşı karşıya gelip onları selamlamalısın işte sana rabıta yani, sevginin doruk noktası bunlar olmazsa zaten namaz olmuyor.Yani oturabilirsinde o miktar oturmak farz ama ne anlamı var ki yani o fiilin içini doldurmayacaksan oturdun bekledin misal bir şey söylemedin namaz tamamı? Misal bir insan rükuya gitse rüku farz ”Subhane rabbiyel  azim” demese zahiren ama bu neye benzer: Bir yere alış verişe bakkala gidip ne alacağını unutan adamın haline benzer. Bakkala kadar gitti ne alacağını unutmuş. birşey almadan geri döndü. bunun gibi yani. rükuya gittin orda ne diyecektim ya birşey demeden kalktım farz yerine geldi tamam amma teşehhütte de müşahadeye gayret etmelisin.Onlar seni görüyor bunda şüphe yok, sende onları görmeye gayret etmelisin. İşte onları görebilmen için gönül aynasını saflaştırman lazım. Aynada toz var olmamalı. tozunu, çapağını silmelisin. yani o camda kalktığında o hafız gibi olursun o zaman direk kaskatı kesilirsin dayanman mümkün değil yani. Ashap döneminde vefat edenler olmuş. Allah resulünün kıraatini işitince, ondaki manaya yoğunlaşınca ruhunu teslim etmişler. Çok ilginçtir İbni Ziyad biliyorsunuz ehli beytin azılı düşmanlarından ve Ömer Bin Sad, Sad Bin Vakkas’ın oğlu bunlar Yezit’in komutanları Hz. Hüseyin’i şehit etmeye gitmişler. Bu kefereler namazın önemini anlamışlar, namazın ne kadar önemli olduğunu biliyorlar, kendilerine namaz kılmıyor zalimler. Namazda gidiyorlar Hz. Hüseyin’e uyuyorlar. o ashabıyla namaz kılarken Hz. Hüseyin yanındaki birlikte olduğu ehli beytiyle, ashabıyla namaz kılarken. İbni Bin Ziyad ve Ömer Bin Sa’d gidiyor namazda ona uyuyorlar. Ancak onlarla namazımız kabul olur bunu biliyorlar. Hz. Hüseyin Allahtan korkun diyor bensiz namaz dahi kılamıyorsunuz diyor namazını gelip arkamda kılıyorsunuz bana kılıç doğrultuyorsunuz. Onlarsız namazın olmayacağını biliyorlar ve namazda gidip ona uyuyorlar, dönüp onu öldürmek için planlar yapıyorlar. Bugünün insanları onlardan daha kafasız bunu anlayamamışlar. O zalimler,o kafiler bunu anlamışlar Hüseyinsiz namaz olmayacağını o varken, o orda dururken burada namazları olmayacaklarını anlıyorlar, gidiyorlar ona  iktida ediyorlar. Ondan sonra onu öldürüyorlar.

Soru: Efendim buyurdunuz ya oruçta ruhsatlar varda namazda yok. Savaş anında, seyahatte olsun hangi durumda olursa olsun Cenâbı Hak namazı istiyor yani, sanki bu durum kulun her halinde, her psikolojik durumunda da onunla karşılaşmak istiyor.Yani böyle anlayabilir miyiz?   

Cevap:Olabilir çünkü her halin kendine has bir nimeti var dolayısıyla da her halin bir hükmü var, bedeli var. Bu yüzden bütün hallerin bedeli namaz yani gerçek namazla elde edilecek nimet…   

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 HAZİRAN SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

Salı, 29 Nisan 2014 14:00

HAKK’A İNTİKAL ETMEK

Sual: Efendim günlük hayatta bir çok meşguliyet hayatımızı çepeçevre sarmış. Bunun kalbimiz, gönlümüz üstünde ciddi etkisi oluyor. Tabiri caizse kalbimiz katılaşıyor, sertleşiyor. Bu sertleşmeyi nasıl yumuşatabiliriz? Nelere dikkat etmeliyiz?

Cevap: Öncelikle, Allah insanı nasipsiz etmesin, Resûlullah Efendimiz (asv) bir hadisi şeriflerinde: “Allah senin kalbinden sevgiyi, merhameti çekip almışsa ben ne yapabilirim?” buyuruyorlar. Kâinatın Efendisi’nin bir şey yapamadığı bir noktada hiç kimse bir şey yapamaz. Allahu Teâlâ o kişinin kalbinin taşlaşmasını murad  etmiş ise ona yapılabilecek bir şey yok. O yüzden diyoruz ki Allah kimseyi nasipsiz etmesin.

Ayeti kerimeye baktığımızda kalbi katılaşan, mühürlenen insanları tarif ederken Cenâbı Hak, buyuruyor ki ‘summun’ sağırdırlar; ‘bukmun’ dilsizdirler; ‘umyun’ gözsüzdürler... Bunların neticesini getiriyor başka bir ayette ‘hatemallahu alâ kulûbihim ve ala sem’ihim ve alâ ebsarihim’... Yani dilsizliklerinin, sağırlıklarının, körlüklerinin yanında onlar aynı zamanda gönülsüzdürler. Demek ki kalbi katılaştıran şeyler ilk etapta bunlar.

Sonra başka özelliklerinden bahsederken Cenâbı Hak ‘la yefkahun’; fehimsizler, idraksizler; ‘la yeş’urun’; şuursuzlar; ‘la ya’kilun’; akılsızlar... buyuruyor. Bütün bunları bir imama bağlayacak olursak fikirsizler, anlayışsızlar.

Demek ki kalbi korumak için insanın belli azalarını koruyup o azalarıyla asli vazifelerini ifa etmesi gerekiyor. Yani kalp katılaşmasın diye bir, gözünü haramdan sakınacak... Gözüne sahip olacak gözü ile harama bakmayacak. Gözü harama baktığı sürece hakikatı göremez. Ayetteki ‘umyun’ ifadesinin muhatabı olur, kör olur. Ve kalp katılaşmasın diye gözü ağlayacak. Gözünün ağlaması, o yaş hem onun o ana kadar harama bakmışsa gözünün kirini temizleyecek hem de o sıvı/su/yaş kalbini yumuşatacak, kalbi kuraklıktan kurtaracak. Dışına belki yaş akacak içine nedamet akacak,  hüzün/mahzuniyet akacak. Ve kalp Allah’tan uzak olduğu için Allah’a hasret duyacak, her an Allah’ı arzulayacak. O kalp daha nasıl katılaşsın ki... o kalp öyle bir potada  erir ki bir lav nehri gibi, ateş nehri gibi olur. Hem  kendisi yanar hem temas ettiği, aktığı yeri, gönülleri yakar.

Gözün harama bakmasında, biz haram deyince hep saçı uzun aklı kısa birilerine bakmayı anlıyoruz. Yani şehevi bir bakış... Haram sadece bir kadına bakmak değil.  Allah ile senin arana girebilecek kalbini meşgul edip Allah’tan uzaklaştıracak her şeye bakman haram nazardır. İç geçirerek dünya nimetlerine de baksan haram nazardır. Senin kalbini bozan, sadece kadının yanağı, dudağı, baldırı değil. Misal güzel araba... Kalbini bozuyor mu, seni kendine imrendiriyor mu? Haram nazar... Dünya binaları meşgul ediyor mu seni? ‘Ah benim de olsaydı’ diyor musun? Süslü vitrinler, zengin caddeler, lüks mobilyalar meşgul ediyor mu seni? Haram nazar...

Yani haram nazar sadece kadın değil kalbini Allah’a kapatan her şeye bakman yasak nazar.

Dikkat edersen Kur’ân, Miraç’taki hadiseyi tarif ederken Cenâbı Peygamber için (asv) ‘Mazağe’l-basar’ buyuruyor. Onu nazara veriyor Kur’ân. ‘Mazağe’l-basar’; O’nun gözü hiçbir şeye bakmadı, gözü asla kaymadı. Allah’a bakan bir göz, Allah’ı gören bir göz, bir gönül Allah’ı bırakıp da başka bir şeye meyledemez, başka bir yöne kayamaz ki?

Gözü kaymadı, başka bir yere bakmadı, buyuruyor Cenâbı Hak. Yani bunu buyururken bize de işittiriyor: Allah’ı görmek istiyorsanız gözünüzü her şeye kapayın, kaydırmayın gözlerinizi. Bakın bu hususi bir haldir. Cenâbı Hak burada âşığın ahvalini,   aşkı arzulayanları, arayanları, isteyenleri böyle tarif ediyor. Umumu/insanlığı/Müslümanları tarif ederken ne buyuruyor: “Ve yüsebbit akdamena.” Ayakları kaymadı diyor.  Yani ‘ayağımızı kaydırma’ duasını öğretiyor.  Bir farklı mana da bu. ‘Onların ayakları kaymadı’ dinde sabit oldular. Bu umumun hali.

Bir gömlek ilerleyince “la tuziğ kulubena” buyuruyor. Kalpleri kaymayanlardan bahsediyor. Kalpleri kaymadı. Ayağı kaymayanlar avam müslümanlar, kalpleri kaymayanlar havas müslümanlar, “Mazağe’l-basar” gözleri kaymayanlar hâssü’l-havaslar...

Gözü kollarsan, gözünü açık tutar, ‘umyun’ ifadesinin mazharı olmazsan ‘ve ala ebsa-rihim’ fehvasından kurtulursan, gözünün mührünü kırarsan ayağın da, kalbin de, gözün de kaymaz.

Bakın Cenâbı Hak bedenin üç noktasını tarif buyuruyor: Kadem, gönül, baş-göz. Demek ki o zaman bütün beden müstakim oluyor, sabit oluyor, Allah’tan kaymıyor. Ayağın sabit,  bir tarafa gitmiyor; kalbin sabit, içine başka bir şey almıyor; gözün sabitleniyor başka bir şey görmüyor. Bir cepheden kalbi koruma altına alıyorsun, katılaşmaktan kurtarıyorsun.

Cenâbı Hak ne buyuruyor: ‘Bukmun’ dilsizdir onlar...”  Dillenebilmek için ağzını koruman gerekiyor. Ağzından girip çıkana dikkat etmek zorundasın. Ağzından ne giriyor ne çıkıyor bunlar seni dilsizleştiriyor. Yeyip içtiğine, konuştuğuna dikkat edeceksin. Bu dikkatle birlikte Allah’ın zikrine dilini alıştıracaksın. Allah Resûlü’nün ifadesiyle: “Dilinden zikrullahın rutubeti kurumasın.” Dil hep yaş/ıslak kalacak ki    -tabiri caizse- gönül kurumasın, Allah’ın zikriyle kalp, kurumasın-katılaşmasın hep yumuşak kalsın.

Yine dikkat çekiyor Cenâbı Hak, böyle olmayınca “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler.” Bu ayetin zahir manası dinin aleyhinde propaganda yapan, din hakkında ileri geri konuşanlar hakkında ama bunun dervişlere yönelik bir cephesi de var: Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. O nur nerede, gönülde. Dedik ya ‘la tuziğ kulubena’, Ağızdan giren çıkan şeyler o nuru söndürebilir. Sürekli Allah’ın zikri ile ağzımızı, dilimizi, lisanımızı, rektifiye edecek, sürekli kalaylayacağız. Dilsizlikten kurtulacağız.

Sağırlık, ‘summun’, ‘onlar sağırdırlar’. Kulağımıza da sahip çıkacak, kulağı da koruyacağız. Neden koruyacağız kulağımızı? Buradan girip de içeriyi karıştıracak yalan dolan, boş söz, malayani, gıybet veya dünyanın fuzuli medhine, şâşâsına kulağımızı tıkayacağız. Her şeye kulak kabartmayacağız. Hakk’ı dinlemeye çalışacağız. Eşyanın ana dilini dinlemeye çalışacağız. Evet, eşyanın zikrini duyabilmek istiyorsak, dertli gönüllerin iniltisini duyabilmek istiyorsak kulağımızdaki gürültüleri keseceğiz.

Kulağımızı da koruyacağız oradan da içeriye kalbi katılaştıracak hiçbir cereyan, enerji, akım gönle gitmemeli. Sürekli Hak sesine, Hakk’ın davetine-hitabına açık olacak. Her an beni çağırabilirler. Gürültü olursa duyamazsın o daveti, geçer.
Dervişin kulağı sak
Hak'tan alır ol sebak
Deprenmeden dil dudak
Sözü işiten gelsin

diyor, Hazreti Eşrefi Rumi.  

Kulağın öyle olacak ki dil dudak deprenmeden denileni işiteceksin, kalbi muhafaza edeceksin.

İşte bütün bunların sende oluşturacağı, bunların bağlandığı imam olan; gözünden, kulağından, ağzından derken vücuttaki bütün verileri toplayıp kalbe aktaran beyin, tefekkür/düşünce/anlayış... Anlayışın sertleştiği an kalbin de sertleşecek. Anlayışında ne denli şefkat, merhamet, huzur-huşu varsa kalbini o denli yumuşak kılacak. Havanın soğukluğu veya sıcaklığı kâinatta bütün dengeyi etkiliyor. Hava soğuk oldu mu her şeyde bir sertlik oluyor. Toprak da sertleşiyor meyveler de sertleşiyor hatta soğuktan yanabiliyor. Sertleşen hava kara/buza dönüşüyor. Yumuşayınca muson yağmurlarına dönüşüyor, buzullar eriyor. Buzullar eridikçe dünyanın birçok yerinde seller oluyor... Ortada görünen bir şey var mı? Yani havanın değiştiğini ısındığını/soğuduğunu görebiliyor muyuz? Yok. O da bir çeşit enerji, etkiliyor.

İşte insanın zihniyeti böyle. İnsanın zihni değiştiğinde gözün bakışı da değişiyor. Odaklandığın noktalar, hedeflerin değişiyor. Kulağının işitme sistemi değişiyor. Konuşma şeklin değişiyor...

Bu azalarımıza sahip olmak durumundayız. Genelde bedenimizi sevk ve idare eden bu azalarımız. Demek ki insan bu azalarına sahip olduğunda bütün bedenini kontrol altına almış oluyor.

Biz gözümüzün gördüğünü tutuyoruz. Şu masanın üstünü görmesek bir şey tutamayız. Hareket oranımız azalır. Görmesek konuşmak da gelmez içimizden, kime, neye konuşacağız... Görmüyoruz.

Görünce istek oluyor. Dolayısıyla bütün azalar böyle. İnsan bir güzellik görüyor ona doğru yürümek istiyor, görmese yürümez. İşitiyor hareketleniyor, işitmese sakin kalır.

Cenâbı Hak bizi öyle can alıcı noktalardan tutuyor ki, ‘elsizdirler, ayaksızdırlar, ciğersizdirler, dalaksızdırlar...’ buyurmuyor; ‘Gözsüzdürler, gönülsüzdürler’ diyor.

Demek ki biz bu azalarımıza sahip olduk mu  bütün bedeni muhafaza altına almış oluyoruz. Hem ayağımızla hem kalbimizle hem gözümüzle sabit oluruz. “Yüsebbit akdamena”; “la tuziğ kulubena”; “Mazağe’l-basar...” Bütün bunları birleştirdiğinde adeta sen de “Kâbe kavseyni ev edna” olursun kavsın, yayın iki ucunun birbirine dayanması, birbiri ile birleşmesi ve ondan da ileri... İlerisi ne olabilir? O iki ucun birleşmeden de ileri, iç içe geçmesi, birbirine fani olması... Bunu tarif etmek mümkün değil. İşte böyle bir yakınlık olur. Bu yakınlıkta insan bulacağını bulur. Bu yakınlıkta fena olur, beka olur, olur da olur... Bir yerden başlamak lazım. İster gözünden başla, ister kulağından başla, ister dilinden başla ama bir yerden başla...

Sual: Biz Kur’ân kursunda hafızlık yaptığımız  sırada ilk başlarda yaptığımız hatalara hocalarımız çok fazla kızmaz, bizi mesul tutmazdılar. Tasavvuf da bir nevi medrese gibi. Bizler her gün yeni meseleler öğreniyoruz ve bu meseleleri de hemen kavramak, anlayıp amel etmek  müşkül   olabiliyor.    Bazen bir konunun anlaşılması yılları  alabiliyor. Tam anladığımızı zannettiğimizde, anlamadığımızı, daha çok gayret etmemiz gerektiğini farkediyoruz. Bu arada da birçok hatalar yapıyoruz. Bu hatalara büyüklerimiz nasıl bakıyor?

Cevap: Şimdi tasavvuf bir tekamül hareketi olduğu için bugün dinleyeceğin sohbette anlayacağın en uygun şey, dün ne kadar yanlış yaptığın, dün dinlediklerini ne kadar yanlış anladığındır. Yarın anlayacağın şey de bugün ne kadar yanlış yaptığındır. Bu yolda bir adım ileri attıkça, bir adım öncenin yanlış olduğunu anlayacaksın, tekamül böyle. Sürekli geçmişine nedamet duyarak yol alacaksın. Aslında gittiğin yol aynı yol, yol değişmiyor, senin bu halin değiştiği için tekamül ediyorsun. Misal denizde yüzen bir adam kulaç attıkça ileri gidiyor. Deniz aynı deniz, deniz duruyor kulaç attıkça ileri gidiyorsun. Bir adam yolda yürürken yol değişmiyor, adım attıkça yolun ilerisine gidiyor. Tarihten bugüne aynı yol sabit duruyor. Sen yürüdükçe sanki yol yürüyor. Hakikatler de öyle, hiç değişmiyor ama sen bugün arkana baktığında dün ne kadar yanlış yaptığını görüyorsun. Niye? Çünkü Hakk’a bir adım daha yaklaştın. Işığı buldukça geçmişin ne kadar karanlık olduğunu anlıyorsun.

Bu duygu bitmez. Bize büyüklerimiz buyurmuşlardı ki, bir dervişi üç gün bir hücreye koyun, çıkarın. ‘Ekmek, su’ diyorsa onu salın gitsin ekmeğini suyunu kazansın. Üç gün sonra onda bir değişiklik görüyorsanız onu alın. Saniye bi saniye insan değişebilir. Allah her an bir iş üzerinde, her an Hakk’ın bir tecellisine mazhar olup farklı bir hale, farklı bir ruhaniyete, marifete bürünebilirsin.

Bunun için tasavvuf yolunda bir şeye takılıp kalmak yok. Takılacağın tek şey mürşidi kâmil olmalı. Sen kâmile takılacaksın. Onun seyri ne tarafa ise o tarafa gideceksin. Yani mürid adeta mürşidinin üzerinde bir rüzgar gülü gibi olmalı. Rüzgar ne taraftan esti o gül o tarafa dönecek. Mürşidin himmet rüzgarı, mürşidin tecelli rüzgarı, mürşidin irfan rüzgarı ne taraftan eser bilemezsin. Doğudan esti doğuya döneceksin, batıdan esti batıya döneceksin. Takılacağın tek şey bu olacak.

Bunu biz her zaman ifade etmeye çalışıyoruz: Bu anlamda müridin her şeyi mürşittir. Nasıl ki Fıkıh’ta avamın mezhebi yoktur. Avam âlime tabidir. Avam mezhebten anlamaz, mezheb avam için değildir. Avam alime tabi olur, sorar; alim söyler, öyle yapar. Müridin de bir tarikatı yoktur. Müridin varı yoğu mürşittir. Ne derse onu yapar.

Dün akşam Küçük Hüseyin Efendi Hazretlerinin hoşuna giden ilahileri, beyitleri, deyişleri okuyorduk, orada bir söz dikkatimi çekti. Bir şair diyor ki: “Bir kâmil mürşide ölmeden evvel ölmek nedir, diye sordum.” O da bana buyurdu: “Her şeyi bırakıp intikal etmektir.” Ben de o an her şeyi bırakıp intikal ettim.
Yani ‘Ölmeden nasıl ölürüm?’ diye sordum diyor, mürşid de diyor ki ‘Kalbini Allah’tan gayri bütün alakalardan, bağlardan kesip fani olan bu ilgilerden, dünyadan çekilip Allah’a, Hakk’a, hakkaniyete intikal etmendir.’

Evet, Allah kolaylaştırınca kimine böyle kolay oluveriyor. Ama biz sözde ölüme hazırız, ‘Tamam, Allah için ölelim’ diyoruz ama ölürken susarım su da yanımda olsun, çay da güzel, çay da bulunsun. Havlu, ölürken terlerim, terimi silerim havlu da olsun... Geçemiyoruz... Bu sefer huzura çıktığımızda bakıyoruz ki gönlümüz çöp evlere  dönmüş. Bazen gazetelerde okuyoruz belediye bir yerde bir ev bulmuş, çöp ev. Adam yetmiş sene toplamış eve yığmış kaç kamyon çöp çıkmış evden. Mesela gazete bulmuş eve getirmiş, şişe bulmuş getirmiş odun bulmuş getirmiş, çöp ev...

Huzura çıktığımızda şöyle gönlümüze bir nazar ediyoruz ki çöp evlere benziyor. Düşün öyle bir gönülde aradığımızı nasıl buluruz? Hele bir de bunun son deminde, son nefeste olduğunu düşün. O kadar acil lazım ki sana o aciliyetin içinde, o karmaşada sen aradığını  nasıl bulur getirirsin?

Espirisine bunu anlatırlar: Hoca eve nikaha gitmiş, nikah kıyacak. Geline demiş ‘Kızım bir şahadet getir.’ Kız kalkmış hemen içeri gitmiş dolanmış fırlanmış, aramış taramış gelmiş demiş ki ‘Hocaefendi kusura bakma o dediğin bu evde yok, bulamadım.’ Hoca ‘Neyi kızım?’ diye sormuş, Kız ‘Şahadet getir dedin ya, aradım şahadet evde yok’ demiş.

Gönül evinde sonra şahadeti bulamayabiliriz. Allah esirgesin. Kalbin yumuşaklığı şöyle dursun, kalp karışıklığı, zihin karışıklığı, hayat bulanıklığı öldürür insanı. Bunlar için teslim olup Allah’ın dostlarına intikal etmek lazım... İntikal etmek lazım...

GÜLZÂR-I HÂCEGÂN DERGİSİ'NİN 2011 MAYIS SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort