JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazartesi, 01 Temmuz 2019 00:02

SALİH KOMŞU İNSANI BAHTİYAR EDER

Salih Komşu İnsanı Bahtiyar Eder

Salih Komşu İnsanı Bahtiyar Eder - Burcu Kul

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Salih Komşu İnsanı Bahtiyar Eder

 

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

“Komşusu, zararından emin olmayan kimse cennete giremez.” (Buhari, Edeb 29)

Muâviye b. Hayde şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Rasulü! Komşumun benim üzerimdeki hakları nelerdir?” diye sordum. Şöyle buyurdular: “Hastalandığı zaman onu ziyaret edeceksin. Öldüğünde cenazesinde bulunacak, onu mezarına varıncaya dek teşyi edeceksin. Senden borç istediği zaman verecek, ihtiyacı olduğunda ihtiyacını karşılayacaksın. Kendisine bir iyilik dokunduğunda onu kutlayacak; başına bir felaket geldiğinde de başsağlığı dileyip teselli edeceksin. Ayrıca onun evinin havasını bozmamak ve rüzgârına engel olmamak için evini onunkinden yüksek yapmayacaksın. Birde eğer ona bir şeyler vermeyeceksen yemeğinin kokusunu kendisine duyurmayacaksın.” 

Zamanımızda evler apartman tipinde oluyor. Ondan çok fazla aile bir çatı altında yaşamak durumunda. Bu nedenle daha çok dikkat etmemiz gerekiyor. İslam’da güzel ahlaka, insan ilişkilerine ve dolayısıyla komşuluk hukukuna çok önem verilmiş. Yemeğinin kokusuna kadar dikkat istenmiş.

Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına da yapmamalıyız. Evimizi temiz tutmalıyız fakat bu temizlik anlayışımız başkalarına zarar vermemeli. Misal temizlik yapacağız diye çok fazla çamaşır suyu gibi ağır kimyasallar kullanırsak, banyo derzleri zamanla erir ve alt kattaki komşumuzun banyosuna su sızıntısı yapar. Ona elimizle eziyet vermiş oluruz. Halılarımız temiz olsun diye uygunsuz vakit ve belirsiz yerlerden silkelemek diğer dairelerin kirlenmesine sebep verir. Çok yüksek ses ile konuşup etrafı rahatsız etmek ve yüksek ses ile bir şeyler izleyip dinlemek uykusuz hasta yorgun komşularımızın hakkına girmemize neden olur. Hal böyleyken komşularımızın kalibnde bize karşı nahoş düşünceler hâsıl olabilir. Neticede apartman sakinlerinin huzuru bozulur. “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.” Allah korusun cennetten mahrum olmamıza sebep olabilir.

Bu mevzular tam ters bir şekilde de hâsıl olabilir. Biz ne kadar dikkat etsek te komşumuz hukuksal anlamda bize rahatsızlık verebilir. Döküntüye, sese, temizliğe dikkat etmeyerek bizi rahatsız edebilir. Bu durumda güzelce uyarılır ve sabretmek gerekir. Onun bu hasletlerini açığa vurmadan beklemek lazım. Müslüman biri kardeşinin hatasını kapatır ve açığa vurmaz. Bu onun güzel ahlakını gösterir. 

Komşumuzun bir hatasını diğer o bütün güzelliklerine değişmeyelim. Komşu yerine göre ailemizden en önce bize koşan kişidir. Allah korusun bir kötü hadise başımıza gelse ilk çaldığımız kapıdır. 

Ebu Bekir Sıddık bir gün oğlu Abdurrahman’ın bir komşusuyla çekişmekte olduğunu gördü ve ona şunları söyledi: “Sakın komşularınla çekişme! Bütün insanlar gittiklerinde komşularınla baş başa kalacaksın.” 

İslam alimlerinin büyüklerinden Malik ibn Dinar’ın Yahudi bir komşusu vardı. Yahudi, evinin kanalizasyon çukurunu, düşmanlık olsun diye Malik hazretlerinin odasının arkasına yapmıştı. Odadan içeri sızıntı oluyor, pis koku çok rahatsız ediyordu. Malik ibn Dinar, her gün sızıntıları temizler, pis kokuyu giderici güzel kokulu şeyler yakardı.

Yahudi, Malik’in rahatsız olduğunu anlıyor fakat şikayete gelmemesine hayret ediyordu. En sonunda kendisinin sabrı taştı. Hazreti Malik’in evine geldi. Pis kokuyu duyunca dedi ki:

-Ey Malik, bu koku ne?

-Burada kokulu şeyler yakıyorum.

-Hayır, bu koku kanalizasyon kokusudur. Bak duvardan sızıyor. Ne diye bana söylemiyorsun?

-Eğer söyleseydim, sen üzülebilirdin. Bizim dinimizde, komşuyu üzmemek ve ondan gelen eziyetlere katlanmak vardır. Komşuyla kavga ve gürültü etmek yoktur.

Yahudi bu sözler karşısında sarsıldı. Dedi ki:

-Ben bugüne kadar İslam dinine düşmandım. Şimdi İslamiyet’e hayran kaldım. Böyle güzel ve tatlı hükümler ancak hak olan bir dinde bulunur. Ey Malik! Müslüman olmak için ne lazımsa derhal yapmaya hazırım.

Yahudi, kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu.

Bizler etrafımıza karşı dikkatli olmaya çalıştığımız gibi, etrafımızdaki insanlara da dikkat etmeliyiz. Güzel ahlaklı bir komşu sözüyle muamelesiyle etrafındakilere huzur saadet verir. Her çeşit insanın iç içe yaşadığı bu toplumda iyi insanlar olduğu gibi kötü niyetli insanlarda maalesef ki var. Atasözlerimizde dedikleri gibi “Ev alma komşu al.” Müslümanlar olarak bu mevzu bizi daha da ilgilendiriyor. Ailemizin yaşayacağı zemin, mekân ve çevre çok önemli. Komşuluk ilişkilerinde buna da çok dikkat etmeliyiz. Bizim imanımıza, ihlasımıza, amelimize, ahlakımıza zarar veren komşulardan uzak durmalıyız. Allah korkusu olmayan, sünnetten, namazdan, kurandan yüz çeviren başkalarını çekiştirmekten hoşlanan, eşlerinin hallerini ortaya konuşan insanlarla oturup kalkmamalıyız. Onların halleri bizlere tesir ederse onlara benzeyerek kalbimiz katılaşır ve bizlerde ibadet sevgisi azalabilir.

Hılyetü’l-Evliyâ’da anlatıldığına göre, Ebu Müslim camiye giderken tekbir alarak evinden çıkar, namaza yönelirdi. Hanımı da onu tekbirle uğurlar, yine tekbirle karşılardı. 

Ancak, bir gün durum değişti. Ebu Müslim, cami dönüşü evinin avlusuna girdiği halde tekbir sesi işitmemiş, bunun bir sebebi olacağını düşünmeye başlamıştı. Halbuki hanım evden dışarıya da pek çıkmaz, habersiz bir yere gitmezdi. 

– Hayırdır inşallah, diyerek kapıdan giren Ebu Müslim, az sonra elinde yemeklerle hanımının geldiğini gördü. Sofrayı hazırlayan hanım şöyle bir köşeye “Offf!” diyerek yığılı verdi. 

Ebu Müslim şüphelenmeye başladı: 

– Hanım, sende bir değişiklik var, nedir bu oflamalar? 

– Ne olacak, yorgunluk, bitkinlik! Bütün gün ev işleriyle meşgul oluyor, yorulup bitkin düşüyorum. Halbuki sen halifenin huzuruna girince bir hizmetçi istesen, seni kırmaz hemen verirmiş. 

– Hanım, halifenin bana hemen bir hizmetçi vereceğini nereden biliyorsun? Benim böyle itibarım var mı ki? 

– Varmış! 

– Nereden biliyorsun? 

– Nereden olacak, işte komşu kadını! O, senin böyle yüce bir itibara sahip olduğunu söyledi. Hem halifeden sadece hizmetçi değil, başka daha neler istesen alırmışsın. Onun için nüfuzunu kullanmanı, hizmetçi ile kalmayıp biraz da maddî yardım taleibnde bulunmanı istiyorum. 

Kendisini tekbirlerle namaza uğurlayıp, yine tekbirlerle karşılayan hanımının birden fikrinin bozulup dikkatinin dağıtıldığını gören Ebu Müslim, buna çok üzülür, ne yapacağını şaşırır. 

Halife Hz. Muâviye’den böyle bir talepte bulunmayı asla istemez ama kadın da bunda ısrar eder: 

Bu defa gazaba gelen büyük Velî, elini açar ve bedduasını yapar: 

– Allahım, beni tekbirle namaza gönderip yine tekbirle karşılayan bu sâliha kadının kim fikrini çeldi, aklını bozdu ise, onun gözünü kör eyle! 

O anda evin öteki köşesinde bir feryat kopar! 

– Ortalığı aydınlatın, gözlerim görmüyor! 

Meğer geçim bozup, yuva yıkmakla meşhur olan komşu kadını henüz evdeymiş, birdenbire dünyasının karanlığa gömülmesini ışığın sönmesine hükmetmiş. 

Ancak, bunun ansızın gelen körlükten başka bir şey olmadığını anlayınca başlamış büyük Velîye yalvarmaya:

– Ben ettim, sen etme!... 

Bundan dolayı derler ki: 

“Dindar hanımlar, dindar olmayan kadınların verdikleri yanlış fikirleri dinlememeli, yanlış fikir verenler de, bir gün mutlaka bir belâya uğrayacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır!”

Kıssada anlatıldığı gibi görüştüğümüz kişilere çok dikkat etmeliyiz. Müslümana yakışır bir ahlakla muamele ettiğimiz gibi kötü ahlaklı insanlardan kendimizi ve ailemizi korumalıyız. 

Allah azze ve celle bizi, ailemizi ve bütün ümmeti maddi manevi bütün kötülüklerden muhafaza eylesin. Allahu Teala kendi sevgisine, Peygamber Efendimiz’in sevgisine, Kur’an’a ve sünnete muhabbetle bağlı kalmayı bizlere lütfeylesin.

Amin.

 

Yazar: Burcu Kul

 

Pazartesi, 01 Temmuz 2019 00:01

ALLAH'I SEVMEK ve ONUN TARAFINDAN SEVİLMEK

Allahı Sevmek ve Onun Tarafından Sevilmek

Allah'ı Sevmek ve Onun Tarafından Sevilmek - Gönül Pınarı

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Allah'ı Sevmek ve Onun Tarafından Sevilmek

 

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Salat ve selam efendimiz hazreti Muhamme’de, aline ve ashabına olsun. Her türlü övgü ve hamd yalnızca Allah’a (cc) mahsustur. O Allah ki zatının zikredilmesiyle kalplerin kilitlerini açar, zikredildikçe o kalbe onun sevgisi yerleşir.

Allah’a (cc) iman etmek insanın yaradılış gayesi ve varlık alemi içindeki en önemli eylemdir. Allah (cc) insanı sevdi yarattı, her şeyi insan için insanı da kendisi için yarattı. Bunun gereği Allah’ı bilmek, Allah’ı sevmek ve Allaha ibadet etmektir.

Bu ayki yazımızda ise bu başlığın üzerinde durmaya çalışacağız. İnsan farklı kapasiteler üzerine yaratılmıştır. İnsan kapasitesinin el verdiği sınırlar içinde Allah’ı tanıya bilen bir kul olarak aynı zamanda onu sevecektir de elinde olmaksızın…

Çünkü sevgi insanın mayasında vardır, insan sevgiden yaratılmıştır. Bunun kaynağı ise Kainatın efendisi, Efendimiz’dir. Çünkü onun varlığı ve yarattıklarına karşı, duygusu sevgisi, merhamet ve şefkati bütün sevgilerin merhametlerin ve şefkatlerin bütün sevgilerin merhametlerin ve şafkatlerin gerçek kaynağıdır. Bunun için insan sevmeden yaşayamaz. Rabbini seven bir insanın bu haliyle gerçekte ışığı o kaynağa yansıtmıştır. Ve böylelikle o ışığın kaynağı ile aynası arasında bir bağ olmuştur, bir sevgi bağı… Bütün yaradılışın ve kainatın mayasında sevgi vardır.

Çiçekler sevgiyle açar kelebekler sevgiyle o çiçeklere konarlar. Yağmur sevgiyle o sevginin şiddetiyle o kuru ve çatlak toprağı yeşertir, ağaçlardaki tomurcuklar sevgiyle açar. Yıldızlar sevgiyle parlar, güneş sevgiyle doğar, deniz sevgiyle aşkla dalgalanır, bunların asıl kaynağı olan insan ise sevgiyle yaşar. Sevginin en şiddetlisi ise aşktır. Aşk ise Allah’a olur, çünkü böyle kuvvetli bir duygu fani şeylere verilmez. Bizi bizden daha çok seven bize bizden daha yakın olan zata ancak böyle bir sevgi olur. Bizi bizden daha çok sevdiğinin göstergesi tüm kainat ve içindeki bütün varlıklardır.

Allah tüm kainatı önümüze sermiş ve bütün ihtiyaçlarımızı görmektedir. Allah’a olan sevgi (Aşk) Kur’an’da hazreti Peygamber Efendimiz’e (sav) tabi olmaktan onun varislerini sevmekten geçtiğini belirtir. “Öyle kimseler vardır ki onlara baktığınızda Allah hatıra gelir.”

Ezandaki sedayı hissedip namazda Rabbimizle buluşmak bu sevginin bir göstergesidir. O bizi sevdiği için huzuruna davet ediyor bizde buna karşılık onu sevdiğimiz için o davete icabet ediyoruz. Seven insan sevdiğinin davetine icabet eder, çünkü Rabbimize olan sevdamızı en belirgin şekilde gösteriyoruz. Günde beş vakit okunan ezanlar Allah’ın mümin kullarına verdiği bir randevudur. Sevdiğimiz bizi günde beş defa huzura davet ediyor… Buna icabet etmeyen gitmeyen kimsenin hakikatte ne kadar sevgisiz olduğu bu sevgiden habersiz olduğu görülmektedir.

İşte Allah’ı (cc) sevmek ve onun tarafından sevilmek… Sevgi insan oğluna verilmiş bir güçtür. Bu gücü uygun yere uygun miktarda dağıtmak hayattan daha çok lezzet almaya sebeptir. Sevginin kullanıldığı yer ve ölçü çok önemlidir. Şunu unutmamak gerekli ölçüsüz sevgi, sevgi değildir insan bir çok meseleye sevgi besleye biliyor yaşadığı sürece karşılaştığı her şeye ya sevgi duyacak veya onu sevmeyecektir, bu onun fıtratında vardır. İnsanoğlu sevginin hakkını verir. Onu dengeli ve ölçülü severse kendinde aslında bulunan gerçek sevgiye vasıl olur. O sevgi ise paylaştıkça artar ama ölçüyü muhafaza etmek önemlidir.

Düzenli ve ölçülü kullanılmayan sevgi bir yerde tıpkı şarjı bitmiş, batarya gibi işe yaramayacaktır. Yani sevgiyi şarj etmek veya kuvvetlendirmek gelecek olan elektirikden kaynaklanır. Ana temel noktaya adapta olmak .

Allah (cc) sevgisinin üstünde sevgi olmaz, fani dünya hayatına verilen sevgi Allah sevgisinin önüne geçerse bu sevgiyi yanlış kullanıyoruz demektir.

Sevgimizin gerçek noktasında Allah (cc) olmalıdır. Bundan sonra kimi neyi seviyorsak Allah için sevmeliyiz. Ve kimi ve neyi sevmiyorsak yine Allah için sevmemeliyiz. Yani bağlantı noktasında ve ana merkezde rabbimizin rızasını bulmalıyız.

 

Konuyu daha iyi anlamak için misal verirsek para, mal, eşya insanoğlunun vazgeçemeyeceği meselelerdir. Bir Müslümanın güçlü ve zengin olması da iyi bir şeydir. İşte insan bu gücü ve kuvveti sevmesi Allah için olmalıdır. Peki Allah için para, eşya ve mal, nasıl sevilir. Tek cümle ile diyebilirki bu gücü ve kuvveti Allah için harcayarak olur. Bir Müslüman Allahın ona verdiği maddi vayahut manevi nimetleri mesela çocuğunu Allah için sever ve onun yolunda yetiştirirse…. Hazreti Muhammed’e (sav) ümmet olarak yetiştirmeli zaten ana gayemiz de bu değimli? Bu konuya vurgulamak için buradaki ince terazi ise anne olarak bir kadının yetişme tarzı ve çocuğa bu maneviyatı vermek adına hazır olmalıdır, yani bir anne Allah ve peygamber sevgisini yaşayacak ki çocuğuna da yaşata bilsin.

Namazdan, Kur’an’dan zevk alacak ki çocuk da ondan örnek alsın ve o zaman cennet bu manada yaşayan annelerin ayaklarının altında gizlenmiştir. İşte bu manada sevdalar sevgiler bitmiyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar hepsine verdiğimiz sevgiyi toplayıp bizi yaradana bu kadar nimetleri verene teslim olmalıyız. Gece ve gündüz onu zikretmeliyiz.

Ebu Hureyre (ra) rivayet ediyor ki: Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Allahu Teala bir kulunu sevdiği vakit Cabrail’e: Allah filanı seviyor, onu sen de sev, diye emreder. Cebrail aleyhisselam da onu sever ve gök ehline: Allah filanı seviyor sizde onu sevin, diye seslenir. Bunun üzerine göktekiler o kimseyi severler sonrada yeryüzünde onun sevgisi kalplere yerleşir.”

Gönülden “Benim Allahım var!” diyebiliyorsak o zaman onu sevebiliyorsak , onu görürmüşçesine ona kulluk edebilmek o sırra muvaffak olmak…

O beni her zaman görüyor, bunu unutmam bu hayatıma bakan bir pencere olarak düşünmem. “Allah beni görüyor” işte bu bize verilen ihsandır. Kalbin ona o kadar bağlanmalı ki her an onu düşünmeli… Kalbimiz onu o kadar çok seviyor ki onu hissetmeden onu zikretmeden, onu fikretmeden duramamalı. Tıpkı kurulu bir saat gibi nefesinde o olmalı “Hu!”

Kalbimizin atışı “Allah… Allah…” demeli. Çünkü seviyoruz. Sevdiğimizi idda ediyoruz, seven sevdiğinin ismini sürekli yad eder. O zaman bu sevgi bana mutluluk vermeli, huzur vermeli. Bize asıl mutluluk veren bu olmalı, bana mutluluk veren beni mutlu eden bu fani dünyevi şeyler olmalı, hayır mutluluk kaynağımız bu değil.

Gönülden diyebiliyorsak “Benim Allahım var!” velev ki dünyada hiç kimsen olmasın, garip ol yetim ol, fukara olalım onu gerçekten seviyorsak bu zenginlik bize yeter, hem dünyaya hem ahirette.

 

Yazar: Gönül Pınarı

 

Pazartesi, 01 Temmuz 2019 00:00

MANEVİ SOFRALARIMIZ DOLU DOLU OLMALI

Manevi Sofralarımız Dolu Dolu Olmalı

Manevi Sofralarımız Dolu Dolu Olmalı - Mine Şimşek

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Manevi Sofralarımız Dolu Dolu Olmalı

 

Alemlerin Rabbi olan eşi benzeri dengi olmayan, yüce Allahu Teala’ya binlerce hamdu senalar olsun. Habibi Kibriya Muhammed Mustafa’ya zerreler adedince selatü selam olsun. Cenabı Hak cümlemizi bu dünyadan ayrılmadan “mağfirun” cümlesine ilhak eylesin . İçimizi dışımızı nur eylesin. Kendi rızasına varan kullardan eylesin.

Bu ayki konumuzda zikrin menen faidelerinden bahsedeceğiz inşallah. Allah dostları zikri, yalnızca bizim yapmış olduğumuz tesbihatlar olmadığını zikrin çeşitleri olduğunu ve bunların: Tevhid, salatu selam, oruç tutmak, namaz kılmak, Kur’an okumak, tefekkür etmek, tevbe etmek, Allah rızası için bir hayır yapmak, Allah korkusu ile yasaklardan kaçmak ve sohbet-ilim meclislerinde bulunmanın da zikir kabilinden olduğunu buyurmuşlardır.

Hace Hazretleri bir sohbetlerinde zikir ile ilgili şöyle nakletmişlerdir:

“Zikir bizim varlık sebebimizdir arkadaşlar! Zikrin güneşi kalbine doğmasa kalbin durur. Allahu Teala gözlerini kapatır göremezsin, kulaklarını kapatır işitemezsin. Evet o kalbe hava gitmese mağfiret, letaiflerinde devri daim yapmazsa imandan oluşan gayret düşer. Soğukluk olur mantık devreye girer. Zikir haydır hayat bulmuştur, zikretmeyen ölmüştür. Çünkü kainatta zikretmeyen varlık yoktur ayı güneşi, taşı toprağı, karıncası hepsi zikreder. Bunu bir unutan biziz. Cenabı Hak: “Onlar tesbih ederler siz işitemezsiniz.” buyuruyor.

Zikir asli ve muazzam bir ibadettir. “Ey iman edenler çokça zikredin.” buyruluyor. Yani zikirde sınırsız zikredin. Zikri daimden, zikri küle ulaşın. Allah’ın nuruna bütün kapılarımızı açalım. Nefeslerimiz sayılı sınırlı, nereye harcadığımızdan sorumluyuz arkadaşlar… Zikir süzgecinden tefekkür süzgecinden o nefesi alıp vermeliyiz bozuk para gibi o nefesi harcayamayız.

Malayaniden, çok konuşmaktan Allah’a sığınmalıyız. Boş düşünceler bile kalbe geldi mi ruhu söndürür. Hak dostlarının sohbeti ile besleneceğiz, bir düşünce geldi mi hemen tevbeye sarılacağız. Ruhumuzun gıdası için tevbe, sohbet, zikir şart. Manevi sofralarımız dolu dolu olmalı, gönül testimizi sohbet nurunun zikir nurunun altına koyacağız, bizlere şerbet olacak, o şerbeti sunacağız adeta… Şeytanın nefsin hilelerinden kendimizi çok iyi koruma altına alacağız. Başın ağrudı mı dişin ağrıdı mı hissedebiliyorsun hemen ilaç alıyorsun, gönül sancılarını gönül açlığımızı niçin hissedemiyoruz?”

Hace Hazretleri’nin bu güzel sohbetlerini biraz açmaya çalışalım inşallah: Zikir bir terbiye sistemi kirlerden arınma usulü olduğunu anlıyoruz. Zikirde kabuk istenilmiyor yani sürekli dilde kalan zikir değil, öz isteniliyor. İhlas ile yapılan zikir, muhabbet ile...

Bizler nasıl bir varlığı zikir ediyoruz? O ki alemlerin padişahı! O mübarek esmasını, tevhidini dilimizde: “Lailahe illallah! Senden başka büyük yok! Rahim yok! Cezayı erteleyen yok! Hastalığı senden bilirim, şifayı senden! Aklı bize sen lütfettin, hiç rahatsız olmadan konuşabilmek, yiyip içmek senin ikramındır. Allahım senin iznin olmadan yaprak bile kımıldayamaz, sen dilemesen konuşamam yürüyemem, akıl idrak vermesen huşu bulup zikir edemem, yine senin iznin olmadan nasip etmediğin rızkı yiyemem! İşte böyle düşünerek bütün azalarımız ile onu zikrettiğimizin şuuruna varıp o şuur ile hayatın içinde olup surekli onun rızasını aramaktır zikir. Var oluşumuzu sıhat ve afiyetimizi ona borçlu oluşumuzdan emirlerini yapmak, yasaklardan kaçmak, sürekli hamt etmek. Yani halk arasında hak ile beraber olmaktır zikir.

İçi boşaltılmış zikir değil dolu dolu muhabbet ile arzu ile yapmış olduğumuz “Estağfirullah elazim” tevbemizi, büyük bir pişmanlık ile ağlalayarak gönülden gelen o tövbe, nasuh tevbesi olup gönle ruha şerbet ilaç olur buyruluyor. O zaman her olaya güzel bakar güzel düşünürüz nefis terbiye olur. Konuşmalarımız hak adına sözümüz de doğruluk olur ve o zaman gönül gül bahçesine döner diyebiliriz.

Yine zikir ile irademiz beslenir, idrakımız artar, hayvanata bakışımız farklılaşır. Merhamet nazarı ile bakar: “Ya Rabbi! Senin bu varlık üzerinde sanatın var, eserin var!” deyip tefekkür ederiz. Zikirler ile adeta hayata tutunuruz, gelecek olan gaflete karşı zikrimiz siper olur inşallah. Zikir marifet yolunun esası ibadetin özüdür, imanın alameti ve Allahu Teala’nın kapısını çalmak onu anmaktır, hiç şüphesiz anılmaya en layık hazreti Allah’dır (cc).

İbn Ataullah el-İskenderi: “Zikir beraberindekileri her şeyi yakıp yıkan yok eden bir ateştir. Girdiği yerde (gaflet) odun bulursa ateş olup onu yakar, girdiği yer karanlıksa nur ışık aydınlık olup orayı aydınlatır. Aydınlıksa nur üstüne nur olup orayı aydınlığa boğar.” buyuruyor.

Sohbet meclislerinin de zikir halkası, olduğunu unutmayalım, yani sohbetlere gitmeden gönüllerimizi o sohbete hazırlamamız isteniliyor. Her türlü beşeri düşüncelerden sıyrılıp “Allahım! gönlümün temizlenmesi için muhabbet ile dolması için gidiyorum, acaba bugün Rabbim bana hangi bilmediğim bir ilmi nasip edecek!” deyip niyetimizi almalıyız. Allah dostları: “Sohbetlerde gönüllerinize seslenilir.” buyurmuşlardır. Yapılan sohbetleri ten kulağıyla değil gönül kulağıyla dinlememizi o kulaktan ince ince gönle aktığını hissetmemizi tavsiye buyurmuşlardır. Yalnızca sohbet halkalarında bulunmakla kalmayıp duyduğumuz o güzel Rabbimizin buyruklarını, Peygamberimizin sünnetlerini, yani dinin emirlerini doğru anlamak, anlatmak ve amel etmek durumundayız.

Sevgili Peygamberimiz (sav): “Onlar Allah’ı zikretmeye düşkün olan kimselerdir. Zikir onlardan günah yüklerini kaldırır da kıyamet günü onlar Allah’ın huzuruna günah yüklerinden hafiflemiş olarak gelirler.” buyurmuştur.

Allah için hayır yapmak da zikirdir. Bu hayrımızın da gizli olmasına özen gösterip gönle riya kibir gelmeden “Senin rızan için yapıyorum!” deyip o ameli yapmalıyız. Bazılarımız yapmış olduğumuz nafile ibadet veya hayırlarımızı farkında olmadan anlatabiliyoruz. Gizli olmasına azami derecede çok dikkat etmeliyiz, çünkü gizli olan amelin yetmiş kat daha faziletli olduğu bildirilmiştir. 

Yazımızı Hace Hazretleri’nin gönüllere şerbet olan güzel duasıyla bitirelim inşallah:

“Cenabı Hak cümlemizi zikrin büyüklüğünü idrak edebilenlerden zikredebilmeyi lütfeylesin. Bizleri, darda zorda… hasılı her nefeste, özellikle son nefeste zikirde muafvak eylesin. Zikirlerimiz ile bizleri terbiye kılsın, bizi ihlasa eriştirsin ve herkesin kaçacağı o günde zikrin bereketiyle kendi zatı tarafından tanınanlardan eylesin. Zikri daimden zikri küle ulaştırsın, kalbimizi zikrullah ile işlersek nurlanacak, bugün onun ismini yarın muhabbetini onun yakınlığını huzuru bulacağız inşallah.

Öyle hale geleceğiz ki görüyormuşcasına ibadetlerimizi yapacağız. Hiçbir şey bizi zikirden ibadetten ona yakınlıktan alıkoymayacak. Canabı hak bu yolu bize açsın.”

 

Yazar: Mine Şimşek

 

Pazartesi, 01 Nisan 2019 16:07

BÜTÜN “İZM”LERİ ÇIKARAN ŞEYTANDIR

Bütün ''İzm''leri Çıkaran Şeytandır - Yakub Haşimi Hocaefendi

Sayı : 134 - Şubat 2019

 

Bütün ''İzm''leri Çıkaran Şeytandır

 

Biraz önce kütüphaneye bakarken elimize İbn Ataullah İskenderî hazretlerinin Hikem-i Ataiyye’si geldi. Dedik tevafuk, buradan sohbetleşelim, buradan söyleşelim. Cenabı Hak tesirini halk eylesin.

Evet, Hikem-i Ataiyye yani Ataullah’tan hikmetler, inciler, mücevherler anlamına geliyor. Ulema, geçmiş büyüklerimiz bu eserdeki hikmetli ifadeler hakkında buyurmuşlar ki: “Eğer namazda Kur’an-ı Kerim’den başka bir şeyin okunması caiz olsa idi Hikem’in okunmasını tavsiye ederdik.” Biliyorsunuz namazın farzlarından birisi de kıraattir. Kur’an’dan bir bölüm okumak namazın içindeki farzlarındandır.

Eğer namazda Kur’an’dan başka bir şeyi okumak caiz olsa idi, Hikem’in okunmasını tavsiye ederdik, demişler. Yani İbn Ataullah Hazretleri öyle ifadeler kullanmış ki Kur’an’ın özünden. Demek ki ayeti kerimelere uyum içinde, ayeti kerimelere yakın ifadeler kullanmış.

İbn Ataullah İskenderî Mısır’l; Mısır’ın İskenderiye şehrinden. O yüzden İskenderî diyorlar. Bizim pirimiz, sultanımız Ebu’l-Hasen Şazili hazretlerinin halifesi. Onun talebelerinden, onun meclisinde, tedrisinde yetişmiş. Allahu Teala şefaatlerine nail eylesin, himmetleri var olsun inşallah.

Bu eseri hepinize de tavsiye ederim, okuyun; anlayarak okuyun. Okurken müelliften/yazandan dinleyerek okuyun, kendi hislerinizle, kendi duygularınızla değil. Misal Hikem’i okurken sanki İbn Ataullah İskenderî hazretlerinden dinliyormuş gibi okuyun. Kur’an’ı okurken Cenabı Hak’tan dinler gibi okuyun. Hadis-i şerif okurken Sultanu’l-Enbiya’dan dinler gibi okuyun. Yoksa araya nefis karışır. Okurken size başka bir şeyler söyler onlar. Siz okursunuz ama o aradan kalbe başka bir şeyler söyler.

اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِ

Ta insanların kalbinin derinliklerine iner; oralarda konuşur gürültü yapar, dedikodu yapar, fısıltı yapar İblis aleyhillane. Sen farkında olamazsın. Bunun için Cenabı Hak buyurur:

فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِالّٰلهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

Kur’an okurken, Kur’an okuyacağınız zaman şeytanı hesaba katın, ondan Allah’a sığının. Siz okurken o da size başka bir şeyler okuyabilir.

Bakın bunu bugün görüyorsunuz, çok net. Bugün Kur’an adına konuşanlar, Kur’an Müslümanlığı fikrini öne çıkarmaya çalışanlar, sözde Kur’an’dan söylüyorlar. Ama onlara şeytanlar vahyediyor. Allah’ın vahyini söylemiyorlar, iblisin onlara vahyettiklerini söylüyorlar. Eğer onlar Kur’an’ı okurken şeytandan Allah’a sığınsalar böyle şeyler söyleyemezler.

Bu sadece Kur’an-ı Kerim için mi? Hayır, her meselede böyle yapmalıyız. Hangi meseleye niyet edersek o işin içine şeytanın karışmasından, nefsimizin müdahale etmesinden Allah’a sığınmalıyız. Allah Rasülü buyurur ki: “İblis kanınızın damarlarınızda dolaştığı gibi içinizde dolaşır. Onun yollarını Allah’ı zikir ile daraltın.” Gezecek yer bulamasın. Allah’ı zikrederek, tefekkür ederek, zikrin manasını teemmül ederek onu içinizden çıkarın. Şunu da unutmayın, Cenabı Hak ayette şeytanı tarif ederken şöyle buyuruyor:

اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ

O öyle bir şeytan ki, size vesvese verir, size konuşur. Nereye konuşur: Sizin kalbinizin derinliklerine, sadrınıza, gönlünüze konuşur.

مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ

Şeytan sadece cinnî değildir. İnsanlardan da onun avanesi, yardımcıları, arkadaşları, ekibi, grubu, örgütü vardır. Yani onlar ile de size konuşur. Kendini şeytana satan, şeytana tapan insanlar. Bir zaman vardı ne deniyordu onlara: Satanist, şeytana tapanlar. Tarih boyunca insanlar Allah’a tapınmamak için önlerine gelene tapınmışlar. Buda’ya tapanlara ne diyoruz Budist. Dünyada yaygın bir din. Çok da eski bir din. Uzak Asya’da oldukça yaygın bir dindir. Ateşe tapanlar var, Mecusi diyoruz, ateşperestler. Totemciler var, putlara tapanlar. Bu putlar zahir de olabilir, görünmeyen hadiseler de olabilir. Hevasına tapanlar. Kur’an-ı Kerim bunu ifade ediyor:

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ

Görmez misin ya Muhammed, şahit değil misin? Hele bir bak yani onlara? Kendi hevasını ilah edinmiş, Rab edinmiş nefsine tapanları görmüyor musun ya Muhammed!

İnsan nefsine tapınabiliyorsa, kendine tapınabiliyorsa her şeye tapınabilir. İşte böyle şeytana tapanlar da var, satanist. Şimdi şeytana tapanlara modernist diyorlar. Bunlar şeytana tapıyorlar. Kadınlardan da feminist diyorlar. Feministler… Kadın üstünlüğünü savunanlar. Bunlar da şeytana tapıyor. Çünkü bütün bu “ist”leri çıkaran şeytandır. Bu yolları kuran şeytandır, onun vesveseleridir. İnsanları da kullanarak yollar icat ediyor.

Allah Rasülü (sav) bir gün sahabe ile otururlarken asası ile kumun üzerine düz bir hat çekiyorlar, sahabe bakıyor. Efendimiz buyuruyor ki: “Bu yol sırat-ı müstakimdir.” Dost doğru yoldur. Bu yol enbiyanın yoludur, peygamberlerin yoludur. Bu yolun ismi İslam’dır... Sonra o yolu kesen/kat eden başka hatlar çiziyor. Buyuruyor ki: “İşte bu yollar da şeytanın yollarıdır.”

Bunları da şeytan ihdas eder. İnsanlara bunu kese, kısa yol diye gösterir. Buradan gidersen menziline/maksuduna daha tez varırsın, der. “Ben bu düz yolun üstündeyim.” buyurur Cenabı Peygamber. Yani o yolu Peygamber aydınlatıyor. Onun sünneti aydınlatıyor. Bu yoldan ayrılmazsanız kıyamete kadar hidayet üzere olursunuz. Ama diğer yolların her birinin üzerinde bir iblis ruhlu, iblis anlayışlı birileri vardır. Onlar sizi butlana, batıla davet eder. Bunlar çok farklı sıfatlarla görünebilir. Bunlar siyasi lider olabilir, hükümet başkanlığına kadar yükselir.

Bunlar askeri lider olabilir, Genelkurmay Başkanı olur. Bunlar bir tekkede şeyh olur, etrafında müritleri olur. Bunlar bir üniversitede profesör olur, yanında talebeleri olur. Bunlar müellif olur kitaplar yazar, çok da tutulan bir yazar olur… Yani sıfatları farklı farklı olabilir. Bunların hepsinin temel özellikleri birdir: Şeytaniyet. Özellikleri budur. Bunların hepsi üstü örtülü bir şekilde Allah’tan gayri şeylere çağırırlar. Davetleri vardır, kendilerince gayretleri vardır. Ama Allah’tan gayri şeylere çağırırlar: Hevalarına çağırırlar. İlah edindikleri hevalarına, arzularına, anlayışlarına. İşte bunun için Cenabı Hak buyurur ki onlardan Allah’a sığının:

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ

O şerlilerden bütün bu kâinatı, insanlığı var eden Allah’a sığının.

مَلِكِ النَّاسِۙ

İnsanların padişahına güvenin. Mevla’ya güvenin.

اِلٰهِ النَّاسِۙ

İnsanlığın, kâinatın varlığın ilahına yönelin. Siz Allah’ı bir bilin.

مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ

Siz o gizli gizli gönülleri iğfal eden bütün şeytanlardan insanların Rabbine padişahına ilahına yönelin ve sığının. Şimdi İbn Ataullah İskenderî gibi, Abdülkadir Geylani gibi, Şah-ı Nakşibend (ks) gibi insanların görevini anlayabiliyor musunuz? Bu mukaddimenin içinde bunların görevi de anlatılıyor. Bunlar Cenabı Hakk’ın ricalullah/Allah adamı diye buyurduğu, hizbullah/Allah taraftarları diye tarif buyurduğu, mukarrebun/bize yakın olanlar diye sıfatlandırdığı, vasıflandırdığı insanlar. İşte bunlar Cenabı Peygamber’in (sav) çizdiği o düz hattın kıyamete kadar koruyucuları, o yolun hizmetçileri.

Bunun “كلام السادات سادات الكلام” buyurmuşlar, büyüklerin sözleri de kendileri gibi büyüktür. Namazda okunmaya layık görmüşler o sözleri. Namazda başka bir şey okunsa Hikem okunurdu, buyurmuşlar. Bu duygularla okumaya gayret edelim, konu buydu. Allahım cümlemizi muvaffak kılsın. Hazret burada buyuruyor ki: Varidat Hazreti Kahhar’dan geldiği için karşılaştığı her şeyi yakar yok eder.

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌ

“Hayır! Hayır, biz hakkı bâtılın tepesine atarız da onu parçalar. Bir de bakarsın, o anda (bâtıl) mahvolmuştur.” (Enbiya 18)

Varidat, Allahu Teala’nın lütfu bereketi ile mümin insanın kalbine gelen ilhamatıdır. Allah’ın ona nusretidir. Bu varidatın şekillenmiş haline firaset diyoruz. “Müminin firasetinden korkun.” buyurur Sultanu’l-Enbiya. Müminin bakışından, anlayışından, meseleleri değerlendirişinden korkun. O Allah’ın nuru ile değerlendirme yapar. Allah namı hesabına hareket ettiği için her şeyi Allah’ın nuru değerlendirir.

O nur denir? Vahyi ilahi ile yani Cenabı Hakk’ın her meselede belirlediği ölçülerle hareket eder. O meseleyi, o meseleye ait ölçüler içinde düşünür. İşte kalbini böyle Allah’a yönelttiğinde, kalbini vahiyle bütünleştirdiğinde Allah o kalbe ilham eder. Ayeti kerimede de buyurur bunu Cenabı Hak:

اَفَمَنْ شَرَحَ الّٰلُ صَدْرَهُ للِلْإِسْلَامِ

Allah onların kalplerini açar, şerh eder, genişletir. O kullarının gönüllerini uçsuz bucaksız hale getirir. Niye? Oraya tecelli edecektir de ondan. “Bir gönle sığan Mevla, var olan eşyalara sığmaz.” der şair. Allah o gönle tecelli buyuracak. O gönle nazar edecek. Onun için onun zeminini hazırlıyor. Onu şerh ediyor, açıyor, sınırlarını kaldırıyor. İlhama müsait hale getiriyor. Buna firaset diyoruz. Bu firaset kişinin kalbine Allah’tan geliyor. Ama burada ilginç olan bir yön de Cenabı Hakk’ın kahhariyet sıfatını zikretmesi. Varidat Hazreti Kahhar’dan geldiği için. Başka bir sıfatını zikretmiyor. Hazreti Rahman’dan diyebilirdi. Hazreti Subhan’dan diyebilirdi. Değil, Hazreti Kahhar’dan diye buyuruyor İbn Ataullah hazretleri. Niye Kahhar? Demek ki kalpteki fazlalığın, cürufun, ifrazatın, gafletin, beşeriyetin bırakmış olduğu tortuların temizlenmesi, yakılması yok edilmesi lazım.

Bunun için Kahhariyet. İslam’ın böyle yönleri çok ilginçtir. Biz mesela her işe başlarken besmele söyleriz. Allahu Teala’nın rahmaniyet ve rahimiyetini öne çıkarırız. Çünkü o yaptığımız işte bize merhamet buyurmasını, şefkat göstermesini yardım etmesini isteriz. Niye merhamet? Belki aslına uygun yapamayız, öyle olsa da onu bizden kabul buyursun, yüzümüze vurmasın. Aslına uygun yapamayabiliriz. Eksik olur bizim yaptığımız iş, kuluz. Onu reddetmesin, kabul buyursun. Bakın kurban keserken Bismillahirrahmanirrahim denmez ama. Kurban boğazlayacağımız zaman orada rahmaniyet, rahimiyet olmaz. Niye? Rahman olsa o kurbanı kesemeyiz, merhamet gerekir. Çünkü o kurbana da Rahman’dır ona da merhamet edecektir. Ne deriz kurban keserken? “Bismillahi Allahu Ekber.”

Senin büyüklüğün adına, azametin adına kesiyoruz bunu ya Rabbi. Büyüklüğe yakışan odur. Dünyada bile serseri büyüklere kurban kesiyorlar. Bir ferd-i leim geliyor bakıyorsun kaç tane kurban kesiyorlar. Hacda, Allah hepimize nasip etsin, şeytan taşlamada “Bismillahirrahmanirrahim” denmez. Kurban bayramının üç günü şeytan taşlanır. Bismillahi Allahu Ekber diye taşlanır. Bismillahirrahmanirrahim diye olmaz. Şeytana merhamet yok. Her sıfatın farklı bir özelliği var. Şimdi burada Kahhar ismi şerifini kullanmasının sebebi o sıfatın tecellisine ihtiyaç var. Bir güce, bir otoriteye, bir devrime ihtiyaç var. O devrimi Rahman sıfatı yapmaz. Subhan sıfatı yapmaz. Celaliyet gerekli, sertlik gerekli. Onun için İbn Ataullah hazretleri buyuruyor ki Kahhar’dan gelirse…

Dolayısıyla o Kahhar tecellisi şeytanın bütün desiselerini, tuzaklarını; nefsin gönülde kurduğu devleti devirir. Cenabı Hak kalbi fetheder. Ve içerde Hak’tan gayri ne varsa onları yakar yok eder, temizler. 

وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً

Cenabı Hak buyurur ki söyle ki: “Sen ya Muhammed hak gelirse, hakikat gelirse, Allah’ın nuru gelirse batılı ortadan kaldırır, yanlışı temizler, süpürür götürür. Bilin o batıl, o şeytaniyet yok olmaya mahkumdur. Onun bir kökü yok, onun bir ayağı yok, dayanağı yok, senedi yok.

Şimdi biz bu ayete ümit ediyoruz. Bugünkü batıllar da çok sürmeyecek inşallah. Yeter ki biz dik durmayı bilelim. Bunlar da yıkılacak, yıkıldı hepsi çünkü. Firavun öldü, Nemrut öldü, Karun öldü, Hâmân öldü. Sistemleri yıkıldı. Modern firavunlar da ölecek. Evet, bu Kuraniyyun anlayışını, sözde yeni bir din olarak insanlara lanse etmeye çalışanlar da yıkılacak inşallah. Yeter ki biz imanımızda kavi olalım. İslamımızda samimi olalım, ihlaslı olalım. Biz aç bir insanın ekmeğe sarıldığı gibi Allah’ın ipine ve Rasul’ün sünnetine yapışalım. O zaman bu batıllar zail olacak. Hakk’ın kahhariyeti onları yakacak. İbn Ataullah hazretleri ayeti kerimeyi de bunun için örnek gösteriyor: “Biz hakkı batılın üstüne çarparız da o Hak o batılı yakar perişan eder.”

Şimdi demek ki bizim nefsimiz batıl, bunu biliyoruz.

إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ

Buyuruyor Allah. “Sizin nefsiniz size sürekli sürekli kötülüğü emrediyor.” Size yanlışları doğru gösteriyor. Çirkinleri makyajlıyor güzelleştiriyor. “Bak şöyle yaparsan daha iyi olur, çevren seni beğenir, kabul eder, sever. Çevre ile uyum içinde olursun. Ne böyle kara fatma gibi giyiniyorsun. Daha modern şeyler giy. İslami olsun ama daha modern olsun. Bak çevrede bu kadar gençlik var. Sen de böyle modern giyinirsen onlar belki sana ısınır. Senin vesilenle İslam’a ısınır.” Bak sana nerelerden su getiriyor!

“Bazı meselelerde katı olma. Yumuşak ol. Allah’ın rahmeti sonsuzdur. Belki yaptığın şeyde ufak tefek yanlışlıklar olur ama Allah bağışlar. Allah affedicidir, affı sever. Sonra tevbe edersin, Allah ile arayı düzelti verirsin. Bu kadarı kadı kızında da var. Hacı hoca gelmemiş mi hiç bu zamana kadar. Biraz gevşet bu işleri.” Nefsimiz bize konuşuyor. Sû olanı, kötü olanı, masiva olanı emrediyor bize. Muvaffak oluyor mu? Maalesef, oluyor da. Siz de görüyorsunuz işitiyorsunuz. Meşru mazeretler müstesna onlara bir şey diyemeyiz çünkü bu da bir fıkhi bir kaidedir. Mazeret mahsuratı kaldırır. Bir özür varsa, ciddi bir sebep varsa o ciddi sebep mahsurlu olan şeyleri ortadan kaldırır. Farklı bir çıkış yolu, bir alternatif getirir. Bakıyoruz hanımefendi çarşafından dolayı çevresinde utanç yaşıyor. Bir gün, iki gün derken nefis ağır basıyor, çarşafı çıkarıveriyor. “Niye çıkardın?” “Ya tuhaf bakıyorlar.” Peki, onların bakışı niye seni bu kadar etkiliyor da Allah’ın bakışı seni etkilemiyor? Halbuki Allahu Teala ayeti kerimede buyuruyor ki

إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا

إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

Ey kullarım biz her saniye, her salise size bakıyoruz. Sizi murakabe ediyoruz, kontrol ediyoruz. Gözümüzün önündesiniz. Niye Allah’ın bakışı bizi etkilemiyor da insanların bize bakışı bizi etkiliyor. Şimdi bakın bu işin biraz daha ilerisine giderseniz işin içinden çok acayip şeyler çıkar: Şirk çıkar, şirk. Allah’tan değil de insanlardan etkilenmek, onları Allah’a eş koşmak. Haşa, onları Allah gibi değerli kabul etmek. Allah Rasulü ne buyuruyor: “Ben bundan sonra sizin aya güneşe yıldıza veya cisimlerden putlar yapıp tapmanızdan korkmuyorum. Bir daha böyle akılsızlık yapmazsınız. Böyle bir cehalete düşmezsiniz. Ben sizin gizli şirkinizden korkuyorum buyuruyor. Gizli… Bazı şeyleri Allah kadar değerli tutmanızdan. Allah’ı bırakıp onlara yönelmenizden… Bundan korkuyorum.” İşte çevresel faktörleri ilahlaştırmanızdan, siyasal faktörleri, örfleri dinleştirmenizden korkuyor Cenabı Peygamber.

Adam örfünü din haline getiriyor. Örfü dinin önüne geçiyor. Örf… Biz anamızdan babamızdan böyle gördük diyor, dinin açık, sarih emri varken o emrin değil de örfün gereğini yapıyor. Bu hepimizin hayatında var olan bir şey.

Nasrettin Hoca misali; yoğurt satıyormuş da Hoca pazarda adamın birisi de gelmiş şöyle biraz kaba elini derinlemesine sokarken hoca demiş ki: “Çok karıştırma bak dibi lor gelir bunun.” Adam espri diye almış yoğurdu eve götürmüş. Yoğurdu kaptan boşaltırken bakmış dibi lor, peynir. Hemen kadıya gitmiş. Demiş: “Beni kandırdı, peyniri yoğurt diye sattı.” Neyse Hocayı mahkemeye çağırmışlar. Demiş: “Kadı efendi ben söyledim!” Kadı sormuş: “Nasıl söyledin?”

Hoca cevap vermiş: “Ben dedim ki çok karıştırma dibi lor gelir.” Söyledi mi, diye sorar kadı da adama. “Söyledi.” der adam: “Ama ben espri yaptı zannettim!”. Kadı da: “Yapacak bir şey yok malını sana söylemiş. Dibinde lor var diye. Sende bile bile almışsın.” der.

Şimdi bu işi karıştırdın mı dibi lor geliyor, şirke gidiyor. Çevre bana değişik bakıyordu, değişik bakmasınlar diye çarşafı çıkardık. Peki, bakış değişecek mi? Vallahi yok! Allahu Teala buyuruyor ki:

وَلَنْ تَرْضٰ عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتَّٰي تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ

Sen her şeyinle onlara tabi olmadıkça, onlardan olmadıkça sana bakışları değişmeyecek. Seni değerlendirmeleri değişmeyecek, senden razı olmayacaklar, seni sevmeyecekler. Bu sefer onların gözünde pardösülü yobaz olacaksın. Kara çarşaflı yobazdın, pardösülü yobaz olacaksın. Bir şey değişmeyecek. Değdi mi peki? Yobazlıktan kurtulamadın yani. Eşeğin semerini değişsen de, altından yapsan da eşek değişmiyor. İşte batıl kalbe böyle yerleşiyor. Nefsin arzuları yerleşiyor. Dünya sevgisi şeklinde oluyor bu, çevreye saygı diye oluyor bu, sözde uyum adına oluyor. Ama ne zaman sen Hakk’a dönüyorsun, ne zaman Kur’an’a sarılıyorsun, ne zaman Hz. Muhammed’i (as) dinlemeye başlıyorsun o zaman Hak gönlüne nisan yağmuru gibi yağmaya başlıyor.

اَلَا بِذِكْرِ الّٰلهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

Gözünü aç bak, uyanık ol ki, bizim zikrimiz yani bizden gelenler, bizim emrimiz, fermanımız, ihsanımız, ikramımız sizin gönüllerinizi rahatlatır, huzur verir, mutluluk/saadet verir. Açar gönülleri ferahlatır, buyuruyor Allah. Bu hali Allah’tan gelenler yapar. Bunun için Nakşibendiler, Hâcegânlar vukuf-i kalbiyi çok önemserler. Temel prensiplerdendir bu yolun. Vukuf-i kalbi, kalbe vakıf olmak, kalbe dikkat etmek. Yani kalbe ne geliyor ne gidiyor; nereden geliyor bunlar. Rahmani mi, Şeytani mi? Bunu murakabe etmek. Şahı Nakşibend hazretlerinin belirlediği esaslardan birisidir, vukuf-i kalbi. Kalbe sahip olmak, vakıf olmak, dikkat etmek manasında. Çünkü kalp önemlidir.

أَلاَ وَإِنَّ فِي الجَسَدِ مُضْغَةً: إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الجَسَدُ كُلُّهُ، وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الجَسَدُ كُلُّهُ، أَلاَ وَهِي القَلْبُ

“İnsan bedeninde bir et parçası var. Onun ismi kalptir, ona kalp diyorlar. Eğer o kalp salih olursa, salim olursa; o kalbe vakıf olunursa, o kalp Allah’ın zikri ile mutmain olursa, tenvir olursa bütün beden kurtulur. O insan kurtulur, salih olur. Onun yaptığı işe âmâl-i salih denilir. Eğer o kalp bozulursa, o kalbe vakıf olunmazsa, kendi haline bırakılırsa, değişik faktörlerden etkilenirse; şeytana, nefse, hevaya bırakılırsa kalp fesad olur. Kalp fesad olursa bütün ceset fesad olur.” Cehenneme odun olur o adam. Amele salih olur. Amali salih yapacaktı ya, amele salih olur.

Bakın, Allah iman ile birlikte ameli zikrediyor. Ama vasıflı amel istiyor. Vasıflı, birinci sınıf amel istiyor. Şanına layık amel istiyor. Senin her yaptığını istemiyor. Astar olsun yüz olsun, kız olsun tez olsun, istemiyor.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

İman edenler, Allah’ı tanıyanlar, Allah’ı bilenler var ya onlar hep güzel işler yaparlar. Niye? İşte varidat onlara Allah’tan gelir. Kalpleri Allah’a açıktır. Bütün alıcıları Allah’a dönüktür onların. Onlar Cenabı Hak’tan sinyal alırlar. Onların kalbine konuşur Allahu Teala. Bunu arzu ediyoruz, buna talibiz, bunun için buradayız. Ama sırf bu kadar yeterli değil. Burada olmamız yeterli değil. Buradan geriye evlerimize gittiğimizde buradan geriye ne götüreceğiz, bu önemli. Asıl hayat orada. Nerden geldiysek oraya, geriye ne götüreceğiz. Burada size bir sermaye veriliyor. Veya la teşbih, demonte bir malzeme veriliyor. Siz mekanınıza, meskeninize, yurdunuza gittiğinizde bu demonte malzemeyi monte edeceksiniz, birleştireceksiniz. Bundan bir fikriyat çıkaracaksınız. Bu sizde bir yaşam tarzına dönüşecek. İhlasa dönüşecek. Anlayışa dönüşecek. Hayat tarzı olacak sizde. Yeşillik olsun diye söylenmiyor bunlar.

İşte o zaman anlayacağız ki biz gerçekten bu işi istiyoruz, samimiyiz. Allah’ı istiyoruz. Biz O’nu samimiyetle istersek, O da bizi isteyecek. Kul Allah için olursa, Allah da kul için olur. Ayeti kerimede Cenabı Hak buyuruyor:

وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ فَاِنّ۪ قَر۪يبٌ

“Sana bizden sorarlarsa yani bizi isterlerse, bize meraklı iseler onlara de ki biz onlara çok yakınız.” Yani biz de onlarla beraberiz biz de onları istiyoruz. Bilsinler ki onlar bize dua ettiklerinde dualarına icabet edeceğiz. Bize iman ederlerse bize yönelirlerse bizim için olurlarsa; dua ettiklerinde, bizden bir şey istediklerinde onlara yardım edeceğiz, dualarına icabet edeceğiz. Ve onları doğru yollarımıza, hidayetimize, nurumuza, rahmetimize ulaştıracağız. Varmak istedikleri hedef, menzil: “İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi.” Onları oraya ulaştıracağız. Rabbimiz de o zaman istiyor ve yardım ediyor. Ama sen bunu samimiyetle istersen.

Sen kitabın ve sünnetin ölçülerine ciddi manada sahip olursan, bu yolun edeplerini tatbike, takibe gayret edersen… Sen insansın, Müslümansın, ihvansın. Farklı sorumlulukların var. Sen dışardaki herhangi bir insan gibi yapamazsın. Sen Nakşibendisin. Sen dışını değil gönlünü nakışlayansın. Gönlünü süsleyensin sen. Senin işin hep gönülle. Nakşibendilik bu, gönlünü süsleyeceksin. Gönlünü işleyeceksin dantel gibi. Bizim işimiz gönülde başlıyor gönülde bitiyor. Dışarıda bir işimiz yok bizim. Bizim bütün işimiz içeride.

Bunun için bize, amandır, zikirde dilini bile oynatma diyorlar değil mi? Damağına yapıştır. Seni de kimse görmesin bir de örtü ört, gafiller uyuyorlar zannetsin. Ne sen kimseyi gör ne kimse seni görsün. Kalbinden çalış. İçeride fırtınalar essin. Cenabı Hak da öyle buyur ya:

اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةۚ

Sen Rabbine dua et, ibadet et taatte bulun. İçten sızlanarak. İçten fırtınalar kopararak, depremler yaparak ve gizli olarak, gizli. Dışardan kimse bir şey bilmesin. Senin işin böyle. Ama biz biraz istiyoruz ki dışarıdan da bilsinler. Dışarıyı karıştırırsan işler karışır. Sen bil, Hak bilsin yeter, başka bilen olmasın; Nakşibendilik bu.

Bu yol sırrî bir yol. Bu yolun seyri enfüsi, gizli, içeride, nefis üstünde. Diğer tarikatların seyri afakidir, alem üstündendir. Hatta Hazreti Şeyhimiz (ks) tesbih ile gösterirdi. Buyururdu ki: “Diğer tarikatlar tesbihin başından sonuna bu yolu dolaşacaklar. Seyri sulukları, onların yolculukları buradan. Böyle menzile ulaşacaklar. Bizim yolumuz, tesbihin başlangıç tanesinden hemen karşısındaki bitiş tanesine.”

Onun için Şahı Nakşibendi: “Bizim yolumuzun başlangıcı diğer bütün yolların nihayetidir.” buyurmuş. Ha gayret inşallah. Gayret olursa himmet de olur. Gayret ve himmet oldu mu bu nimete dönüşür, nimet olur.

 

Mayıs 2020

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM...

 

Gülzâr-ı Hâcegân Dergisi'nin Mayıs 2020 sayısı çıktı.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort